Sen Buna Yaşamak mı Diyorsun!
:: EDEBİYAT DÜNYASI :: Makaleler
1 sayfadaki 1 sayfası
Sen Buna Yaşamak mı Diyorsun!
Sen Buna Yaşamak mı Diyorsun!
“Sabahın köründe acı bir zil sesiyle uyanıyor, palas pandıras tuvalete ve lavaboya koşturuyor, servisi ya da otobüsü kaçırmamak için elindeki poğaçayı dişleyerekten seğirtiyor, bir bedenlik yer açabilmek için epey bir mücadele verdikten sonra, tütün kokularına karışan deodorant kokularıyla yarı sarhoş olmuş bir vaziyette işyerine ulaşıyor, müdürün ya da şefin çatık kaşlarının gölgesinde kartını basıyor, öğleye kadar kah odalar arasında mekik dokuyarak, kah ıstampa, mühür, damga girdabında savrularak, kah bir klavyenin tuşlarında tıkırtıya dönüşerek, kah müşterinin karşısında dinlermiş gibi yaparak saatlerini geçiriyorsun”
İnsan, ekmeksiz, susuz yaşar ama rüyasız, idealsiz yaşayamaz.
Rüyaların biyolojik ve fizyolojik yanıyla uğraşanlara bakılırsa, insanın asıl ihtiyaç duyduğu şey uyku değil, uykunun meyvesi olan rüyadır. Uykuya varıyorsak, rüyaya varmak içindir. Kalıbımızı dinlenmeye alıyorsak, bunun temini ancak rüyalanma ile söz konusudur. Bu tespiti dikkate alacak olursak, rüya görmeyen, kalıp halinde yatıp paket halinde uyanan kişi, rahata erememekte, dinlenememektedir. Yani bir bakıma rüya görmemek, bir tür rahatsızlıktır.
Yine rüya üzerine kafa yoranlara kulak kesilecek olursak, rüya görmemek diye bir şey de mevzubahis değildir. Herkes bir şekilde rüya görür, ancak gördüğü rüyayı hatırlamayan kişiler vardır. Gece boyu rüya görmüş olsa bile, gördüklerini hafızası bir şekilde sümenaltı ediyorsa gerçekten rüya görmemiş gibi bir durum ortaya çıkabilir. Ya da sahiden rüya görmeyen vak’alar da vardır ki, bunun maddi ve manevi pek çok sebebi vardır. Hem gördüğü rüyayı hatırlamayanlar, hem de hiçbir biçimde rüya görmeyenler için belki şu semptomlardan bahsedilebilir: Sadece gövde düzeyinde, sadece yeme, içme, üreme ve boşaltım biçiminde somut bir hayat yaşamak. Düşünce, duygu ve kadim ulemamızın ‘latifeler’ diye ifade ettiği ince hissiyat adına hiçbir şey yaşamamak. Bunları tamamen rafa kaldırmak. Siz buna bir tür zombileşme de diyebilirsiniz.
Sabahın köründe acı bir zil sesiyle uyanıyor, palas pandıras tuvalete ve lavaboya koşturuyor, servisi ya da otobüsü kaçırmamak için elindeki poğaçayı dişleyerekten seğirtiyor, bir bedenlik yer açabilmek için epey bir mücadele verdikten sonra, tütün kokularına karışan deodorant kokularıyla yarı sarhoş olmuş bir vaziyette işyerine ulaşıyor, müdürün ya da şefin çatık kaşlarının gölgesinde kartını basıyor, öğleye kadar kah odalar arasında mekik dokuyarak, kah ıstampa, mühür, damga girdabında savrularak, kah bir klavyenin tuşlarında tıkırtıya dönüşerek, kah müşterinin karşısında dinlermiş gibi yaparak saatlerini geçiriyorsun. Saat kampana zili gibi 12.30’u gösterdiğinde ‘Hımmmm, evet, acıkmış olmam gerek’ diyerek acıktığına hükmediyor, yemek fişinle yemeğe iniyor, temcid pilavı gibi her hafta aynı listeyle önüne gelen yemeği tıkınıyor, hazmı kolaylaştırmak için ya çaycı Nurettin’den ya da kahve makinesinden sıcak içeceğini alıyor, böylece üretim adına biraz daha zindeleştikten sonra öğleden önceki teraneye aynen devam ediyorsun. Peki diyelim ki buna mecbursun, ekmek parası, rızık kaygısı, vesile-i maişet… Ya iş çıkışı ne yapıyorsun? Yol üstünde market mabedinde bir parça alışveriş ayini yapıp eve geliyorsun. Çok yorgun, hatta bitik olduğunu düşünüyorsun. Yemeği mideye yuvarlayıp, üstüne de çayı höpürdettikten sonra, ‘Kafam çok dolu, kafamı boşaltmam gerek’ diyorsun ve o malum kumanda savaşlarından sonra televizyonun karşısına kuruluyorsun. O kanal senin bu kanal benim zihnini ordan oraya zıplattıktan sonra, haber ve magazin programlarında bazen köpürerek, bazen gevşeyerek kendini uykunun kollarına bırakıyorsun.
Biçare modern insanın hayatı nerde olursa olsun üç aşağı beş yukarı böyle geçmemekte midir? Senin hayatın, benim hayatım, onun hayatı. İyi ama kendisi baştan sona bir kalın uykudan ibaret olan bu yaşama tarzının rüya, ideal, ufuk neresinde? Bu uykunun içinde rüya yok ki! Rüya olmayınca, sadece kalıbı dinlendirme esasına dayalı bir biyolojik ömür yaşayınca, varlığımızın içine konulmuş olan ruh, kalp, akıl, onca yetenek, onca duygu, onca zeka, onca sezgi, onca latife ne halt edecektir.
Zihnime doluşan çağrışımlar arasından, ünlü zenci lider, özgürlük tutkunu Martin Luther King’in meşhur sloganı yankılanıyor içimde: “Bir rüyam var.”
Gökyüzünün hüzünlü temaşacısı, bir kainat seyyahı olan Said Nursi’nin ‘Gaye-i Hayal olmazsa ezhan enelere döner’ tespiti uğulduyor zihnimde. Kendisine gaye ve hayal olarak sadece para kazanmak, mal mülk edinmek, araba almak, üniversiteyi bitirmek telkin edilen, ‘aferin benim oğlum okuyup adam olacak’ derken, Mağaradaki Münzevi’ye gelen Meleğin kainatı, kendini, hayatı, vahyi ‘Oku’maktan bahsedişiyle hiçbir alakası olmayan ideallerin sunulduğu zavallı, hakikat yetimi nesiller, körpecik insanlar gözümün önünden geçiyor.
Son olarak da, mezarlıkta ‘furdu furdu furuldi’ diyerek Dursun’a mezarları gösteren Temel’in, ‘Bak, bu da benim mezarım, furuldim ve öldim’ dediğinde, Dursun’un ‘Ama yaşiyursun daaa, aha karşimdasin, bu nasil iştur?’ diye itiraz etmesiyle söylediği o müthiş cümle aklıma geliyor:
‘Sen buna yaşamak mı deyisun!’
YuSuF öZKaN öZBuRuN
“Sabahın köründe acı bir zil sesiyle uyanıyor, palas pandıras tuvalete ve lavaboya koşturuyor, servisi ya da otobüsü kaçırmamak için elindeki poğaçayı dişleyerekten seğirtiyor, bir bedenlik yer açabilmek için epey bir mücadele verdikten sonra, tütün kokularına karışan deodorant kokularıyla yarı sarhoş olmuş bir vaziyette işyerine ulaşıyor, müdürün ya da şefin çatık kaşlarının gölgesinde kartını basıyor, öğleye kadar kah odalar arasında mekik dokuyarak, kah ıstampa, mühür, damga girdabında savrularak, kah bir klavyenin tuşlarında tıkırtıya dönüşerek, kah müşterinin karşısında dinlermiş gibi yaparak saatlerini geçiriyorsun”
İnsan, ekmeksiz, susuz yaşar ama rüyasız, idealsiz yaşayamaz.
Rüyaların biyolojik ve fizyolojik yanıyla uğraşanlara bakılırsa, insanın asıl ihtiyaç duyduğu şey uyku değil, uykunun meyvesi olan rüyadır. Uykuya varıyorsak, rüyaya varmak içindir. Kalıbımızı dinlenmeye alıyorsak, bunun temini ancak rüyalanma ile söz konusudur. Bu tespiti dikkate alacak olursak, rüya görmeyen, kalıp halinde yatıp paket halinde uyanan kişi, rahata erememekte, dinlenememektedir. Yani bir bakıma rüya görmemek, bir tür rahatsızlıktır.
Yine rüya üzerine kafa yoranlara kulak kesilecek olursak, rüya görmemek diye bir şey de mevzubahis değildir. Herkes bir şekilde rüya görür, ancak gördüğü rüyayı hatırlamayan kişiler vardır. Gece boyu rüya görmüş olsa bile, gördüklerini hafızası bir şekilde sümenaltı ediyorsa gerçekten rüya görmemiş gibi bir durum ortaya çıkabilir. Ya da sahiden rüya görmeyen vak’alar da vardır ki, bunun maddi ve manevi pek çok sebebi vardır. Hem gördüğü rüyayı hatırlamayanlar, hem de hiçbir biçimde rüya görmeyenler için belki şu semptomlardan bahsedilebilir: Sadece gövde düzeyinde, sadece yeme, içme, üreme ve boşaltım biçiminde somut bir hayat yaşamak. Düşünce, duygu ve kadim ulemamızın ‘latifeler’ diye ifade ettiği ince hissiyat adına hiçbir şey yaşamamak. Bunları tamamen rafa kaldırmak. Siz buna bir tür zombileşme de diyebilirsiniz.
Sabahın köründe acı bir zil sesiyle uyanıyor, palas pandıras tuvalete ve lavaboya koşturuyor, servisi ya da otobüsü kaçırmamak için elindeki poğaçayı dişleyerekten seğirtiyor, bir bedenlik yer açabilmek için epey bir mücadele verdikten sonra, tütün kokularına karışan deodorant kokularıyla yarı sarhoş olmuş bir vaziyette işyerine ulaşıyor, müdürün ya da şefin çatık kaşlarının gölgesinde kartını basıyor, öğleye kadar kah odalar arasında mekik dokuyarak, kah ıstampa, mühür, damga girdabında savrularak, kah bir klavyenin tuşlarında tıkırtıya dönüşerek, kah müşterinin karşısında dinlermiş gibi yaparak saatlerini geçiriyorsun. Saat kampana zili gibi 12.30’u gösterdiğinde ‘Hımmmm, evet, acıkmış olmam gerek’ diyerek acıktığına hükmediyor, yemek fişinle yemeğe iniyor, temcid pilavı gibi her hafta aynı listeyle önüne gelen yemeği tıkınıyor, hazmı kolaylaştırmak için ya çaycı Nurettin’den ya da kahve makinesinden sıcak içeceğini alıyor, böylece üretim adına biraz daha zindeleştikten sonra öğleden önceki teraneye aynen devam ediyorsun. Peki diyelim ki buna mecbursun, ekmek parası, rızık kaygısı, vesile-i maişet… Ya iş çıkışı ne yapıyorsun? Yol üstünde market mabedinde bir parça alışveriş ayini yapıp eve geliyorsun. Çok yorgun, hatta bitik olduğunu düşünüyorsun. Yemeği mideye yuvarlayıp, üstüne de çayı höpürdettikten sonra, ‘Kafam çok dolu, kafamı boşaltmam gerek’ diyorsun ve o malum kumanda savaşlarından sonra televizyonun karşısına kuruluyorsun. O kanal senin bu kanal benim zihnini ordan oraya zıplattıktan sonra, haber ve magazin programlarında bazen köpürerek, bazen gevşeyerek kendini uykunun kollarına bırakıyorsun.
Biçare modern insanın hayatı nerde olursa olsun üç aşağı beş yukarı böyle geçmemekte midir? Senin hayatın, benim hayatım, onun hayatı. İyi ama kendisi baştan sona bir kalın uykudan ibaret olan bu yaşama tarzının rüya, ideal, ufuk neresinde? Bu uykunun içinde rüya yok ki! Rüya olmayınca, sadece kalıbı dinlendirme esasına dayalı bir biyolojik ömür yaşayınca, varlığımızın içine konulmuş olan ruh, kalp, akıl, onca yetenek, onca duygu, onca zeka, onca sezgi, onca latife ne halt edecektir.
Zihnime doluşan çağrışımlar arasından, ünlü zenci lider, özgürlük tutkunu Martin Luther King’in meşhur sloganı yankılanıyor içimde: “Bir rüyam var.”
Gökyüzünün hüzünlü temaşacısı, bir kainat seyyahı olan Said Nursi’nin ‘Gaye-i Hayal olmazsa ezhan enelere döner’ tespiti uğulduyor zihnimde. Kendisine gaye ve hayal olarak sadece para kazanmak, mal mülk edinmek, araba almak, üniversiteyi bitirmek telkin edilen, ‘aferin benim oğlum okuyup adam olacak’ derken, Mağaradaki Münzevi’ye gelen Meleğin kainatı, kendini, hayatı, vahyi ‘Oku’maktan bahsedişiyle hiçbir alakası olmayan ideallerin sunulduğu zavallı, hakikat yetimi nesiller, körpecik insanlar gözümün önünden geçiyor.
Son olarak da, mezarlıkta ‘furdu furdu furuldi’ diyerek Dursun’a mezarları gösteren Temel’in, ‘Bak, bu da benim mezarım, furuldim ve öldim’ dediğinde, Dursun’un ‘Ama yaşiyursun daaa, aha karşimdasin, bu nasil iştur?’ diye itiraz etmesiyle söylediği o müthiş cümle aklıma geliyor:
‘Sen buna yaşamak mı deyisun!’
YuSuF öZKaN öZBuRuN
VUSLATZELİHA- Mesaj Sayısı : 182
Nerden : ANKARA
Rep :
Points : 30
Kayıt tarihi : 31/07/08
:: EDEBİYAT DÜNYASI :: Makaleler
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz