Allah (C.C)' ın Rahmeti
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Allah (C.C)' ın Rahmeti
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hesaba çekseydi, yeryüzünde kımıldayan tek canlı bırakmazdı." (Nahl; 61)
Allah'ın kullarına karşı gösterdiği merhamet ve sabrın büyüklüğü, bu ayet-i kerime ile anlaşılmaktadır. Eğer Allah-u Zülcelal, zulümleri yüzünden insanları hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Bize, yaptığımız amel ile muamele etseydi, bizleri yokederdi. Allah-u Zülcelal gerçekten çok merhametlidir. Biz de, elimizi vicdanımıza koyarak, Allah-u Zülcelal bizlere nasıl muamele ediyorsa, bizim de ona göre kendimize çekidüzen vermemiz lazımdır. İyilik, iyiliğe karşıdır. İnsan bir kimseyi sevdiği zamanda, Allah-u Zülcelal için sevmelidir. Anlatıldığına göre, kıyamet gününde bir kişi mizanın önüne getirilerek, sevap ve günahları tartılır. Bu kimsenin günahları sevaplarından bir zerre kadar ağır gelir, onu cehenneme doğru sevk ederken bu kimse Allah-u Zülcelal'e: "Ya Rabbi! Bana müsaade et. Dünyada iken bana karşı en merhametli davranan annem idi. Onun yanına gideyim bir zerre kadar bana sevabından versin de bu azaptan kurtulayım." diye yalvarır. Allah-u Zülcelal bu kuluna müsaade eder ve bu kimse annesinin yanına gidip, annesine: "Anne, bir zerre kadar hayır eksik geldiği için cehenneme gidiyorum. Bana bir zerre kadar hayır hediye edersen, ben bu azaptan kurtulurum." der. Annesi: "Ey oğul! Benim amellerim daha tartılmadı, belki benim günahlarım da sevaplarımdan bir zerre kadar ağır gelebilir. Benim durumum belli olmadığından dolayı, sana bir şey veremem." diye cevap verir.
Bu kul, annesinden ümitsiz kalınca geri döner ve cehenneme götürülmek üzere zebanilere teslim edilir. Bu sırada, dünyada Allah için sevdiği dostlarından biri: "Beni dünyada Allah için sevdiğinden dolayı sevaplarımı sana hediye ettim." der ve hemen bu kulu cennete sevk ederler. Bu kimse cennetin yolunda aniden secdeye kapanarak: "Ya Rabbi! Senin için bana sevaplarını hediye eden kulunu affetmedikçe bende cennete girmem." diyerek münacatta bulunur. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, bu durum karşısında ikisini de affederek cenneti nasip eder.
Onun için aklımızı başımıza alalım ve birbirimizi Allah için sevelim. Hakikaten bu ahir zamanda insanlar, ahiret yolunda günbegün geriliyorlar. Allah'a çok hamd-ü sena etmeliyiz ki, bizim-kisi günden güne fazlalaşıyor. Fakat, yine de Allah-u Zülcelal'in istediği şekilde olmuyor. Dünya ehli, gece ve gündüzü ile nasıl dünyaya aşıklarsa, bizler de madem ki ehlullah olduğumuzu iddia ediyoruz, o zaman onlardan daha ziyade Allah'a aşık olalım. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Allah, kullarına çok lütufkardır." (Şura; 19)
Allah-u Zülcelal, hem merhamet sahibidir. Hem de azabı en ağır olandır. Yani Allah-u Zülcelal kendisine asi gelen kimselere şedidü'l-ikab'dır. Mü'minlere karşı da çok latif ve çok merhametlidir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet, göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilave ederek (tekrar yüze) tamamlayacaktır." (Müslim)
Hz. Peygamber (S.A.V) rahmet hakkında mü'minlere bu bilgiyi vermesinin sebebi, mü'minlerin Allah'ın kendilerine bağışlamış olduğu rahmete karşılık O'na hamd ve şükür etmeleri ve salih ameller işlemeleridir. Çünkü Allah-u Zülcelal'in rahmetini isteyen kimse, bu rahmete nail olabilmek için olanca gayreti ile iyi amel işlemelidir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyi amel işleyenlere yakındır." (A'raf; 56)
İbn-i Abbas (R.A)'ın belirttiğine göre:
"Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır..." (A'raf; 156)
mealindeki ayet nazil olunca şeytan ileri atılarak: "Ben de bir şey olduğuma göre, Allah'ın rahmetinde benimde payım var!" demiş, aynı şekilde Yahudi ve Hıristiyanlar da pay iddia etmişlerdir. Fakat yukardaki ayetin devamı olarak:
"…Fakat ben rahmetimi şirkten sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara vereceğim." (A'raf; 156)
mealindeki ayet inince şeytan Allah'ın rahmetinden ümidini kesti. Fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar: "Biz hem şirkten kaçınıyor hem zekat veriyoruz ve hem de O'nun ayetlerine inanıyoruz." deyince aşağıdaki ayet nazil oldu:
"Rahmetime nail olanlar, Ümmî Resule ve Peygambere uyanlardır." (A'raf; 157)
Bu ayet inince yahudi ve hıristiyanlar da Allah'ın rahmetinden ümitlerini kestiler. Böylece Allah'ın rahmetinin sadece mü'minlere mahsus olduğu meydana çıktı.
Buna göre her mü'min kendisine iman bağışladığı ve adını mü'minler arasında kattığı için Allah-u Zülcelal'e hamd etmeli ve günahlarını bağışlamasını dilemelidir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır." buyurdu. "Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resulü?" dediler. Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: "Evet, Allah affı ve rahmeti ile muâmele etmezse ben de! Ancak Allah beni rahmeti ile bürürse kurtulabilirim." (Buhari)
Hz. Ömer (R.A) şöyle anlatmıştır: "Resulullah (S.A.V)'e bir grup esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu kadın (sağa sola) koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. (Dikkatleri çeken bu manzara karşısında), Resulullah (S.A.V) : "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler: "Hayır!" diye cevap verince, şöyle buyurdu: "(Bilin ki), Allah'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden fazladır." (Buhari, Müslim)
Ben, kendi şahsım, daima Allah-u Zülcelal'in merhametinden bahsetmek istiyorum. Çünkü Allah-u Zülcelal'in merhameti gazabını geçmiştir, Hz. Peygamber (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah merhametlidir, merhameti sever." (Tirmizi)
Bir kimsenin, Allah-u Zülcelal'in "Latif" isminden pay alması için, yumuşak ahlaklı ve merhametli olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Yerde birbirinize merhamet edin ki, göktekilerde size merhamet etsin." (Tirmizi)
Bu ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre; kul Allah-u Zülcelal'in rahmetine kendisini müstehak etmek için, Allah'ın bütün mahlukatına karşı şefkatli ve merhametli davranmalıdır. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız!" (İbrahim; 34)
İnsan, Allah-u Zülcelal'in nimetlerini ne kadar saysa da, yine de saymakla bitiremez. İşte Allah-u Zülcelal'in nimetleri üzerimizde bu kadar çoktur. Bu nimetlerinin şükrünü eda etmemiz lazımdır. Birincisi dil iledir. Bakın Allah-u Zülcelal'e hamd-ü sena etmek ve O'nu dil ile zikretmek ne kadar kolaydır.
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Allah'dan gafil olanlar arasında Allah'ı zikir eden kişi, savaştan kaçanlar arasından kafirlere karşı tek başına savaşan kimse gibidir. Yine bu kimse, kapkaranlık bir ev içinde parlayan bir lamba gibidir. Yahut sonbaharda, sararmış ağaçlar arasında yaprakları taptaze, yemyeşil duran bir ağaç gibidir. Böyle bir kimseye Allah-u Zülcelal, (ölmeden) önce cennetteki yerini gösterir, tanıtır." (Ebu Nuaym, Suyûti)
Rivayete göre, Muaz bin Cebel (R.A) bir defasında: "İnsanoğlunun azaptan en kurtarıcı ameli Allah'ı zikretmektir." dedi. Dinleyicilerin: "Allah yolunda cihad etmek de ondan kurtarıcı değil mi?" diye sormaları üzerine sözlerine şöyle devam etti: "Hayır, Allah yolunda cihad etmek bile zikir kadar azaptan kurtarıcı değildir. Çünkü Allah-u Zülcelal:
"Allah'ı zikretmek, en büyük ibadettir."(Ankebut; 45) buyurmuştur."
Ashab-ı Kiram, o sıcağın, o toz dumanın altında, susuzluk çekerek harp ediyorlardı. Camide, bu serin yerde Allah'ı zikredersek, ondan daha hayırlıdır. Eğer bunu da yapmazsak, kendi nefsimize çok büyük haksızlık ediyoruz demektir. Evet, nefis: "Yapamıyorum, bana sıkıntı geliyor!" diyor. Nefis böyle dese de bir şey olmaz. Yine zikrimize devam etmemiz gerekir. Virdimize oturarak: "Ya Rabbi, bana rahmet ve feyz gönderinceye kadar huzurundan kalkmıyorum." dediğimiz zaman, Allah-u Zülcelal bizlere gönderecektir. Çünkü Allah-u Zülcelal çok merhametlidir. Bir kimse dünyayı ahiretine tercih ettiği zaman, emeli mutlaka çok uzun olur. Nitekim Enes bin Malik (R.A) şöyle anlatmıştır:
"Resulullah (S.A.V) bir çizgi çekti: "Bu insandır." dedi. Yanına bir çizgi daha çekti: "Bu da ecelidir." dedi. İkinci çizgiden uzak bir çizgi daha çekerek: 'Bu da insanın arzularıdır. İşte ecelinden daha uzak arzularına giderken, daha yakın olan eceli gelir, isteklerine kavuşamadan ölür.' " (Buhari, Nesai) buyurdu.
İşte dünyayı ahiretimize tercih ettiğimiz zaman, hırs meydana gelir. Nitekim, Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Dünyayı ne edeyim? Ben bir yolcuyum, dünya ise yol üstündeki bir ağaçtır. Yolcu, ağacın altında bir saat dinlenir ve kalkıp yoluna devam eder." (Tirmizi, Ahmed bin Hanbel, İbn Mace, Hakim)
Yolu ölümden, kabirden, mahşerden, köprüden geçen ebediyet yolcusu insan, emelini kısa tutmalı, dünyayı yolunun üstünde bir saatlik gölgelik gibi görmeli ve onunla ilişkisini bu çerçeve içinde tutmalıdır.
Uzun emel beslemek, dünyaya rağbet etmek, dert ve sıkıntıyı çoğaltır. Buna karşılık dünyayı umursamamak ve emeli kısa tutmak hem kalbi hemde vücudu rahatlatır. Dünyanın ne olduğunu bilen kimse, ona aldanmaz. Dünya fanidir ve onun lezzeti, rahatlığı ölümle sona erer. İnsanın esas uzun emel sahibi olması, ölümden gafil Olmasından dolayıdır. Halbuki ölüm, insandan hiç de uzak değildir. Ölüm genç, ihtiyar, çocuk dinlemez onun belirli bir vakti yoktur. Onun için gençliğe güvenmemek lazımdır. Çünkü bir ihtiyar ölene kadar, birçok çocuk ve genç ölür. Ölümü unutmamak, uzun emel için çok tesirli bir ilaçtır. İnsan, başkalarının öldüğünü gördüğü zaman: "Şimdi bu kişi öldü. Ben de her an ölebilirim." diye düşünmelidir. Böyle düşünen insan da kendisini ölüme hazırlar.
Ölüme hazırlık yapan bir kimse de, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerinin dışına çıkmamaya gayret gösterir ve dünya sevgisi de kalbinden kaybolur.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
"Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hesaba çekseydi, yeryüzünde kımıldayan tek canlı bırakmazdı." (Nahl; 61)
Allah'ın kullarına karşı gösterdiği merhamet ve sabrın büyüklüğü, bu ayet-i kerime ile anlaşılmaktadır. Eğer Allah-u Zülcelal, zulümleri yüzünden insanları hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Bize, yaptığımız amel ile muamele etseydi, bizleri yokederdi. Allah-u Zülcelal gerçekten çok merhametlidir. Biz de, elimizi vicdanımıza koyarak, Allah-u Zülcelal bizlere nasıl muamele ediyorsa, bizim de ona göre kendimize çekidüzen vermemiz lazımdır. İyilik, iyiliğe karşıdır. İnsan bir kimseyi sevdiği zamanda, Allah-u Zülcelal için sevmelidir. Anlatıldığına göre, kıyamet gününde bir kişi mizanın önüne getirilerek, sevap ve günahları tartılır. Bu kimsenin günahları sevaplarından bir zerre kadar ağır gelir, onu cehenneme doğru sevk ederken bu kimse Allah-u Zülcelal'e: "Ya Rabbi! Bana müsaade et. Dünyada iken bana karşı en merhametli davranan annem idi. Onun yanına gideyim bir zerre kadar bana sevabından versin de bu azaptan kurtulayım." diye yalvarır. Allah-u Zülcelal bu kuluna müsaade eder ve bu kimse annesinin yanına gidip, annesine: "Anne, bir zerre kadar hayır eksik geldiği için cehenneme gidiyorum. Bana bir zerre kadar hayır hediye edersen, ben bu azaptan kurtulurum." der. Annesi: "Ey oğul! Benim amellerim daha tartılmadı, belki benim günahlarım da sevaplarımdan bir zerre kadar ağır gelebilir. Benim durumum belli olmadığından dolayı, sana bir şey veremem." diye cevap verir.
Bu kul, annesinden ümitsiz kalınca geri döner ve cehenneme götürülmek üzere zebanilere teslim edilir. Bu sırada, dünyada Allah için sevdiği dostlarından biri: "Beni dünyada Allah için sevdiğinden dolayı sevaplarımı sana hediye ettim." der ve hemen bu kulu cennete sevk ederler. Bu kimse cennetin yolunda aniden secdeye kapanarak: "Ya Rabbi! Senin için bana sevaplarını hediye eden kulunu affetmedikçe bende cennete girmem." diyerek münacatta bulunur. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, bu durum karşısında ikisini de affederek cenneti nasip eder.
Onun için aklımızı başımıza alalım ve birbirimizi Allah için sevelim. Hakikaten bu ahir zamanda insanlar, ahiret yolunda günbegün geriliyorlar. Allah'a çok hamd-ü sena etmeliyiz ki, bizim-kisi günden güne fazlalaşıyor. Fakat, yine de Allah-u Zülcelal'in istediği şekilde olmuyor. Dünya ehli, gece ve gündüzü ile nasıl dünyaya aşıklarsa, bizler de madem ki ehlullah olduğumuzu iddia ediyoruz, o zaman onlardan daha ziyade Allah'a aşık olalım. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Allah, kullarına çok lütufkardır." (Şura; 19)
Allah-u Zülcelal, hem merhamet sahibidir. Hem de azabı en ağır olandır. Yani Allah-u Zülcelal kendisine asi gelen kimselere şedidü'l-ikab'dır. Mü'minlere karşı da çok latif ve çok merhametlidir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet, göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilave ederek (tekrar yüze) tamamlayacaktır." (Müslim)
Hz. Peygamber (S.A.V) rahmet hakkında mü'minlere bu bilgiyi vermesinin sebebi, mü'minlerin Allah'ın kendilerine bağışlamış olduğu rahmete karşılık O'na hamd ve şükür etmeleri ve salih ameller işlemeleridir. Çünkü Allah-u Zülcelal'in rahmetini isteyen kimse, bu rahmete nail olabilmek için olanca gayreti ile iyi amel işlemelidir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyi amel işleyenlere yakındır." (A'raf; 56)
İbn-i Abbas (R.A)'ın belirttiğine göre:
"Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır..." (A'raf; 156)
mealindeki ayet nazil olunca şeytan ileri atılarak: "Ben de bir şey olduğuma göre, Allah'ın rahmetinde benimde payım var!" demiş, aynı şekilde Yahudi ve Hıristiyanlar da pay iddia etmişlerdir. Fakat yukardaki ayetin devamı olarak:
"…Fakat ben rahmetimi şirkten sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara vereceğim." (A'raf; 156)
mealindeki ayet inince şeytan Allah'ın rahmetinden ümidini kesti. Fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar: "Biz hem şirkten kaçınıyor hem zekat veriyoruz ve hem de O'nun ayetlerine inanıyoruz." deyince aşağıdaki ayet nazil oldu:
"Rahmetime nail olanlar, Ümmî Resule ve Peygambere uyanlardır." (A'raf; 157)
Bu ayet inince yahudi ve hıristiyanlar da Allah'ın rahmetinden ümitlerini kestiler. Böylece Allah'ın rahmetinin sadece mü'minlere mahsus olduğu meydana çıktı.
Buna göre her mü'min kendisine iman bağışladığı ve adını mü'minler arasında kattığı için Allah-u Zülcelal'e hamd etmeli ve günahlarını bağışlamasını dilemelidir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır." buyurdu. "Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resulü?" dediler. Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: "Evet, Allah affı ve rahmeti ile muâmele etmezse ben de! Ancak Allah beni rahmeti ile bürürse kurtulabilirim." (Buhari)
Hz. Ömer (R.A) şöyle anlatmıştır: "Resulullah (S.A.V)'e bir grup esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu kadın (sağa sola) koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. (Dikkatleri çeken bu manzara karşısında), Resulullah (S.A.V) : "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler: "Hayır!" diye cevap verince, şöyle buyurdu: "(Bilin ki), Allah'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden fazladır." (Buhari, Müslim)
Ben, kendi şahsım, daima Allah-u Zülcelal'in merhametinden bahsetmek istiyorum. Çünkü Allah-u Zülcelal'in merhameti gazabını geçmiştir, Hz. Peygamber (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah merhametlidir, merhameti sever." (Tirmizi)
Bir kimsenin, Allah-u Zülcelal'in "Latif" isminden pay alması için, yumuşak ahlaklı ve merhametli olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Yerde birbirinize merhamet edin ki, göktekilerde size merhamet etsin." (Tirmizi)
Bu ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre; kul Allah-u Zülcelal'in rahmetine kendisini müstehak etmek için, Allah'ın bütün mahlukatına karşı şefkatli ve merhametli davranmalıdır. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız!" (İbrahim; 34)
İnsan, Allah-u Zülcelal'in nimetlerini ne kadar saysa da, yine de saymakla bitiremez. İşte Allah-u Zülcelal'in nimetleri üzerimizde bu kadar çoktur. Bu nimetlerinin şükrünü eda etmemiz lazımdır. Birincisi dil iledir. Bakın Allah-u Zülcelal'e hamd-ü sena etmek ve O'nu dil ile zikretmek ne kadar kolaydır.
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Allah'dan gafil olanlar arasında Allah'ı zikir eden kişi, savaştan kaçanlar arasından kafirlere karşı tek başına savaşan kimse gibidir. Yine bu kimse, kapkaranlık bir ev içinde parlayan bir lamba gibidir. Yahut sonbaharda, sararmış ağaçlar arasında yaprakları taptaze, yemyeşil duran bir ağaç gibidir. Böyle bir kimseye Allah-u Zülcelal, (ölmeden) önce cennetteki yerini gösterir, tanıtır." (Ebu Nuaym, Suyûti)
Rivayete göre, Muaz bin Cebel (R.A) bir defasında: "İnsanoğlunun azaptan en kurtarıcı ameli Allah'ı zikretmektir." dedi. Dinleyicilerin: "Allah yolunda cihad etmek de ondan kurtarıcı değil mi?" diye sormaları üzerine sözlerine şöyle devam etti: "Hayır, Allah yolunda cihad etmek bile zikir kadar azaptan kurtarıcı değildir. Çünkü Allah-u Zülcelal:
"Allah'ı zikretmek, en büyük ibadettir."(Ankebut; 45) buyurmuştur."
Ashab-ı Kiram, o sıcağın, o toz dumanın altında, susuzluk çekerek harp ediyorlardı. Camide, bu serin yerde Allah'ı zikredersek, ondan daha hayırlıdır. Eğer bunu da yapmazsak, kendi nefsimize çok büyük haksızlık ediyoruz demektir. Evet, nefis: "Yapamıyorum, bana sıkıntı geliyor!" diyor. Nefis böyle dese de bir şey olmaz. Yine zikrimize devam etmemiz gerekir. Virdimize oturarak: "Ya Rabbi, bana rahmet ve feyz gönderinceye kadar huzurundan kalkmıyorum." dediğimiz zaman, Allah-u Zülcelal bizlere gönderecektir. Çünkü Allah-u Zülcelal çok merhametlidir. Bir kimse dünyayı ahiretine tercih ettiği zaman, emeli mutlaka çok uzun olur. Nitekim Enes bin Malik (R.A) şöyle anlatmıştır:
"Resulullah (S.A.V) bir çizgi çekti: "Bu insandır." dedi. Yanına bir çizgi daha çekti: "Bu da ecelidir." dedi. İkinci çizgiden uzak bir çizgi daha çekerek: 'Bu da insanın arzularıdır. İşte ecelinden daha uzak arzularına giderken, daha yakın olan eceli gelir, isteklerine kavuşamadan ölür.' " (Buhari, Nesai) buyurdu.
İşte dünyayı ahiretimize tercih ettiğimiz zaman, hırs meydana gelir. Nitekim, Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Dünyayı ne edeyim? Ben bir yolcuyum, dünya ise yol üstündeki bir ağaçtır. Yolcu, ağacın altında bir saat dinlenir ve kalkıp yoluna devam eder." (Tirmizi, Ahmed bin Hanbel, İbn Mace, Hakim)
Yolu ölümden, kabirden, mahşerden, köprüden geçen ebediyet yolcusu insan, emelini kısa tutmalı, dünyayı yolunun üstünde bir saatlik gölgelik gibi görmeli ve onunla ilişkisini bu çerçeve içinde tutmalıdır.
Uzun emel beslemek, dünyaya rağbet etmek, dert ve sıkıntıyı çoğaltır. Buna karşılık dünyayı umursamamak ve emeli kısa tutmak hem kalbi hemde vücudu rahatlatır. Dünyanın ne olduğunu bilen kimse, ona aldanmaz. Dünya fanidir ve onun lezzeti, rahatlığı ölümle sona erer. İnsanın esas uzun emel sahibi olması, ölümden gafil Olmasından dolayıdır. Halbuki ölüm, insandan hiç de uzak değildir. Ölüm genç, ihtiyar, çocuk dinlemez onun belirli bir vakti yoktur. Onun için gençliğe güvenmemek lazımdır. Çünkü bir ihtiyar ölene kadar, birçok çocuk ve genç ölür. Ölümü unutmamak, uzun emel için çok tesirli bir ilaçtır. İnsan, başkalarının öldüğünü gördüğü zaman: "Şimdi bu kişi öldü. Ben de her an ölebilirim." diye düşünmelidir. Böyle düşünen insan da kendisini ölüme hazırlar.
Ölüme hazırlık yapan bir kimse de, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerinin dışına çıkmamaya gayret gösterir ve dünya sevgisi de kalbinden kaybolur.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Geri: Allah (C.C)' ın Rahmeti
ALLAH (CC) RAHMETİNİ VE MERHAMETİNİ CÜMLEMİZDEN EKSİK ETMESİN İNŞALLAH!
ALLAH RAZI OLSUN ...
ALLAH RAZI OLSUN ...
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz