DÜNYALIĞIN HİZMETÇİSİ OLMAYALIM
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
DÜNYALIĞIN HİZMETÇİSİ OLMAYALIM
Maalesef Düşünmüyoruz
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Tâ-hâ; 124)
Allah'ın hidayet kaynağı, O'nun Kur'an'ına uymak ve Peygamberine tabi olmaktır. Demek ki kim Allah-u Zülcelal'in ipine sımsıkı sarılırsa, onun için ne dünyada, ne de ahirette bir zarar yoktur.
Onun vücudu, tuz gibi parça parça da olsa, o yine de kârdadır. Yeter ki insan imtihanını kazansın. İnsan, ruhunu samimi olarak Allah'a feda ettikten sonra, her şey ona kolay gelir.
Süfyan-ı Servi (rahmetullahi aleyh), kendi zamanının büyük âlimlerindendi. O kadar âlimdi ki, diğer âlimler ve insanlar, fetva sormaya onun yanına gelirlerdi. O şöyle demiştir: "Ben Kur'an okurken, bir ayetten diğer bir ayete geçmeyi istemiyorum. Çünkü bir ayeti okurken, o ayetin bana emrettiği şeyi düşünmem gereklidir."
Biz ise maalesef düşünmüyoruz. Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerini düşünmemiz lazımdır. Bu ayet bana ne emrediyor, ne yapmam lazımdır, diye düşünmeliyiz. Okuduğumuz ayet-i kerimede, Allah-u Zülcelal'in bizden ne istediğini düşünmeliyiz. Allah-u Zülcelâl bu ayetle, Kur'an'dan, gafil olanlar için kıyamet gününde çok dar, çok sıkıntılı bir geçim olduğunu beyan etmiştir.
Süfyan-ı Sevri'nin buyurduğu gibi bir ayet-i kerimeyi, bir hükmü okuduğumuz zaman, onu derinlemesine düşünmeli, Rabbimizin bizden ne istediğini, tefekkür etmeli, hızlı bir şekilde diğer ayetlere geçmemeliyiz.
Öğrenilenle Amel Etmemek
Yine Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: "Benim dünyada en çok korktuğum şey, hadis-i şerif öğrenip de, daha sonra onunla amel etmemektir."
Hakikaten insanın, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)in hadis-i şeriflerini okuyup öğrendikten sonra, onu tatbik etmesi lazımdır. İnsan ilmiyle amel etmelidir.
Geçenlerde bir mümin kardeşimizin söylediği şu söz hakikaten çok yerindedir:
- Sadat-ı Kiram, bizim ya cennete veya cehenneme gitmemize sebep olacaklardır. Arkadaşları ona:
- Niçin? Diye sorunca, o şöyle demiştir:
- Sadat-ı Kiram, hiç bir şey bırakmamak suretiyle dindeki her şeyi bize söylemektedirler. Biz de bunları bilip de icaplarını yerine getirmez, onlar gibi davranmazsak, cehenneme gideriz. Fakat onların söylediklerini yerine getirir, onlar gibi davranırsak, cennete gideriz.
İnsan ilim öğrendikten sonra, elinden geldiği kadar, o ilmi tatbik edip amel yapmalıdır.
Tabii, biz ne kadar amel etsek de Allah-u Zülcelal’in hakkını yerine getiremeyiz. Fakat, buna rağmen takatimiz yettiği kadar, kuvvetimizi Allah yolunda sarf etmemiz lazımdır. Herkes, ben cennetin ve cehennemin olduğunu biliyorum demektedir. Evet, hepimiz bunu biliyoruz. Fakat sadece bilmek yeterli değildir.
Bazı insanlar dünya maişetinin (geçiminin) sevgisiyle sarhoş olmaktadırlar. Bunu da hepimiz görüyoruz. Tüccarlar sabahtan akşama kadar çalışmakta, bazıları işiyle uğraşmaktan rahat bir yemek bile yiyememektedirler. Hatta hesaplarını bitiremeyip akşam da onunla meşgul olup uyumakta, sabahleyin yine aynen bu şekilde devam ederek işleriyle meşgul olmakta, böylece dünya işinin sevgisi onları sarhoş etmektedir.
İşte, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) 1400 küsür sene önceden bizim bu zamanımızı görmüş, bizi ikaz etmiştir.
Şeytanî İnsanlardan Kaçının
Bir gün Hatem-i Esam (rahmetullahi aleyh), bir zâta: "Nasılsınız?" Dedi. O da: "Selamet ve afiyetteyim" deyince, Hatem-i Esam şöyle dedi: "Selamet ancak sırat köprüsünü geçtikten sonra olur. Afiyet ise cennette bulunmandır."
İnsan, günah işlemediği zaman baki olan hayatı afiyetle geçecektir. Hakiki afiyet odur. Bu dünyanın bir kaç günlük afiyeti hakiki afiyet değildir. Çünkü öleceksin, o afiyet de nihayet bitecek!
İnsan ahirette baki olan hayatta azap içinde olursa, bu dünyanın afiyetinin ona faydası nedir? İşte o zatlar böyle düşünüyorlardı. Allah bizi onların hayrından mahrum etmesin. (Âmin)
Eğer, “Ne yapalım bu ahir zamanda günahlar çoğalmış, kendimizi muhafaza edemiyoruz!” Diyorsak. Allah-u Zülcelal'in merhamet kapısı, tövbe kapısı vardır. Maalesef bundan da çok gafiliz. Tövbe kapısına müracaat edelim.
Hatem-i Esam, Şakik-i Belhi'den şöyle rivayet ediyor: "Bütün insanların listesi, günde yedi defa, şeytanın önüne gelir. Ve şeytan listeyi gözden geçirir. Orada bir kişinin, tövbe ettiğini görürse, bağırır çağırır. Bütün zürriyeti: ‘Bizim reisimizin başına büyük bir bela geldi herhalde, büyük bir olayla karşılaştı!’ Diye başına toplanırlar. Ona:
- Ne oldu? Diye sorarlar. O da:
- Filan adam tövbe etti, Allah da onun günahlarını af etti, der.
- Onu tövbesinden döndürmenin çaresi nedir? Ona ne hile yapabiliriz? Diye sorarlar.
- Onun arkadaşlarından, komşularından, dostlarından, sizinle beraber olan bir kişi yok mu? Der. Onlar:
- Var! Derler.
Evet, insanlardan da şeytan olanlar vardır. Görünmeyen şeytan, vesvese ile insanı yoldan çıkarır. İnsan şeytanları ise direk zahiri olarak arkadaşının elini tutup onu günaha götürür. Hırsız olan bir kimsenin arkadaşını hırsızlığa götürdüğü gibi... İşte o da şeytandır.
Bunun üzerine Şeytan yardımcılarına:
- Hemen onun o arkadaşına gidin! Der.
Onun o arkadaşını kandırırlar ve arkadaşı, onu tövbeden vazgeçirmek ve aldatmak için çeşitli çarelere başvurur. Eğer tövbe eden kişi, kötü arkadaşları, çeşitli sebepleri bahane ederek, onu tövbesinden vazgeçirmek için uğraştıkları zaman: "Hayır, ben ölsem de tövbemden vazgeçmem!" derse, hüsrana uğrarlar ve o kişi de ebedi saadete kavuşur.
Eğer onların hilelerine kanarak, tövbesinden dönerse, o da onlar gibi helak olacaktır. Tövbe bizim düşmanımız olan şeytana çok ağır gelir. Çünkü tövbe, insanın kurtulmasına sebeptir. İnsan tövbe ettikten sonra da ahiret işlerine önem vermelidir.
Şeytan; ‘İmanını Ver Suyu Al!’ diyecek
Denildiği gibi, şeytan insanoğluna öyle bir düşmandır ki; kulun, kulluk vazifesini yaptırmamaya çok gayret gösteriyor.
Anlatıldığına göre, Ebu Zekeriya isimli bir zat sekerat esnasında idi. Kendisine yakın bir dostu geldi ve bu ölüm halinde ona kelime-i şahadeti telkin etti. Ne var ki, Ebu Zekeriya bunu demeyip yüzünü başka tarafa çevirdi.
İkinci telkini yaptı, yine yüzünü başka tarafa çevirdi. Üçüncü telkini yaptı, yine yüzünü başka tarafa çevirdi ve: "Demeyeceğim!" Dedi. O yakın dostu, onun bu halde gitmesinden korktu.
Aradan bir saat geçtikten sonra, Ebu Zekeriya'ya bir hafiflik geldi, gözlerini açtı ve:
- Bana bir şey dediniz mi? Diye sordu. Onlar:
- Evet, dedik. Sana üç kere kelime-i şahadet telkin ettik. Ama sen İkisinde yüzünü çevirdin, üçüncüsünde ise ‘Demeyeceğim!’ Dedin. Bunu dinledikten sonra şöyle anlattı:
- Bana iblis şeytan geldi, elinde bir bardak su vardı. Sağıma
durdu, bardağı oynatarak, ‘Suya ihtiyacın var mı?’ Siye sordu. Kendisine: ‘Hayır!’ Deyince, şeytan: ‘İsa, Allah'ın oğludur diye söyle!’ Dedi. Ondan yüzümü çevirdim. Sonra ayakucumdan geldi ve aynı teklifi yaptı. Üçüncüsünde ise: ‘Allah yoktur diye söyle!’ Dedi. Ama ben ona: ‘Demeyeceğim!’ dedim. Bunun üzerine bardağı yere vurdu, kaçıp gitti. İşte ben, ondan yüzümü çeviriyordum. Size değil onun teklifine: ‘Demeyeceğim!’ diyordum.
İşte, insan sekarat esnasında iken, canı öyle çok su istiyor ki; o anda bütün dünyanın denizlerini içirseler, yine de o insan suya kanmaz. O anda insanda şuur kalmıyor. Eğer Allah-u Zülcelâl o anda insana kuvvet vermezse, o kimsenin sonu tehlikelidir. İnsan samimi olarak kalbini Allah-u Zülcelal'e bağlarsa ve Allah-u Zülcelal'in kuvveti de onun arkasında olursa, hiç bir güç o kimseye karşı koyamaz.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Tâ-hâ; 124)
Allah'ın hidayet kaynağı, O'nun Kur'an'ına uymak ve Peygamberine tabi olmaktır. Demek ki kim Allah-u Zülcelal'in ipine sımsıkı sarılırsa, onun için ne dünyada, ne de ahirette bir zarar yoktur.
Onun vücudu, tuz gibi parça parça da olsa, o yine de kârdadır. Yeter ki insan imtihanını kazansın. İnsan, ruhunu samimi olarak Allah'a feda ettikten sonra, her şey ona kolay gelir.
Süfyan-ı Servi (rahmetullahi aleyh), kendi zamanının büyük âlimlerindendi. O kadar âlimdi ki, diğer âlimler ve insanlar, fetva sormaya onun yanına gelirlerdi. O şöyle demiştir: "Ben Kur'an okurken, bir ayetten diğer bir ayete geçmeyi istemiyorum. Çünkü bir ayeti okurken, o ayetin bana emrettiği şeyi düşünmem gereklidir."
Biz ise maalesef düşünmüyoruz. Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerini düşünmemiz lazımdır. Bu ayet bana ne emrediyor, ne yapmam lazımdır, diye düşünmeliyiz. Okuduğumuz ayet-i kerimede, Allah-u Zülcelal'in bizden ne istediğini düşünmeliyiz. Allah-u Zülcelâl bu ayetle, Kur'an'dan, gafil olanlar için kıyamet gününde çok dar, çok sıkıntılı bir geçim olduğunu beyan etmiştir.
Süfyan-ı Sevri'nin buyurduğu gibi bir ayet-i kerimeyi, bir hükmü okuduğumuz zaman, onu derinlemesine düşünmeli, Rabbimizin bizden ne istediğini, tefekkür etmeli, hızlı bir şekilde diğer ayetlere geçmemeliyiz.
Öğrenilenle Amel Etmemek
Yine Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: "Benim dünyada en çok korktuğum şey, hadis-i şerif öğrenip de, daha sonra onunla amel etmemektir."
Hakikaten insanın, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)in hadis-i şeriflerini okuyup öğrendikten sonra, onu tatbik etmesi lazımdır. İnsan ilmiyle amel etmelidir.
Geçenlerde bir mümin kardeşimizin söylediği şu söz hakikaten çok yerindedir:
- Sadat-ı Kiram, bizim ya cennete veya cehenneme gitmemize sebep olacaklardır. Arkadaşları ona:
- Niçin? Diye sorunca, o şöyle demiştir:
- Sadat-ı Kiram, hiç bir şey bırakmamak suretiyle dindeki her şeyi bize söylemektedirler. Biz de bunları bilip de icaplarını yerine getirmez, onlar gibi davranmazsak, cehenneme gideriz. Fakat onların söylediklerini yerine getirir, onlar gibi davranırsak, cennete gideriz.
İnsan ilim öğrendikten sonra, elinden geldiği kadar, o ilmi tatbik edip amel yapmalıdır.
Tabii, biz ne kadar amel etsek de Allah-u Zülcelal’in hakkını yerine getiremeyiz. Fakat, buna rağmen takatimiz yettiği kadar, kuvvetimizi Allah yolunda sarf etmemiz lazımdır. Herkes, ben cennetin ve cehennemin olduğunu biliyorum demektedir. Evet, hepimiz bunu biliyoruz. Fakat sadece bilmek yeterli değildir.
Bazı insanlar dünya maişetinin (geçiminin) sevgisiyle sarhoş olmaktadırlar. Bunu da hepimiz görüyoruz. Tüccarlar sabahtan akşama kadar çalışmakta, bazıları işiyle uğraşmaktan rahat bir yemek bile yiyememektedirler. Hatta hesaplarını bitiremeyip akşam da onunla meşgul olup uyumakta, sabahleyin yine aynen bu şekilde devam ederek işleriyle meşgul olmakta, böylece dünya işinin sevgisi onları sarhoş etmektedir.
İşte, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) 1400 küsür sene önceden bizim bu zamanımızı görmüş, bizi ikaz etmiştir.
Şeytanî İnsanlardan Kaçının
Bir gün Hatem-i Esam (rahmetullahi aleyh), bir zâta: "Nasılsınız?" Dedi. O da: "Selamet ve afiyetteyim" deyince, Hatem-i Esam şöyle dedi: "Selamet ancak sırat köprüsünü geçtikten sonra olur. Afiyet ise cennette bulunmandır."
İnsan, günah işlemediği zaman baki olan hayatı afiyetle geçecektir. Hakiki afiyet odur. Bu dünyanın bir kaç günlük afiyeti hakiki afiyet değildir. Çünkü öleceksin, o afiyet de nihayet bitecek!
İnsan ahirette baki olan hayatta azap içinde olursa, bu dünyanın afiyetinin ona faydası nedir? İşte o zatlar böyle düşünüyorlardı. Allah bizi onların hayrından mahrum etmesin. (Âmin)
Eğer, “Ne yapalım bu ahir zamanda günahlar çoğalmış, kendimizi muhafaza edemiyoruz!” Diyorsak. Allah-u Zülcelal'in merhamet kapısı, tövbe kapısı vardır. Maalesef bundan da çok gafiliz. Tövbe kapısına müracaat edelim.
Hatem-i Esam, Şakik-i Belhi'den şöyle rivayet ediyor: "Bütün insanların listesi, günde yedi defa, şeytanın önüne gelir. Ve şeytan listeyi gözden geçirir. Orada bir kişinin, tövbe ettiğini görürse, bağırır çağırır. Bütün zürriyeti: ‘Bizim reisimizin başına büyük bir bela geldi herhalde, büyük bir olayla karşılaştı!’ Diye başına toplanırlar. Ona:
- Ne oldu? Diye sorarlar. O da:
- Filan adam tövbe etti, Allah da onun günahlarını af etti, der.
- Onu tövbesinden döndürmenin çaresi nedir? Ona ne hile yapabiliriz? Diye sorarlar.
- Onun arkadaşlarından, komşularından, dostlarından, sizinle beraber olan bir kişi yok mu? Der. Onlar:
- Var! Derler.
Evet, insanlardan da şeytan olanlar vardır. Görünmeyen şeytan, vesvese ile insanı yoldan çıkarır. İnsan şeytanları ise direk zahiri olarak arkadaşının elini tutup onu günaha götürür. Hırsız olan bir kimsenin arkadaşını hırsızlığa götürdüğü gibi... İşte o da şeytandır.
Bunun üzerine Şeytan yardımcılarına:
- Hemen onun o arkadaşına gidin! Der.
Onun o arkadaşını kandırırlar ve arkadaşı, onu tövbeden vazgeçirmek ve aldatmak için çeşitli çarelere başvurur. Eğer tövbe eden kişi, kötü arkadaşları, çeşitli sebepleri bahane ederek, onu tövbesinden vazgeçirmek için uğraştıkları zaman: "Hayır, ben ölsem de tövbemden vazgeçmem!" derse, hüsrana uğrarlar ve o kişi de ebedi saadete kavuşur.
Eğer onların hilelerine kanarak, tövbesinden dönerse, o da onlar gibi helak olacaktır. Tövbe bizim düşmanımız olan şeytana çok ağır gelir. Çünkü tövbe, insanın kurtulmasına sebeptir. İnsan tövbe ettikten sonra da ahiret işlerine önem vermelidir.
Şeytan; ‘İmanını Ver Suyu Al!’ diyecek
Denildiği gibi, şeytan insanoğluna öyle bir düşmandır ki; kulun, kulluk vazifesini yaptırmamaya çok gayret gösteriyor.
Anlatıldığına göre, Ebu Zekeriya isimli bir zat sekerat esnasında idi. Kendisine yakın bir dostu geldi ve bu ölüm halinde ona kelime-i şahadeti telkin etti. Ne var ki, Ebu Zekeriya bunu demeyip yüzünü başka tarafa çevirdi.
İkinci telkini yaptı, yine yüzünü başka tarafa çevirdi. Üçüncü telkini yaptı, yine yüzünü başka tarafa çevirdi ve: "Demeyeceğim!" Dedi. O yakın dostu, onun bu halde gitmesinden korktu.
Aradan bir saat geçtikten sonra, Ebu Zekeriya'ya bir hafiflik geldi, gözlerini açtı ve:
- Bana bir şey dediniz mi? Diye sordu. Onlar:
- Evet, dedik. Sana üç kere kelime-i şahadet telkin ettik. Ama sen İkisinde yüzünü çevirdin, üçüncüsünde ise ‘Demeyeceğim!’ Dedin. Bunu dinledikten sonra şöyle anlattı:
- Bana iblis şeytan geldi, elinde bir bardak su vardı. Sağıma
durdu, bardağı oynatarak, ‘Suya ihtiyacın var mı?’ Siye sordu. Kendisine: ‘Hayır!’ Deyince, şeytan: ‘İsa, Allah'ın oğludur diye söyle!’ Dedi. Ondan yüzümü çevirdim. Sonra ayakucumdan geldi ve aynı teklifi yaptı. Üçüncüsünde ise: ‘Allah yoktur diye söyle!’ Dedi. Ama ben ona: ‘Demeyeceğim!’ dedim. Bunun üzerine bardağı yere vurdu, kaçıp gitti. İşte ben, ondan yüzümü çeviriyordum. Size değil onun teklifine: ‘Demeyeceğim!’ diyordum.
İşte, insan sekarat esnasında iken, canı öyle çok su istiyor ki; o anda bütün dünyanın denizlerini içirseler, yine de o insan suya kanmaz. O anda insanda şuur kalmıyor. Eğer Allah-u Zülcelâl o anda insana kuvvet vermezse, o kimsenin sonu tehlikelidir. İnsan samimi olarak kalbini Allah-u Zülcelal'e bağlarsa ve Allah-u Zülcelal'in kuvveti de onun arkasında olursa, hiç bir güç o kimseye karşı koyamaz.
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
Geri: DÜNYALIĞIN HİZMETÇİSİ OLMAYALIM
Allah İçin Ağlamak Kurtuluştur Allah-u Zülcelâl böyle merhamet sahibidir. Allah-u Zülcelâl, kulundan daima alçak gönüllülükle yalvarmasını istemiştir. Bazı âlimlerin belirttiğine göre, Allah-u Zülcelâl semavi bir kitapta şöyle buyurmuştur: "Benden korkarak ağlayan kulumu mutlaka azabımdan korurum. Benim korkumla ağlayan kulu mutlaka cennetimde güldürürüm." Muhammed İbn-i Munzir (rahmetullahi aleyh) ağladığı zaman gözyaşları ile sakalını ve yüzünü sıvazlayarak: "İşittiğime göre gözyaşının değdiği yeri cehennem ateşi yakmayacaktır." Derdi. İşte, bu gibi fırsatlar elimizdedir. Bazı Evliyaların: "İnsanın korkudan ağlaması, bizim bu zamanımızdaki gibi paslı kalple olmaz." Dediği gibi, bunları içimizden gelerek, halis kalp ile yapmamız gerekir. Biz Dünyaya Değil Dünya Bize Hizmetçi Olmalı! Bu dünya hizmeti nedir ki? Şimdi biz ona hizmetçiyiz. Hâlbuki dünyanın bize hizmetçi olması gerekir. Dikkat edersek, dünya ehli dünyaya hizmetçidirler. Daima gece gündüz dünyanın hizmetinde bulunuyorlar. Hatta yemek yiyecek vakit bile bulamıyorlar. İşte, dünyaya o kadar hizmetçidirler. Sonuçta her insan ölecek ve çıplak olarak dünyadan ayrılacaktır. Hülasa ve netice olarak kendime ve size; Allah için şöyle tavsiyede bulunuyorum: "Zamanımızı değerlendirelim ve düşmanlarımıza (nefis, şeytan ve dünya) aldanmayalım. Kendimizi Allah-u Zülcelal'in rahmetine müstahak edelim." Allah-u Zülcelâl Öyle merhamet sahibidir ki; insan daima O'nun merhametinden bahsetmek istiyor. Çünkü O'nun merhameti olmazsa, hiçbir mahlûkat kendisini kurtaramaz. Allah-u Zülcelal'in merhametini kazanmak; ibadet, taât ve zikirle olur. Hiçbir şey yapmadan veyahut günah işleyerek, Allah-u Zülcelal'in rahmetini beklemek çok yanlıştır. İnşallah Bizi Affedecektir Süfyan-ı Sevri (rahmetullahi aleyh) bir keresinde, Hammad (rahmetullahi aleyh) ismindeki bir zata: "Acaba Allah benim gibi bir kimseyi affeder mi?" diye sordu. Yani ben Allah'ın hakkını, yerine getiremiyorum, bu sebepten, Allah benim gibi bir kimseyi affeder mi? Demek istedi. Hammad ona şöyle dedi: "Eğer kıyamet günü'nde, beni, annem ve babamın hesaba çekmesiyle, Allah'ın hesaba çekmesi arasında, serbest bıraksalar, annem ve babam beni hesaba çekmesini değil de Allah'ın hesaba çekmesini isterim. Çünkü Allah bana karşı, anne ve babamdan daha şefkatli ve merhametlidir." Bakınız, anne ve baba, küçük çocuklarına ne kadar şefkatli ve merhametlidirler. Allah-u Zülcelâl ise kuluna onlardan çok daha fazla merhametlidir. İşte Hammad, bu sözüyle Süfyan-ı Sevri'ye Allah bu kadar merhametli iken seni nasıl affetmez demek istemiştir. Öyleyse, Allah-u Zülcelâl kullarına bu kadar merhametli ise inşaallah bizi de affedecektir. Allah-u Zülcelâl; fazlı, keremi ve ihsanıyla hepimizi bu gaflet uykusundan uyandırıp hakiki nasuh tövbesi ederek, o büyük merhamet kapısını bütün mümin kardeşlerimize nasip etsin. (Âmin) | |
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
Geri: DÜNYALIĞIN HİZMETÇİSİ OLMAYALIM
aminnn inşallah!!
esratkea- Mesaj Sayısı : 153
Nerden : istanbul
Rep :
Points : 90
Kayıt tarihi : 25/09/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz