Ceylân Çalışkan Ağabey
1 sayfadaki 1 sayfası
Ceylân Çalışkan Ağabey
Abdülkadir Ceylân Çalışkan l929 yılında Emirdağ'da dünyaya gelmişti. Babası Mehmed Çalışkan, annesi ise Ayşe Çalışkan'dı. Küçük yaşta annesini kaybeden Ceylân Çalışkan annesiz, öksüz olarak büyüyordu. l944'ün yaz sonlarında Emirdağ'a gelen Üstada bütün Çalışkan ailesi yardıma ve hizmete koşmuştu.
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad: "Oğlun mu?' "Evet.' "Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim: "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?" "İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu. "Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
Abdülkadir Ceylân Çalışkan l929 yılında Emirdağ'da dünyaya gelmişti. Babası Mehmed Çalışkan, annesi ise Ayşe Çalışkan'dı. Küçük yaşta annesini kaybeden Ceylân Çalışkan annesiz, öksüz olarak büyüyordu. l944'ün yaz sonlarında Emirdağ'a gelen Üstada bütün Çalışkan ailesi yardıma ve hizmete koşmuştu.
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad: "Oğlun mu?' "Evet.' "Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim: "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?" "İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu. "Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad. "Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver' dedi. "Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik' dedim. "Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti." İşte bundan sonra, Ceylân Çalışkan, zekâsıyla, dehasıyla, eşsiz kabiliyetleriyle, asrın sultanına, dâhi-i âzam Üstada talebe, hizmetkâr ve manevî bir evlât olmuştu-tıpkı kardeşlerinin evlâtları Abdurrahman ve Fuad gibi..
Ceylân'ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu. "Üstadına 'Allaha ısmarladık' diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur'ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti: 'Sen Risale-i Nur'un esaslarını hareketlerinle yaşa!" "Sonra bir not verdi. Bu notlarda, 'Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!' diye yazmıştı. "Ceylân Urfa'ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. 'Bunu benim için yazmış' demiş. "Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, 'Baba, ne yapayım?' diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk. "Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın' diyerek cevap vermişti. "Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı. "Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân'ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı. "Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi.
"Buyurdu ki: "Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır. "Ceylân'ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir. "Üstad, 'Bu usûl zor' demişti. 'Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.' Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.
"l948 senesinde tevkif edildiğimiz zaman sadece bizim Çalışkan ailesinden altı kişi vardı. Ceylân o zaman l9 yaşlarındaydı. Yani Ceylân genç ve körpe yaşında zindanlara atılmıştı...
Ceylân'ın Üstadla alâkası pek çok hatıraları bulunmaktadır.. Bunlardan tesbit edebildiklerimi anlatayım: Kavunun başına gelenler
Üstad bir gün kavunun başını kesmiş, içinin yumuşağını kaşıkla yemiş, kalan sert kısmı da "Bunu götürün, teberrüken yiyin" demiş. Bakraç gibi olan bu kavunu Ceylân bir rafa koymuş, bir-iki gün sonra bu kavunu almış, ipten kulp takmış ve iki katlı evin üst penceresinden, kuyuya sarkıtır gibi aşağıya sarkıtmış, çekmiş, böylece oynamış. Üstad kavunu ne yaptıklarını Ceylân'a sorduğu zaman, olduğu gibi anlatınca, "Peki," demiş, "Doğru söylediğin için bu sefer sizi affettim."
"Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin"
Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı: "Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
Ceylân Çalışkan l947 senesinde Eskişehir'de Gençlik Rehberi'ni bastırmıştı. Emirdağlı bozuk bir adam Ceylân Çalışkan'a hakaretler edip, hadise çıkarmak istemişti. Çok mecbur ve muztar kalan Ceylân Çalışkan adamı ağzından vurmuştu. Adam bir müddet konuşamamış ve kendisini kimin vurduğunu söyleyememişti. Ancak hadiseden bir sene sonra kendisi Ceylân Çalışkan'la uğraşmaya başlayarak, onun ceza almasını sağlamıştı"
Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" Sabahleyin bir seher vakti, Barla dağlarında giderken, üstad önden giden Zübeyir Gündüzalp ile Ceylân Çalışkan'ı göstererek, "Bu ikisi şehittir" demişti. Mustafa Sungur, "Üstadım, dua et de ben de şehit olayım," deyince, Üstad "Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" diye buyurmuştu.
Üstad, Ceylân'dan çok memnundu. "Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim" derdi. Bir gün "Ceylân, senin hayatın uhrevîdir. Eğer dünyevî olsa pek azdır!" diyen Üstad, babası Mehmed Çalışkan'a ise, "Bu oğlunun iyiliği, babanın sana ettiği dualarının neticesidir" demişti.
Küçük yaşta Üstada manevî bir evlat olan Ceylân Çalışkan, hiçbir kimsenin yapmadığı ve yapamadığı lâtifeleri, şakaları yapmıştı. Yine bunlardan tesbit edebildiklerimi, lâtif lâtifelerini anlatayım: Üstad bir gün arabada giderken Ceylân Çalışkan'a radyoyu açtırmış. Mustafa Sungur bu durumu bilmediği için, Ceylân hem radyoyu kapamıyor, hem de gülüyormuş. Mustafa Sungur'un ısrarıyla Ceylân radyoyu kapatınca, Üstad, "Ceylân, radyoyu aç, Sungur da dinlesin!" demiş ve "Kardaşlarım, ben sizin dinlediğiniz gibi dinlemiyorum" diyerek radyodaki hava zerrelerinin vazifeleriyle alâkalı dersler vermiş.
*** Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, "Ceylân, size malta eriği alacağım" deyince, Ceylân, "Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?" diyerek mukabele etmiş.
"Ben oklava yedim"
üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, "Ben oklava yedim Üstadım" diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.
"Nine ihtiyardır"
Bahar günü arabayla kır gezintisi yaparken otlayan koyunların, kuzuların yanından geçerken. Üstad, "Ceylân, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin" deyince, Ceylân "Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım" diye cevap vermiş.
"Zekeriya'nın dolmuşu "
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad , böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sarsarak, hemen cevap vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş. Üstadım."
"Bir huri bana yeter"
Üstad iman ve Kur'ân hizmetini ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: "Üstadım, bir tanesi yeter bana."
l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:
"Ağustos'un dördüncü haftası
"Said ve çantası "
Birinci şubeden bırakıp kaçtı
"Başımıza sevaplı belâlar açtı."
Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, "Bunu kim yazdı?" diye sormuştu. "İçinizden en eski kimse onunla konuşalım" diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan, "Eskilere itibar olsa, bit pazarına nur yağardı" diye şaka yapmıştı.
Harbiyede sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylân Çalışkan şu lâtifeleri satırları yazmıştı:
"Saat on bire geldi
Yemeğe hâcet kalmadı
Halimize demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassıada'ya gitmeye hacet kalmadı."
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad: "Oğlun mu?' "Evet.' "Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim: "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?" "İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu. "Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
Abdülkadir Ceylân Çalışkan l929 yılında Emirdağ'da dünyaya gelmişti. Babası Mehmed Çalışkan, annesi ise Ayşe Çalışkan'dı. Küçük yaşta annesini kaybeden Ceylân Çalışkan annesiz, öksüz olarak büyüyordu. l944'ün yaz sonlarında Emirdağ'a gelen Üstada bütün Çalışkan ailesi yardıma ve hizmete koşmuştu.
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır: "Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad: "Oğlun mu?' "Evet.' "Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim: "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?" "İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu. "Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad. "Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver' dedi. "Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik' dedim. "Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti." İşte bundan sonra, Ceylân Çalışkan, zekâsıyla, dehasıyla, eşsiz kabiliyetleriyle, asrın sultanına, dâhi-i âzam Üstada talebe, hizmetkâr ve manevî bir evlât olmuştu-tıpkı kardeşlerinin evlâtları Abdurrahman ve Fuad gibi..
Ceylân'ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu. "Üstadına 'Allaha ısmarladık' diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur'ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti: 'Sen Risale-i Nur'un esaslarını hareketlerinle yaşa!" "Sonra bir not verdi. Bu notlarda, 'Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!' diye yazmıştı. "Ceylân Urfa'ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. 'Bunu benim için yazmış' demiş. "Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, 'Baba, ne yapayım?' diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk. "Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın' diyerek cevap vermişti. "Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı. "Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân'ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı. "Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi.
"Buyurdu ki: "Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır. "Ceylân'ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir. "Üstad, 'Bu usûl zor' demişti. 'Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.' Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.
"l948 senesinde tevkif edildiğimiz zaman sadece bizim Çalışkan ailesinden altı kişi vardı. Ceylân o zaman l9 yaşlarındaydı. Yani Ceylân genç ve körpe yaşında zindanlara atılmıştı...
Ceylân'ın Üstadla alâkası pek çok hatıraları bulunmaktadır.. Bunlardan tesbit edebildiklerimi anlatayım: Kavunun başına gelenler
Üstad bir gün kavunun başını kesmiş, içinin yumuşağını kaşıkla yemiş, kalan sert kısmı da "Bunu götürün, teberrüken yiyin" demiş. Bakraç gibi olan bu kavunu Ceylân bir rafa koymuş, bir-iki gün sonra bu kavunu almış, ipten kulp takmış ve iki katlı evin üst penceresinden, kuyuya sarkıtır gibi aşağıya sarkıtmış, çekmiş, böylece oynamış. Üstad kavunu ne yaptıklarını Ceylân'a sorduğu zaman, olduğu gibi anlatınca, "Peki," demiş, "Doğru söylediğin için bu sefer sizi affettim."
"Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin"
Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı: "Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
Ceylân Çalışkan l947 senesinde Eskişehir'de Gençlik Rehberi'ni bastırmıştı. Emirdağlı bozuk bir adam Ceylân Çalışkan'a hakaretler edip, hadise çıkarmak istemişti. Çok mecbur ve muztar kalan Ceylân Çalışkan adamı ağzından vurmuştu. Adam bir müddet konuşamamış ve kendisini kimin vurduğunu söyleyememişti. Ancak hadiseden bir sene sonra kendisi Ceylân Çalışkan'la uğraşmaya başlayarak, onun ceza almasını sağlamıştı"
Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" Sabahleyin bir seher vakti, Barla dağlarında giderken, üstad önden giden Zübeyir Gündüzalp ile Ceylân Çalışkan'ı göstererek, "Bu ikisi şehittir" demişti. Mustafa Sungur, "Üstadım, dua et de ben de şehit olayım," deyince, Üstad "Talebe-i ulûmun ölümü şehadettir" diye buyurmuştu.
Üstad, Ceylân'dan çok memnundu. "Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim" derdi. Bir gün "Ceylân, senin hayatın uhrevîdir. Eğer dünyevî olsa pek azdır!" diyen Üstad, babası Mehmed Çalışkan'a ise, "Bu oğlunun iyiliği, babanın sana ettiği dualarının neticesidir" demişti.
Küçük yaşta Üstada manevî bir evlat olan Ceylân Çalışkan, hiçbir kimsenin yapmadığı ve yapamadığı lâtifeleri, şakaları yapmıştı. Yine bunlardan tesbit edebildiklerimi, lâtif lâtifelerini anlatayım: Üstad bir gün arabada giderken Ceylân Çalışkan'a radyoyu açtırmış. Mustafa Sungur bu durumu bilmediği için, Ceylân hem radyoyu kapamıyor, hem de gülüyormuş. Mustafa Sungur'un ısrarıyla Ceylân radyoyu kapatınca, Üstad, "Ceylân, radyoyu aç, Sungur da dinlesin!" demiş ve "Kardaşlarım, ben sizin dinlediğiniz gibi dinlemiyorum" diyerek radyodaki hava zerrelerinin vazifeleriyle alâkalı dersler vermiş.
*** Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, "Ceylân, size malta eriği alacağım" deyince, Ceylân, "Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?" diyerek mukabele etmiş.
"Ben oklava yedim"
üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, "Ben oklava yedim Üstadım" diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.
"Nine ihtiyardır"
Bahar günü arabayla kır gezintisi yaparken otlayan koyunların, kuzuların yanından geçerken. Üstad, "Ceylân, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin" deyince, Ceylân "Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım" diye cevap vermiş.
"Zekeriya'nın dolmuşu "
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad , böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sarsarak, hemen cevap vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş. Üstadım."
"Bir huri bana yeter"
Üstad iman ve Kur'ân hizmetini ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: "Üstadım, bir tanesi yeter bana."
l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:
"Ağustos'un dördüncü haftası
"Said ve çantası "
Birinci şubeden bırakıp kaçtı
"Başımıza sevaplı belâlar açtı."
Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, "Bunu kim yazdı?" diye sormuştu. "İçinizden en eski kimse onunla konuşalım" diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan, "Eskilere itibar olsa, bit pazarına nur yağardı" diye şaka yapmıştı.
Harbiyede sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylân Çalışkan şu lâtifeleri satırları yazmıştı:
"Saat on bire geldi
Yemeğe hâcet kalmadı
Halimize demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassıada'ya gitmeye hacet kalmadı."
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
Geri: Ceylân Çalışkan Ağabey
Sinekten kısas
Kafası pek çalışmayan, sâfi kalb, hemen aldatılabilen kimselere zeki ve nükteli buluşuyla "Kardeşimiz fazla mübarek" diye takılan Ceylân Çalışkan, çok konuşan, çenesi kuvvetli kimseleri de "Kardeşimiz az konuşmanın faziletine dair beş saat konuşabilir" diye şakayla hicvedermiş.
Çalışkanlar hanedanının asil bir mensubu olan Ceylân Çalışkan bahsini rahmetlere ve dualara vesile olması dileğiyle lâtifeli hatıraları ile bağlıyalım:
Barla'nın Çam dağlarında yabani ve iri bir sivrisinek Ceylân'ın eline konmuş emerken, Çalışkan elindeki makasla sineğin ayağını kesmek istemiş, Üstad ise "Keçeli ne yapıyorsun?" deyince Ceylân Çalışkan, "Kısas yapıyorum Üstadım" demiş. Üstad ise "O seni hacamat yapıyor" diye mukabele etmiş.
"Top ne işe yarar?"
Yine bir gün, Ceylân Çalışkan'ın amcası oğlu Zeki Çalışkan, Ceylân çalışkan'ın üvey kardeşi Sadık Çalışkan ile reyahin çiçekleri toplamış, Keçili köyü civarında üstada götürmek, hem de orada top oynamak için, yol kenarından giderken Üstad faytonda, Ceylân Çalışkan ise arabanın atını sürmekte iken, yol kenarında giden kardeşini ve amca oğlunu görmüş. Arabayı durdurarak, iki çocuğu da arabaya almışlar. Utanarak topu arkalarına saklamak istemişler. Bu esnada Üstad "Bu nedir?" diye topu sormuş. Zeki Çalışkan utanç içinde cevap verememiş, sadece ve sessizce, suçluluk psikolojisi içinde "Top!" diyebilmiş. Üstad ise "Bu ne işe yarar?" deyince Zeki Çalışkan daha da utanmış, ama yine Ceylân Çalışkan imdada yetişerek, topu tarif etmeye başlamıştı: "Üstadım, bu topu atarlar, tekrar yakalamak için peşinden koşarlar" deyince Üstad "Fesübhanallah" diye tebessümle karşılamış.
Zübeyir Gündüzalp'in bir notunda ise Ceylân Çalışkan'a hitaben şunları okumaktayız: "Aziz, kahraman Ceylân!
"Bugün ne halde olduğunuzu bilemiyoruz. Yalnız hadsiz şükür diyebiliyoruz. "Hazret-i Üstadımız eve yerleşti. Size ve umuma selâm getirmek için gönderdi. Sizde Meyve varmış, onu verin, göndereceğim. Binler selâm ellerinizden öperim. Bütün ruhumuzla beraber sizinle beraberiz.
Zübeyir
Üstadın kendi el yazılı notlarının bulunduğu bir başka pusulada ise Ceylân Çalışkan'ın şu cevabını okumaktayız: "Çok muhterem, sevgili Üstadım Efendim, "Emir buyurduğunuz yazı acele ve yalnız yazdığımdan matluba muvafık olamadı. Af buyurun. "Saniyen: Asiye Hanım hatm-i Kur'ân etmiş. Sûre-i Fil'den itibaren okunarak Efendimizden hatim duası rica ediyor. "Salisen: Ziya teklif edilen iş hakkında kat'î red kararı vermiş. Gücendirmeden Asiye'ye bildireceğiz. Ellerinizden öperim. Ceylân. Üstad Bediüzzaman'ın kendi el yazısıyla Ceylân Çalışkan'a hitaben birkoç pusula ve notları bulunmaktadır. Bunların bir kısmını takdim ediyorum:
Bunlar "Üçüncü medrese-i Yusufiye hatıratından vecize ve lâtif mektuplar" başlığı altında takdim edilmektedir. Bunlardan Ceylân'a hitaben yazılanlar:
"Ceylân! "Bir sene çamaşırlarımı yıkayan Rabia bana bir gömlek, bir parça kömür göndermiş. Ben bir senede ona çok minnettar olduğumdan, onun hediyesini geri çevirmem. Fakat faidem bulunmak için bana Mekke'den gelen zemzemi ve hurmaları ona mukabil çok selâmla beraber gönderiniz."
"Ceylân! "Bana ve Nur'lara ait kırk küsur sahife kararnameden benim için yazılan ve tashih ettiğim iki parça zayi olmasın. Ve size lüzumu kalmadığı vakit bana gönderiniz. Hem son yazdığım pusulayı benim defterime göre küçük yapraklarda yazınız. Belki bana lâzım olur. Bana gönderiniz. "Mehmed Ali dilimi anlamıyor. Ben demiştim ki; Zübeyir ile Sungur Nur'un kahramanlarıdır. Her biri yirmi-otuz yeni talebelerden ziyade ehemmiyetleri vardır. Ben bir sebepten telâş ettim. Acaba hiç sarsılmayan bu iki Abdurrahman'larım bunlardan aldanabilir mi? Tam Ceylân gibi çalışmadılar."
"Ceylân! "Son yazdığım ve bu dehşetli ve zehirli hastalık tekmiline mâni olmuş parçayı Hüsrev'e gönder. O benim bedelime 'Hülâsatü'l-Hülâsa'daki ilim, irade ve kudret kısmının bir nevi tercümesini yazsın. Eğer isterse yazdığını bana tashih için göndersin. Hem bana çok dua etsinler"
"Ceylan! "Bu gönderdiğin temyiz lâyihasını Emirdağ'da baban ve amcaların yazdıysa, elbette onlardan birisi Ankara'ya gidecek ve orada dostların tensibiyle mahkemeye verebilirler. Fakat bize karşı muameleleri ne kanunîdir, ne de hakikattır. Onun için bizim kanunî ve hakikatlı müdafaalarımızı nazara almıyorlar. Bir kısmını aksülamel ile aleyhimize çeviriyorlar. Şimdi merak ettim. Acaba bizim bütün evrak ve müdafaalarımızı mahkeme-yi temyize göndermişler mi? Yoksa bunda da bizi aldatmışlar mı?"
"Ceylân! "Eğer münasip ise, Asiye ve Rabia peynirimi salamur yapsınlar. Tâ yumuşak kalsın. Hem bu tuzsuz parçayı bu şekerle beraber Asiye'ye ver. Tâ tatlı yapsınlar. "Yanımda Hüsrev'in hattıyla bir Meyve var idi. Çabuk suretini almak için Ahmet Feyzi'ye gönderdim. O koğuşta güzel yazılar var. Nöbetle yazsınlar. Ormancı güzel yazısıyla yardım etsin. Her biri bir kısmını yazsın."
Üstadın Ceylân'ın yazdığı duaların sonuna kendi el yazısıyla kaydettiği duası: "Yâ Erhamerrahimîn, ism-i azam ve Cevşen'deki isimlerini hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylân'ı ve babası Mehmed Çalışkan'ı cennetü'l Firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniyede daima muvaffak eyle. Âmin, âmin, âmin."
"Ceylân! "Hakikaten Nur kahramanı çok güzel yazmış. Hem o tarz lâzımdı. Ben çok sevindim. Kararnameye mukabil büyük müdafaatım meydana çıkması gerektir. Ve Hüccet dahi Meyve gibi resmî bir ilmî müdafaa olur. Nur'ların teksirine ve bir nümune ve vesiledir."
"Ceylân! "Senin yazı faaliyetinde bir noksan, bir tevakkuf hissediyorum. Senin gibilerin az bir sarsıntıları şimdilik beni meraklandırıyor. Sakın sakın, yoksa bir kederin mi var?" 4 Haziran l949, Cumartesi
"Ceylân! "Sen hem Hüsrev, hem bir Abdurrahman, hem de Fuad'sın. Ve vazifeni tam yapmışsın. Ve manen daima yanımdasın. Her nereye gitsen benim ve Nur'un hizmetindesin. Yanımda aynen Hüsrev gibi hazırsın, müfarakat yok. Hemen müracaatla o dördüncü medreseye gitmeye çalış,"
"Ceylân! "Isparta'dan Diyanet Riyasetine verilmek üzere bana gönderilen ve tevkifimizden sonra, Emirdağ'a gelen kitaplardan Darü'l-Fünûn parasına mukabil Ziya'ya verilsin. Hem Hacı Nazif'in ve Âtıf'ın hediyeleri Zübeyir ve Ziya ve Ceylân ve hissesine mukabil bir nevi fiyat verecek Said ortasında taksim edeceksiniz. Emirdağ'daki Hatice çoktan beridir Sultan, Fethiye ve Şadiye, vesair hemşirelerimin isimlerini beraber söylerken bu Hatice daima beraberdir."
"Ceylân! "Ben onu unutmuştum. Emirdağ'daki Isparta'dan gelen kitaplar benim tashihimden geçmemişler. Tahliyemden sonra veya ona bir çare bulunsa tashih edilecek, inşaallah."
"Ceylân! "Şiddetli bir ihtar ile bildim ki; sen ve Ahmed Feyzi Nur'un mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete ve yalnız lüzum-u kat'i olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde pek ziyade zararlı, mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nur'lara çok zarar vermiş. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiş. Ben senden ve Ahmed Feyzi'den gücendim. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nur'larla ve Tahirî gibi yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.
"Ceylân! "Sana hizmeti sebebiyle burada Nur'lara ehemmiyetli bir faidesi bulunan Süleyman'ı bir parça mahzun, perişan gördüğümde merak ettim. O da senin gibi bir evlâdımdır. Hem bugün bir saat evvel hafif bir zelzele oldu. Siz de hissettiniz mi?"
"Ceylân! "Yağımı gönderdim. Ta tuzlansın, bozulmasın. Bir kısmı tenekeye konulsun. Ve bana mahsus üç kitabı gönderdim. Okusunlar, muattal kalmasın. Bir Ayetül'l-Kübra'yı ben okuyorum. Sonra onu da sana göndereceğim. Benim destilerimi su doldurmaya geldiği vakit dikkat ediniz. Hem kapılarım, hem yemeğe ait şeylerime dikkat. Bana suikast ihtimali kavîdir. Düşmanlar parmaklarını buraya sokmuşlar. "Abdülkadir merak etmesin. Mahkemeye vermesini işittim. Şahidsiz, emaresiz, dâvâsız mütecaviz adamın cüzî yaralanmasından size iftira edilmesinin ehemmiyeti yok. Eğer faraza bütün bütün haksız bir surette zulmen bir senelik ceza verilse dahi zararı yok. Başka hapse nakil ile Nur'lara hizmet edebilirsin."
"Ceylân! "Bir işaret gördüm, telâş ettim. Altıncıdaki kardaşlarımızın tam muhabbet ve tesanütleri devam eder mi? Ve başka kardaşlarımızın hapislerinde soğukluk var mı, yok mu? Merak ediyorum. Çünkü hariçten bir parmak aleyhimizde hapse sokulmuş. Usanç ve sıkıntıdan sarsıntı vermek ister. "Saniyen: Matara kırıldı. Onun misli Emirdağ'daki menzilimde vardı. Yaz, onu bize göndersinler!" "Kardaşlarım, masumlara gelecek mahkememizdeki vaziyete göre iki eski avukatımızın meşveretiyle bir karar vereceğiz. Şimdiden mahremce müdafaatımızın tam tetkik etsin. Benim bazı meselelerde tevilli ve kapalı söylediğimin sebebi siyasete girmemek, hem masum arkadaşlarımı çabuk kurtarmak için. Yoksa ben çok şiddetli konuşacaktım.
"Ceylân! "Emirdağ'da karyolamdaki yorgan köylü Hayrı'nın idi. Ve büyük minder babanın idi. Ve karyolayı Hasan getirmişti. Bunlar sahiplerine iade edilmiş midir?"
Ceylân Çalışkan Üstada şu notu yazmış: "Mübarek Üstadım! istemiş olduğunuz parçaları gönderiyorum. Yalnız yeni olarak Sebilü'r-Reşad ve Sünnet gazeteleri gelmemişler. Geldiğinde güzel parçalarını yazıp, sevgili Üstadımıza takdim edeceğimizi ellerinden öperek arz ediyoruz."
Ceylân Çalışkan'ın bu notunun arkasına Üstad kendi el yazısıyla şunu yazıvermiş:
"Yeni Posta gazetesine cevap yazdığım parça bende yok."
Yine bir notta Ceylân Çalışkan, Üstadına şunları ifade ediyordu:
"Çok mübarek sevgili Üstadım, "Talebelerin bütün müdafaatı Zübeyr'e verildiği için ancak bu kadarını yazabildim. Emir buyurursanız tekrar yazarım. Ellerinizden hürmetle öper, validemin, pederimin en derin hürmetlerini arz ederim. Ceylân."
Üstad ise aynı notun kenarına şunu ifade etmişti:
"Ceylân! "Sen avukatlara buradaki temyiz müdafaatlarını yazdın mı? Bu dört gün bunu bekledim.""Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin" Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı:
"Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
Kafası pek çalışmayan, sâfi kalb, hemen aldatılabilen kimselere zeki ve nükteli buluşuyla "Kardeşimiz fazla mübarek" diye takılan Ceylân Çalışkan, çok konuşan, çenesi kuvvetli kimseleri de "Kardeşimiz az konuşmanın faziletine dair beş saat konuşabilir" diye şakayla hicvedermiş.
Çalışkanlar hanedanının asil bir mensubu olan Ceylân Çalışkan bahsini rahmetlere ve dualara vesile olması dileğiyle lâtifeli hatıraları ile bağlıyalım:
Barla'nın Çam dağlarında yabani ve iri bir sivrisinek Ceylân'ın eline konmuş emerken, Çalışkan elindeki makasla sineğin ayağını kesmek istemiş, Üstad ise "Keçeli ne yapıyorsun?" deyince Ceylân Çalışkan, "Kısas yapıyorum Üstadım" demiş. Üstad ise "O seni hacamat yapıyor" diye mukabele etmiş.
"Top ne işe yarar?"
Yine bir gün, Ceylân Çalışkan'ın amcası oğlu Zeki Çalışkan, Ceylân çalışkan'ın üvey kardeşi Sadık Çalışkan ile reyahin çiçekleri toplamış, Keçili köyü civarında üstada götürmek, hem de orada top oynamak için, yol kenarından giderken Üstad faytonda, Ceylân Çalışkan ise arabanın atını sürmekte iken, yol kenarında giden kardeşini ve amca oğlunu görmüş. Arabayı durdurarak, iki çocuğu da arabaya almışlar. Utanarak topu arkalarına saklamak istemişler. Bu esnada Üstad "Bu nedir?" diye topu sormuş. Zeki Çalışkan utanç içinde cevap verememiş, sadece ve sessizce, suçluluk psikolojisi içinde "Top!" diyebilmiş. Üstad ise "Bu ne işe yarar?" deyince Zeki Çalışkan daha da utanmış, ama yine Ceylân Çalışkan imdada yetişerek, topu tarif etmeye başlamıştı: "Üstadım, bu topu atarlar, tekrar yakalamak için peşinden koşarlar" deyince Üstad "Fesübhanallah" diye tebessümle karşılamış.
Zübeyir Gündüzalp'in bir notunda ise Ceylân Çalışkan'a hitaben şunları okumaktayız: "Aziz, kahraman Ceylân!
"Bugün ne halde olduğunuzu bilemiyoruz. Yalnız hadsiz şükür diyebiliyoruz. "Hazret-i Üstadımız eve yerleşti. Size ve umuma selâm getirmek için gönderdi. Sizde Meyve varmış, onu verin, göndereceğim. Binler selâm ellerinizden öperim. Bütün ruhumuzla beraber sizinle beraberiz.
Zübeyir
Üstadın kendi el yazılı notlarının bulunduğu bir başka pusulada ise Ceylân Çalışkan'ın şu cevabını okumaktayız: "Çok muhterem, sevgili Üstadım Efendim, "Emir buyurduğunuz yazı acele ve yalnız yazdığımdan matluba muvafık olamadı. Af buyurun. "Saniyen: Asiye Hanım hatm-i Kur'ân etmiş. Sûre-i Fil'den itibaren okunarak Efendimizden hatim duası rica ediyor. "Salisen: Ziya teklif edilen iş hakkında kat'î red kararı vermiş. Gücendirmeden Asiye'ye bildireceğiz. Ellerinizden öperim. Ceylân. Üstad Bediüzzaman'ın kendi el yazısıyla Ceylân Çalışkan'a hitaben birkoç pusula ve notları bulunmaktadır. Bunların bir kısmını takdim ediyorum:
Bunlar "Üçüncü medrese-i Yusufiye hatıratından vecize ve lâtif mektuplar" başlığı altında takdim edilmektedir. Bunlardan Ceylân'a hitaben yazılanlar:
"Ceylân! "Bir sene çamaşırlarımı yıkayan Rabia bana bir gömlek, bir parça kömür göndermiş. Ben bir senede ona çok minnettar olduğumdan, onun hediyesini geri çevirmem. Fakat faidem bulunmak için bana Mekke'den gelen zemzemi ve hurmaları ona mukabil çok selâmla beraber gönderiniz."
"Ceylân! "Bana ve Nur'lara ait kırk küsur sahife kararnameden benim için yazılan ve tashih ettiğim iki parça zayi olmasın. Ve size lüzumu kalmadığı vakit bana gönderiniz. Hem son yazdığım pusulayı benim defterime göre küçük yapraklarda yazınız. Belki bana lâzım olur. Bana gönderiniz. "Mehmed Ali dilimi anlamıyor. Ben demiştim ki; Zübeyir ile Sungur Nur'un kahramanlarıdır. Her biri yirmi-otuz yeni talebelerden ziyade ehemmiyetleri vardır. Ben bir sebepten telâş ettim. Acaba hiç sarsılmayan bu iki Abdurrahman'larım bunlardan aldanabilir mi? Tam Ceylân gibi çalışmadılar."
"Ceylân! "Son yazdığım ve bu dehşetli ve zehirli hastalık tekmiline mâni olmuş parçayı Hüsrev'e gönder. O benim bedelime 'Hülâsatü'l-Hülâsa'daki ilim, irade ve kudret kısmının bir nevi tercümesini yazsın. Eğer isterse yazdığını bana tashih için göndersin. Hem bana çok dua etsinler"
"Ceylan! "Bu gönderdiğin temyiz lâyihasını Emirdağ'da baban ve amcaların yazdıysa, elbette onlardan birisi Ankara'ya gidecek ve orada dostların tensibiyle mahkemeye verebilirler. Fakat bize karşı muameleleri ne kanunîdir, ne de hakikattır. Onun için bizim kanunî ve hakikatlı müdafaalarımızı nazara almıyorlar. Bir kısmını aksülamel ile aleyhimize çeviriyorlar. Şimdi merak ettim. Acaba bizim bütün evrak ve müdafaalarımızı mahkeme-yi temyize göndermişler mi? Yoksa bunda da bizi aldatmışlar mı?"
"Ceylân! "Eğer münasip ise, Asiye ve Rabia peynirimi salamur yapsınlar. Tâ yumuşak kalsın. Hem bu tuzsuz parçayı bu şekerle beraber Asiye'ye ver. Tâ tatlı yapsınlar. "Yanımda Hüsrev'in hattıyla bir Meyve var idi. Çabuk suretini almak için Ahmet Feyzi'ye gönderdim. O koğuşta güzel yazılar var. Nöbetle yazsınlar. Ormancı güzel yazısıyla yardım etsin. Her biri bir kısmını yazsın."
Üstadın Ceylân'ın yazdığı duaların sonuna kendi el yazısıyla kaydettiği duası: "Yâ Erhamerrahimîn, ism-i azam ve Cevşen'deki isimlerini hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylân'ı ve babası Mehmed Çalışkan'ı cennetü'l Firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniyede daima muvaffak eyle. Âmin, âmin, âmin."
"Ceylân! "Hakikaten Nur kahramanı çok güzel yazmış. Hem o tarz lâzımdı. Ben çok sevindim. Kararnameye mukabil büyük müdafaatım meydana çıkması gerektir. Ve Hüccet dahi Meyve gibi resmî bir ilmî müdafaa olur. Nur'ların teksirine ve bir nümune ve vesiledir."
"Ceylân! "Senin yazı faaliyetinde bir noksan, bir tevakkuf hissediyorum. Senin gibilerin az bir sarsıntıları şimdilik beni meraklandırıyor. Sakın sakın, yoksa bir kederin mi var?" 4 Haziran l949, Cumartesi
"Ceylân! "Sen hem Hüsrev, hem bir Abdurrahman, hem de Fuad'sın. Ve vazifeni tam yapmışsın. Ve manen daima yanımdasın. Her nereye gitsen benim ve Nur'un hizmetindesin. Yanımda aynen Hüsrev gibi hazırsın, müfarakat yok. Hemen müracaatla o dördüncü medreseye gitmeye çalış,"
"Ceylân! "Isparta'dan Diyanet Riyasetine verilmek üzere bana gönderilen ve tevkifimizden sonra, Emirdağ'a gelen kitaplardan Darü'l-Fünûn parasına mukabil Ziya'ya verilsin. Hem Hacı Nazif'in ve Âtıf'ın hediyeleri Zübeyir ve Ziya ve Ceylân ve hissesine mukabil bir nevi fiyat verecek Said ortasında taksim edeceksiniz. Emirdağ'daki Hatice çoktan beridir Sultan, Fethiye ve Şadiye, vesair hemşirelerimin isimlerini beraber söylerken bu Hatice daima beraberdir."
"Ceylân! "Ben onu unutmuştum. Emirdağ'daki Isparta'dan gelen kitaplar benim tashihimden geçmemişler. Tahliyemden sonra veya ona bir çare bulunsa tashih edilecek, inşaallah."
"Ceylân! "Şiddetli bir ihtar ile bildim ki; sen ve Ahmed Feyzi Nur'un mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete ve yalnız lüzum-u kat'i olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde pek ziyade zararlı, mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nur'lara çok zarar vermiş. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiş. Ben senden ve Ahmed Feyzi'den gücendim. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nur'larla ve Tahirî gibi yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.
"Ceylân! "Sana hizmeti sebebiyle burada Nur'lara ehemmiyetli bir faidesi bulunan Süleyman'ı bir parça mahzun, perişan gördüğümde merak ettim. O da senin gibi bir evlâdımdır. Hem bugün bir saat evvel hafif bir zelzele oldu. Siz de hissettiniz mi?"
"Ceylân! "Yağımı gönderdim. Ta tuzlansın, bozulmasın. Bir kısmı tenekeye konulsun. Ve bana mahsus üç kitabı gönderdim. Okusunlar, muattal kalmasın. Bir Ayetül'l-Kübra'yı ben okuyorum. Sonra onu da sana göndereceğim. Benim destilerimi su doldurmaya geldiği vakit dikkat ediniz. Hem kapılarım, hem yemeğe ait şeylerime dikkat. Bana suikast ihtimali kavîdir. Düşmanlar parmaklarını buraya sokmuşlar. "Abdülkadir merak etmesin. Mahkemeye vermesini işittim. Şahidsiz, emaresiz, dâvâsız mütecaviz adamın cüzî yaralanmasından size iftira edilmesinin ehemmiyeti yok. Eğer faraza bütün bütün haksız bir surette zulmen bir senelik ceza verilse dahi zararı yok. Başka hapse nakil ile Nur'lara hizmet edebilirsin."
"Ceylân! "Bir işaret gördüm, telâş ettim. Altıncıdaki kardaşlarımızın tam muhabbet ve tesanütleri devam eder mi? Ve başka kardaşlarımızın hapislerinde soğukluk var mı, yok mu? Merak ediyorum. Çünkü hariçten bir parmak aleyhimizde hapse sokulmuş. Usanç ve sıkıntıdan sarsıntı vermek ister. "Saniyen: Matara kırıldı. Onun misli Emirdağ'daki menzilimde vardı. Yaz, onu bize göndersinler!" "Kardaşlarım, masumlara gelecek mahkememizdeki vaziyete göre iki eski avukatımızın meşveretiyle bir karar vereceğiz. Şimdiden mahremce müdafaatımızın tam tetkik etsin. Benim bazı meselelerde tevilli ve kapalı söylediğimin sebebi siyasete girmemek, hem masum arkadaşlarımı çabuk kurtarmak için. Yoksa ben çok şiddetli konuşacaktım.
"Ceylân! "Emirdağ'da karyolamdaki yorgan köylü Hayrı'nın idi. Ve büyük minder babanın idi. Ve karyolayı Hasan getirmişti. Bunlar sahiplerine iade edilmiş midir?"
Ceylân Çalışkan Üstada şu notu yazmış: "Mübarek Üstadım! istemiş olduğunuz parçaları gönderiyorum. Yalnız yeni olarak Sebilü'r-Reşad ve Sünnet gazeteleri gelmemişler. Geldiğinde güzel parçalarını yazıp, sevgili Üstadımıza takdim edeceğimizi ellerinden öperek arz ediyoruz."
Ceylân Çalışkan'ın bu notunun arkasına Üstad kendi el yazısıyla şunu yazıvermiş:
"Yeni Posta gazetesine cevap yazdığım parça bende yok."
Yine bir notta Ceylân Çalışkan, Üstadına şunları ifade ediyordu:
"Çok mübarek sevgili Üstadım, "Talebelerin bütün müdafaatı Zübeyr'e verildiği için ancak bu kadarını yazabildim. Emir buyurursanız tekrar yazarım. Ellerinizden hürmetle öper, validemin, pederimin en derin hürmetlerini arz ederim. Ceylân."
Üstad ise aynı notun kenarına şunu ifade etmişti:
"Ceylân! "Sen avukatlara buradaki temyiz müdafaatlarını yazdın mı? Bu dört gün bunu bekledim.""Ziya Nurun erkânlarıyla meşveret etsin" Asiye Mülâzımoğlu, yakınlarından bir kızı Yusuf Ziya Arun'a vermek istemiş, bu maksatla Üstada bir mektup yazmıştı. Üstad da Ceylân Çalışkan'a şunları yazmıştı:
"Ceylân! "Bu mektup, kimindir bilemedim. Ziya'yı aynen Zübeyir gibi bütün hayatını Nur'lara, iman hizmetine fedakârane verecek bir mahiyette bilirim. Dünya ile, hususen kadınlarla, evlenmekle alâkadar olup bağlanmaz zannederim. Selâhaddin, Nur'un bir kahramanı iken, tezevvücü onu dünyaya esir eyledi. Ona ve Nur'lara çok zarar oldu. Eğer Ziya dünya ile, evlenmekle alâkadar olmaya niyeti kat'î var ise, Nur'un erkânları ile meşveret etmek ona lâzımdır. Ben bu meselede fikir beyan edemem. Ziya gibi Nur kahramanı dünya ile zincirlerle bağlanmasına, hizmet-i Nuriye fetva vermesiyle olur."
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
Geri: Ceylân Çalışkan Ağabey
Talia Morgül: “Ceylan, evlendiğimiz gün bile risâle yazmakla meşguldü”
Ceylan Çalışkan Ağabey Üstad’ın hizmetine girdikten sonra, hayatını Risali Nur hizmetine adamıştı. Varı yoğu Üstad ve Nur'a hizmet olmuş. Zeki ve nüktedan kişiliğiyle Üstad’a şakalar yapabilmiş ender kişilerden olmuş.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Emirdağ hayatı denilince, ilk etapta akla gelen talebelerinden Çalışkanlar Hanedanı olur. Çalışkanlar Hanedanı denildi mi ilk akla gelen de Ceylan Çalışkan’dır…
Ceylan Çalışkan, Mehmet Çalışkan ve Ayşe Hanımın ilk çocukları olarak 1929 yılında Emirdağ’da, dünyaya geldi. Küçük yaşta annesi vefat edince yetim kaldı. Fakat kendisinden başka Abdullah Çalışkan’ın yetim kalan 3 çocuğuna da kendi evlâdı gibi baktığı için yetimlerin annesi diye vasıflandırdığı üvey annesi Fethiye Hanım’ın şefkati sayesinde yetimliğin acısını pek hissetmedi.
Daha küçük yaşlarda Üstadın hizmetine giren Ceylan Çalışkan’ın Üstadından aldığı ilk dersin, çocuk terbiyesinde çok önemli bir yere sahip olduğuna inanıyorum. Üstad Hazretlerinin Ceylân’a verdiği ilk ders: Sıdk!
“Buyurdu ki: Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.”
Yine İslâm yazısı eğitimini de ilk olarak Üstad Hazretlerinden alır. Babası Mehmet Çalışkan anlatıyor:
“Ceylân’ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir.
“Üstad, ‘Bu usûl zor’ demişti. ‘Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.’ Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.”
Ve böylece Ceylan Çalışkan Nur hizmetine girmiş olur… Yıllarca hizmet eder. Tâ ki 22 Ağustos 1963 Perşembe gününe kadar. O gün bir müşterisinden aldığı senetlerin tahsilâtı için Küçükçekmece taraflarına giderken bindiği minibüsün başka bir araçla çarpışması sonucunda vefat eder…
Küçük yaşlardan beri son şahitlerden en çok okuduğum son şahit; Ceylan Çalışkan’ın hayatı idi. Öyle sanıyorum ki, özellikle nüktedan olması Üstad’a karşı yapmış olduğu şakalar o zaman çok hoşuma gidiyordu ve okumaktan çok zevk alıyordum. Ağabeylerin hayatını konu alan bir ders yapmam gerektiğinde de benim dersim belliydi; Ceylan Çalışkan…
Üstad Hazretlerinin bütün talebeleri değerli insanlar. Hepsinin hatıralarını okumak insana ayrı bir zevk veriyor. Mizaçları gereği her biri farklı alanlarda bizlere örnek olmuşlardır, her birisinin farklı özelliği öne çıkar. Ceylan Ağabey zekî, hazır cevap, nüktedan oluşuyla daha çok ilgimi çekmişti. Kısmet bu ya, Ceylan Ağabeyin eşi Talia Morgül ve kızı Nuran Morgül ile tanışmak nasip oldu. (Soyadının neden Çalışkan olmadığını sorduğumda, “Ceylan Abi vefat ettiğinde bizim daha resmî nikâhımız olmamıştı” diyor Talia Teyze.) Bu şekilde 65 yaşındaki Talia Teyzeyle görüşüp Ceylan Ağabey’i sorduk kendisine. Beraber okuyalım.
Bize Ceylan Ağabeyin Nur hizmetine girişini
anlatır mısınız?
Afyon’da Abdülkadir Geylani Hazretlerinin bir makamı bulunması sebebiyle Emirdağı’nda Ceylan ismi çok kullanılır. Bunun da ismi sadece Ceylan değil, Abdülkadir Ceylan.
Ceylan, Geylani’den geliyor değil mi?
Evet Geylani’den geliyor, ama Üstad Ceylan demiş. Üstad Emirdağ’a gelip Ceylan isminde bir çocuk istiyorum deyince, tabiî çok Ceylan götürüyorlar yanına, hepsine hayır diyor. Bir gün de Osman Amcamız (büyük amcamız) diyor ki: “Bir de bizim Ceylan’ı götürelim Üstad’a.” O zaman işte Üstad bunu görünce “Tamam, benim istediğim bu” demiş. Kayınpederim (Mehmet Çalışkan) Ceylan Çalışkan için “Yüksek tahsil yaptırmak istiyorum” demiş. Üstad da demiş ki: “Bunu bana ver, hem benden iman dersi alsın, hem de hizmet etsin. Daha sonra yüksek okula gider.” İşte böyle devam etmiş Risâle-i Nur hizmetine. Tabiî eskimez Türkçe yazısını öğrenmiş. Ben çok fazla bilmiyorum; eskiler, büyükler anlatıyordu, benim de onlardan duyduğum şeyler bunlar.
Ben kendisine bazen sorardım Üstad’ı. Hep “Müsait değilim” derdi. “Müsait değilim” derken öğlene kadar arabayla çalışıyordu, öğleden sonra da Risâle-i Nur hizmetinde çalışıyordu. Akşam yorgun geliyor, anlat deyince de “Müsait değilim” diyordu. Ben şimdi daha çok anlıyorum ki, Üstadı, tam diz çöküp ders dinler vaziyeti alıp anlatmak istiyordu, o yüzden “Müsait değilim” diyordu. Şimdi biz meselâ âcizane elimize alıyoruz kitabı, uzanıyoruz okuyoruz... O katiyyen hiç öyle istemezdi. Ceylan, Üstadın vefatından sonra, bana veya başkalarına Üstad ile ilgili hatıralardan bahsederken evvelâ abdest alır, düzgün bir vaziyette oturarak anlatmaya dikkat ederdi.
Son şahitlerdeki mektuplardan anlıyoruz ki Ceylan Ağabey ailesine çok bağlı. Çünkü her mektubunda selâm yolluyor.
Gerçekten çok bağlı. Evet, herkese selâm yolluyor. Bütün askerdeki o mektuplarında hepsine (akrabalarına) tek tek selâm söylüyor. Yani annesi üveydi, fakat annesini çok seviyordu. Üstad Hazretleri kayınvalidemi (Fethiye Hanımı) yaptığı işlerden dolayı çok tebrik ediyordu. Üstad Hazretlerinin çorbasını, yemeğini kayınvalidem yaparmış. Hatta besmelesiz, abdestsiz onun çorbasını hiç karıştırmamıştır, yapmamıştır.
Kayınpederim (Mehmet Çalışkan), üç evlilik yapmıştır. Ceylan’ın annesi lohusa iken vefat etmiş. Üstadın hizmetinde bulunan Fethiye Hanım kayınpederimin üçüncü eşi oluyor.
Ceylan Ağabeyin en belirgin özelliği neydi?
Daha önceki hayatını bilemiyorum. Benimle ilgili de hakikaten eve muhabbeti iyiydi çok şükür. Evi ihmal etmezdi. Tabiî bir de kıskançlığı vardı. Belki bizlerin genç oluşumuzun, yeni oluşumuzun etkisi vardı bunda. Zaten yalnız hiçbir tarafa göndermezdi tek başıma. Evde eksik bir şey olsa kızma huyu yoktu.
Ceylan Ağabey çok güzel şiirler yazarmış. Sizde mevcut şiirleri var mı?
Evet, çok güzel şiir yazarmış. Fakat bizde kalmadı. Ağabeylerde, başkalarında falan olsa gerek. Hanımlar Rehberi’ndeki “Annem beni yetiştirdi” şiiri var bildiğim. Bir de hep cebinde taşıdığı bir not vardı, ama biz hiç görmedik:
“Ceylan benim vekilimdir. Nura ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî…”
Onun fotokopisi bizde şu an. Vefat edince üstünde bulunan Cevşen’i kayınpederim bana verdi. O Cevşen’de kendi yazıları da var: Delâilinnur, Tahmidiye, Yasin-i Şerif v.s. Rahmetlinin bir bavulu vardı. Vefat edince geldiler, o bavulu açtılar, orada artık ne vardıysa kayınpederim aldı onları. Belki orada vardı şiirleri. O bavulunun içinde kitap var diye öyle taşıdık bir evden bir eve (zaten sadece bir kez taşındık) İşte varsa onlarda kaldı. Fakat son çalışmalarda, Ceylan’la ilgili çok istemişler, ama onlarda da yokmuş.
Siz Üstad Hazretleri’ni gördünüz mü hiç?
Yok, ben görmedim. Bizim memleketten gitmemiz mümkün değildi. İstanbul’a geldiğimizde de Üstad İstanbul’daymış, ama bizim haberimiz yoktu. Ekim ya da Kasım ayı idi biz İstanbul’a geldiğimizde. Zaten Üstad da Mart ayında vefat ediyor. Bizim ailede Risâle-i Nurlarla ilk babam tanışıyor. (Birinci Ağabeye falan hep babam vesile oldu). Ama ağabeyim daha çok çalıştı (Haydar Morgül). Ağabeyim çok istiyordu Üstad’la görüşmeyi. Bir ara Barla’daydı Üstad. Babam ağabeyime dedi ki: “Şimdi gitme, sonra beraber gideriz.” Ağabeyim dinlemiyor babamı ve gidiyor Üstad’ın yanına. Yeni yazılmış risâleler tahta kutusuyla geliyor. Ağabeyim marangozum deyince, Üstad “Aç bakalım” diyor, “Madem marangozsun...” Ağabeyim kutuyu açıyor ve “(İçinde risâleler bulunan) o kutuyu açmak bana nasip oldu” diyor.
Ceylan Çalışkan Ağabey Üstad’ın hizmetine girdikten sonra, hayatını Risali Nur hizmetine adamıştı. Varı yoğu Üstad ve Nur'a hizmet olmuş. Zeki ve nüktedan kişiliğiyle Üstad’a şakalar yapabilmiş ender kişilerden olmuş.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Emirdağ hayatı denilince, ilk etapta akla gelen talebelerinden Çalışkanlar Hanedanı olur. Çalışkanlar Hanedanı denildi mi ilk akla gelen de Ceylan Çalışkan’dır…
Ceylan Çalışkan, Mehmet Çalışkan ve Ayşe Hanımın ilk çocukları olarak 1929 yılında Emirdağ’da, dünyaya geldi. Küçük yaşta annesi vefat edince yetim kaldı. Fakat kendisinden başka Abdullah Çalışkan’ın yetim kalan 3 çocuğuna da kendi evlâdı gibi baktığı için yetimlerin annesi diye vasıflandırdığı üvey annesi Fethiye Hanım’ın şefkati sayesinde yetimliğin acısını pek hissetmedi.
Daha küçük yaşlarda Üstadın hizmetine giren Ceylan Çalışkan’ın Üstadından aldığı ilk dersin, çocuk terbiyesinde çok önemli bir yere sahip olduğuna inanıyorum. Üstad Hazretlerinin Ceylân’a verdiği ilk ders: Sıdk!
“Buyurdu ki: Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.”
Yine İslâm yazısı eğitimini de ilk olarak Üstad Hazretlerinden alır. Babası Mehmet Çalışkan anlatıyor:
“Ceylân’ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir.
“Üstad, ‘Bu usûl zor’ demişti. ‘Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.’ Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.”
Ve böylece Ceylan Çalışkan Nur hizmetine girmiş olur… Yıllarca hizmet eder. Tâ ki 22 Ağustos 1963 Perşembe gününe kadar. O gün bir müşterisinden aldığı senetlerin tahsilâtı için Küçükçekmece taraflarına giderken bindiği minibüsün başka bir araçla çarpışması sonucunda vefat eder…
Küçük yaşlardan beri son şahitlerden en çok okuduğum son şahit; Ceylan Çalışkan’ın hayatı idi. Öyle sanıyorum ki, özellikle nüktedan olması Üstad’a karşı yapmış olduğu şakalar o zaman çok hoşuma gidiyordu ve okumaktan çok zevk alıyordum. Ağabeylerin hayatını konu alan bir ders yapmam gerektiğinde de benim dersim belliydi; Ceylan Çalışkan…
Üstad Hazretlerinin bütün talebeleri değerli insanlar. Hepsinin hatıralarını okumak insana ayrı bir zevk veriyor. Mizaçları gereği her biri farklı alanlarda bizlere örnek olmuşlardır, her birisinin farklı özelliği öne çıkar. Ceylan Ağabey zekî, hazır cevap, nüktedan oluşuyla daha çok ilgimi çekmişti. Kısmet bu ya, Ceylan Ağabeyin eşi Talia Morgül ve kızı Nuran Morgül ile tanışmak nasip oldu. (Soyadının neden Çalışkan olmadığını sorduğumda, “Ceylan Abi vefat ettiğinde bizim daha resmî nikâhımız olmamıştı” diyor Talia Teyze.) Bu şekilde 65 yaşındaki Talia Teyzeyle görüşüp Ceylan Ağabey’i sorduk kendisine. Beraber okuyalım.
Bize Ceylan Ağabeyin Nur hizmetine girişini
anlatır mısınız?
Afyon’da Abdülkadir Geylani Hazretlerinin bir makamı bulunması sebebiyle Emirdağı’nda Ceylan ismi çok kullanılır. Bunun da ismi sadece Ceylan değil, Abdülkadir Ceylan.
Ceylan, Geylani’den geliyor değil mi?
Evet Geylani’den geliyor, ama Üstad Ceylan demiş. Üstad Emirdağ’a gelip Ceylan isminde bir çocuk istiyorum deyince, tabiî çok Ceylan götürüyorlar yanına, hepsine hayır diyor. Bir gün de Osman Amcamız (büyük amcamız) diyor ki: “Bir de bizim Ceylan’ı götürelim Üstad’a.” O zaman işte Üstad bunu görünce “Tamam, benim istediğim bu” demiş. Kayınpederim (Mehmet Çalışkan) Ceylan Çalışkan için “Yüksek tahsil yaptırmak istiyorum” demiş. Üstad da demiş ki: “Bunu bana ver, hem benden iman dersi alsın, hem de hizmet etsin. Daha sonra yüksek okula gider.” İşte böyle devam etmiş Risâle-i Nur hizmetine. Tabiî eskimez Türkçe yazısını öğrenmiş. Ben çok fazla bilmiyorum; eskiler, büyükler anlatıyordu, benim de onlardan duyduğum şeyler bunlar.
Ben kendisine bazen sorardım Üstad’ı. Hep “Müsait değilim” derdi. “Müsait değilim” derken öğlene kadar arabayla çalışıyordu, öğleden sonra da Risâle-i Nur hizmetinde çalışıyordu. Akşam yorgun geliyor, anlat deyince de “Müsait değilim” diyordu. Ben şimdi daha çok anlıyorum ki, Üstadı, tam diz çöküp ders dinler vaziyeti alıp anlatmak istiyordu, o yüzden “Müsait değilim” diyordu. Şimdi biz meselâ âcizane elimize alıyoruz kitabı, uzanıyoruz okuyoruz... O katiyyen hiç öyle istemezdi. Ceylan, Üstadın vefatından sonra, bana veya başkalarına Üstad ile ilgili hatıralardan bahsederken evvelâ abdest alır, düzgün bir vaziyette oturarak anlatmaya dikkat ederdi.
Son şahitlerdeki mektuplardan anlıyoruz ki Ceylan Ağabey ailesine çok bağlı. Çünkü her mektubunda selâm yolluyor.
Gerçekten çok bağlı. Evet, herkese selâm yolluyor. Bütün askerdeki o mektuplarında hepsine (akrabalarına) tek tek selâm söylüyor. Yani annesi üveydi, fakat annesini çok seviyordu. Üstad Hazretleri kayınvalidemi (Fethiye Hanımı) yaptığı işlerden dolayı çok tebrik ediyordu. Üstad Hazretlerinin çorbasını, yemeğini kayınvalidem yaparmış. Hatta besmelesiz, abdestsiz onun çorbasını hiç karıştırmamıştır, yapmamıştır.
Kayınpederim (Mehmet Çalışkan), üç evlilik yapmıştır. Ceylan’ın annesi lohusa iken vefat etmiş. Üstadın hizmetinde bulunan Fethiye Hanım kayınpederimin üçüncü eşi oluyor.
Ceylan Ağabeyin en belirgin özelliği neydi?
Daha önceki hayatını bilemiyorum. Benimle ilgili de hakikaten eve muhabbeti iyiydi çok şükür. Evi ihmal etmezdi. Tabiî bir de kıskançlığı vardı. Belki bizlerin genç oluşumuzun, yeni oluşumuzun etkisi vardı bunda. Zaten yalnız hiçbir tarafa göndermezdi tek başıma. Evde eksik bir şey olsa kızma huyu yoktu.
Ceylan Ağabey çok güzel şiirler yazarmış. Sizde mevcut şiirleri var mı?
Evet, çok güzel şiir yazarmış. Fakat bizde kalmadı. Ağabeylerde, başkalarında falan olsa gerek. Hanımlar Rehberi’ndeki “Annem beni yetiştirdi” şiiri var bildiğim. Bir de hep cebinde taşıdığı bir not vardı, ama biz hiç görmedik:
“Ceylan benim vekilimdir. Nura ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî…”
Onun fotokopisi bizde şu an. Vefat edince üstünde bulunan Cevşen’i kayınpederim bana verdi. O Cevşen’de kendi yazıları da var: Delâilinnur, Tahmidiye, Yasin-i Şerif v.s. Rahmetlinin bir bavulu vardı. Vefat edince geldiler, o bavulu açtılar, orada artık ne vardıysa kayınpederim aldı onları. Belki orada vardı şiirleri. O bavulunun içinde kitap var diye öyle taşıdık bir evden bir eve (zaten sadece bir kez taşındık) İşte varsa onlarda kaldı. Fakat son çalışmalarda, Ceylan’la ilgili çok istemişler, ama onlarda da yokmuş.
Siz Üstad Hazretleri’ni gördünüz mü hiç?
Yok, ben görmedim. Bizim memleketten gitmemiz mümkün değildi. İstanbul’a geldiğimizde de Üstad İstanbul’daymış, ama bizim haberimiz yoktu. Ekim ya da Kasım ayı idi biz İstanbul’a geldiğimizde. Zaten Üstad da Mart ayında vefat ediyor. Bizim ailede Risâle-i Nurlarla ilk babam tanışıyor. (Birinci Ağabeye falan hep babam vesile oldu). Ama ağabeyim daha çok çalıştı (Haydar Morgül). Ağabeyim çok istiyordu Üstad’la görüşmeyi. Bir ara Barla’daydı Üstad. Babam ağabeyime dedi ki: “Şimdi gitme, sonra beraber gideriz.” Ağabeyim dinlemiyor babamı ve gidiyor Üstad’ın yanına. Yeni yazılmış risâleler tahta kutusuyla geliyor. Ağabeyim marangozum deyince, Üstad “Aç bakalım” diyor, “Madem marangozsun...” Ağabeyim kutuyu açıyor ve “(İçinde risâleler bulunan) o kutuyu açmak bana nasip oldu” diyor.
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
Geri: Ceylân Çalışkan Ağabey
Ceylan Ağabeyle tanışmanız nasıl oldu?
Bizim tanışmamız Birinci Ağabey vasıtasıyla oldu. Biz İstanbul’a geldiğimizde, Birinci Ağabeyler de İstanbul’daydı. Babamlar İstanbul’da iş kurdular. Biz de memleketimiz Rize’den öyle geldik İstanbul’a. Tanıştık desek de zaten hiç tanışmadık, hiç görüşmedik. Biz İstanbul’a geldik. Birinci Ağabey bize Belgrat Ormanını gezdiriyor. Şoförümüzün Üstad’ın talebesi olduğunu biliyoruz. Minibüsü vardı o zaman (Ceylan Çalışkan’ın). Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok tabiî. Şimdi nasıl size büyük ağabeyler hatıralarını anlatınca hoşunuza gidiyor, biz de öyle Üstad’a hizmet etmiş bir ağabey diye dinliyoruz. Ben zaten hayatta hiç evlenmeyeceğim diyordum. Önceden rahmetli Ceylan da öyle düşünüyormuş, ama sonradan demek ki nasip böyleymiş.
Neden düşünmüyordunuz evliliği?
Ben hep Risâle-i Nur’a hizmet edeyim diye düşünüyordum. Düşüncem oydu. Yani biz hiç görüşmedik, konuşmadık. Hatta bazen diyorum meselâ: Şimdiki kızlarımız “Güzel mi, çirkin mi?” diyorlar, fakat biz “Nasıl? Üstad’ın talebesi mi? Tamam” derdik. Yani babamlar bile “İstiyor musun?” diye sormadılar bana. Bir de şöyle bir durum oldu, âcizane söyleyeyim: İstenme durumundan önce ben Üstad’ı rüyamda gördüm. Üstad bir yerde duâ ederken, ben de duâ ediyorum. O biraz uzak benden, fakat sonra yanıma geliyor ve diyor ki: “Sen ne duâ ediyorsun?” “Üstadım” diyorum, “Sen ne duâ edersen, ben de duâmda ona âmin diyorum” dedim. Sonra çok kalabalık bir grup bayan bir yere girip namaz kılıyorlar falan, Üstad beni çağırıyor, bir manifatura dükkânının içine giriyoruz, orada bana bir yeşil seccade ile namaz tülbenti veriyor. “Sen” diyor, “Ayrı kıl namazını.” Çok âcizane diyorum: Rüyalarla amel edilmez, ama üç gün sonra böyle bir durum oldu (isteme durumu). Üstadımızı öyle yakın, açık ve net gördüm rüyamda. İşte rüyalarla amel etmiyoruz da rahmetli Birinci Ağabey derdi ki: “Üstadı görürsen rüyada, rüya-i Rahmânî olur.” Enteresandır, hatta ben namazdaki duâlarımda “Ya Rabbim! Bana evlilik nasip etme. Ettiysen de senin sevdiğin kullarından et” diye duâ ederdim. Böyle duâ edilir mi? Ediyordum işte. Cenâb-ı Hak nefsimizin şerrinden korusun bizleri.
Ne kadar süre evli kaldınız?
Biz 15 ay evli kaldık işte. Ceylan vefat ettiğinde Nuran’a üç buçuk aylık hamileydim.
O zamanki hizmetleri anlatır mısınız bize?
Ağabeyim Risâle-i Nurları yazarken, ben de yazmaya çalıştım, ama bize nasip olmadı, kitap haline koyamadık. Çünkü bizim Halıcıoğlu’nda bir evimiz vardı. Orada bırakmıştım onları. Sonradan da orada kayboldu. Nasip olmadı. Esas hizmetler çok önemli, esas eskilerin o yazıları yazmaları hizmettir. Ben bir haftalık evliyken, bodrumun altına girip risâle yazıyorlarmış. Ben zannediyordum ki derse gitti. Beni de, Fırıncı Ağabeyin ablasının evi var bize çok yakın, oraya bırakıyordu. Fırıncı Ağabey, “Ceylan Ağabey bir haftalık evliyken biz burada risâle yazıyorduk” diye sonradan söylüyor. (Ceylan Ağabey evlendiği gün bile risâle yazmakla meşgulmüş. Herkes tebrik için damadı ararken, o hiç kimseyle görüşmeden o gün bile Hanımlar Rehberi’ni Osmanlıca yazıyormuş.)
Bir ara İstanbul’da biz hanımlar,—o zaman tab etme makinesi yoktu, iki sayfa matbaada yazıyorlardı—rahmetli Hakkı Yavuztürk Ağabeyin (Yasemin Güleçyüz’ün babası) evinin alt katındaki ufacık bir odada o kitapları elimizle kaplayıp kıvırıyorduk. Esas hizmetler onlar oluyordu. Ben onlardan hakikaten çok mutlu oluyordum. Evde eksiğim mi var, eşyamız mı yok, hiçbir şeyden şikâyetimiz olmuyordu. Ve şimdi düşünüyorum da, kendi kendime kızıyorum. Şimdi azıcık bir şey eksik olsa, ‘Şuyumuz eksik, buyumuz eksik’ derim.
Ceylan Ağabeyin hizmetle ilgili hatıralarından bize anlatır mısınız?
Üstad vefat etmeden önce bizimkiler bir kamyon alıyorlar. O kamyonu da Ceylan çalıştırsın diye Üstad’dan izin alıyorlar. Hatta Antalya’dan portakal falan taşıyorlar. Bir gün yine o kamyon varken Üstad diyor ki Ceylan’a: “Derhal Isparta’ya git, orada risâleler var, onları hemen Emirdağ’a getir.” O kitapları kamyona yükleyip üstüne portakalları da yükleyip o gece hemen Emirdağ’a geliyor. Kitaplar kurtarıldıktan sonra hemen arkasından dershaneye baskın yapılıyor ve kitaplar kurtulmuş oluyor.
Çamaşır makinesi hadisesi nedir?
Arçelik’te çalışan bir ağabeyimiz vardı, oradan kendisine indirimli bir çamaşır makinesi çıkmıştı. O ağabey Şükran Abla’ya ve Ali Demirel’e demiş ki: “Bizim durumumuz müsait değil, siz alın makineyi.” Şükran Abla da demiş ki: “Hizmetin bu kadar paraya muhtaç olduğu bir zamanda, elimde yıkarım çamaşırları, bu lüks cihazı alamam” deyip yemin içmiş. “Ama sen çok yıkıyorsun, o ağabeylerin çamaşırlarını falan, al bu makineyi” demişler. Şükran Abla da “Ben yemin etmişim, alamam” demiş. Ceylan hemen pratik zekâsı ile bir çözüm bulur: “‘Kapıdan giremez’ diye yemin ettin değil mi?” der. “Evet” der Şükran Abla. Ceylan da almış makineyi, pencereden içeriye koymuş. “Senin yeminin yerine geldi” demiş.
Bediüzzaman: "Ceylan şehid olacak"
Cuma günleri arabayı da çalıştırmazdı. Kendisi hanımları dershanelere götürürdü, (gerçi bunu Şükran Demirel Abla daha güzel anlatırdı) herkesi evlerinden alır, derse götürür, tekrar evlerine bırakırdı. Bir defasında ana caddede Şükran Abla dedi ki: “Beni burada bırak, buradan giderim eve. Çok az mesafe var zaten. Hani sana zahmet olmasın.” Ceylan, “Burada bırakmam, aldığım yere geri götürür bırakırım” dedi.
Hatta bunu ben bilmiyordum, Şükran Ablanın küçük çocukları vardı, biz dersteyken o çocukları alıp da İstanbul’u gezdiriyormuş. Çocukları çok severdi.
Üstad, Birinci Ağabeye “Hanımlara ders verebilirsin” diye izin vermiş
Birinci Ağabey, bizim evde Hanımlar Rehberi, Küçük Sözler’in v.s. yazılışında çok yardım etmiştir. Benim halamın oğluyla kardeşim lise okuyorlardı o zaman. 15-16 yaşlarında, çocuk yani halamın oğlu. Pek gelmesini istemiyordu. Ben de bir gün dedim: “Birinci Ağabey geliyor, başka ağabeyler geliyor, kitap yazıyorsunuz. Hani yalnız da olmuyorum. Halamın oğluna niye yok diyorsun?” Dedi ki: “Birinci Ağabey müstesna. Üstad Hazretleri Birinci Ağabeye ‘Hanımlara ders verebilirsin’ diye izin vermiş. Bu izni sadece Birinci Ağabeye vermiş, başka kimseye vermemiş. Yani onun (Ceylan’ın) ağzından duydum ben.
Son yazdığı Küçük Sözler’i bana hediye etti
Evlendiğimiz sıralar Hanımlar Rehberi’ni yeni yazıyla çıkarmışlardı. Sonradan Küçük Sözler’i çıkardılar. Bende bir tane var. Masanın üzerinde son olarak onu hazırlamıştı. Mumlu kâğıtla basılırdı. Hatta vefat ettiği zaman bitmiş gibiydi. Yarısını sonradan tamamladılar, ciltlemesini falan. İkinci kez onu (Küçük Sözler) tekrar yazıyordu. Eve gelince de çoğu zaman onları yazmakla meşgul oluyordu. Gündüz öğlene kadar bizim arabayla çalışıyordu, öğleden sonra da yine bir hizmetle meşgul oluyordu. Vefatından bir gün önce, yazdığı Küçük Sözler’i bana verdi. “Benden sana hediye olsun” dedi. Ertesi gün de vefat etti.
Üstad, Ceylan Ağabey’in şehit olacağını önceden haber veriyor. Siz de biliyor muydunuz bu hadiseyi?
O hadiseyi ben de daha önce Sungur Ağabey’den duydum. Bir gün arabada ön tarafta Ceylan şoförmüş. Zübeyir Ağabey de onun yanına oturuyormuş. Sungur Ağabey de arkada Üstad’la oturuyorlar. Üstad, Sungur Ağabeye diyor ki: “Keçeli, bunlar (Zübeyir Ağabey ve Ceylan Ağabeyi göstererek) şehit olacak” diyor. Sungur Ağabey de “Biz ne olacağız Üstadım?” diyor. Üstad Hazretleri “Nur Talebeleri talebe-i ulûm sıfatına dâhildir. Talebe-i ulûm ise şehit hükmündedir” buyurmuştur.
Zübeyir Ağabey ve Birinci Ağabey vefat ettiklerinde siz rüyada Ceylan Ağabeyi görmüşsünüz. O rüyalarınızı anlatır mısınız bize?
Gerçi tam hatırlamıyorum. Ceylan’ın kabrini görüyorum sanki. Ben göreyim diyorum, hatta bizim torun Ceylan da merak ediyor dedesini. Diyorum ki, “Onu da bir çağırayım, görsün dedesini.” Orada net görüyorum. Hatta kabir gibi, ama tam bilmiyorum ne olduğunu. Oradan çıkarken elimi tutup çıkıyor. İşte rüyayı gördüğüm o akşam Birinci Ağabey vefat ediyor. Bir de Zübeyir Ağabeyin vefatında gördüm rahmetliyi rüyamda. Çok heyecanlı, o kadar sevinçli ve telâşlı gördüm ki Ceylan’ı, uyandım. Eskişehir’deydim o sıra. Kayınpederime, hem sıkılıyorum, hem de anlatmadan duramıyorum. Sonradan haberdar olduk ki Zübeyir Ağabey vefat etmiş.
Çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Pek fazla bizimle zamanı olmayınca tabiî... Ağabeylerle daha çok vakit geçirmiş. Onun için onlar daha çok biliyor hatıralarını. Ruhlarına Fatiha okuyalım. Allah rahmet eylesin.
NURDAN HİLAL UÇAR
Bizim tanışmamız Birinci Ağabey vasıtasıyla oldu. Biz İstanbul’a geldiğimizde, Birinci Ağabeyler de İstanbul’daydı. Babamlar İstanbul’da iş kurdular. Biz de memleketimiz Rize’den öyle geldik İstanbul’a. Tanıştık desek de zaten hiç tanışmadık, hiç görüşmedik. Biz İstanbul’a geldik. Birinci Ağabey bize Belgrat Ormanını gezdiriyor. Şoförümüzün Üstad’ın talebesi olduğunu biliyoruz. Minibüsü vardı o zaman (Ceylan Çalışkan’ın). Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok tabiî. Şimdi nasıl size büyük ağabeyler hatıralarını anlatınca hoşunuza gidiyor, biz de öyle Üstad’a hizmet etmiş bir ağabey diye dinliyoruz. Ben zaten hayatta hiç evlenmeyeceğim diyordum. Önceden rahmetli Ceylan da öyle düşünüyormuş, ama sonradan demek ki nasip böyleymiş.
Neden düşünmüyordunuz evliliği?
Ben hep Risâle-i Nur’a hizmet edeyim diye düşünüyordum. Düşüncem oydu. Yani biz hiç görüşmedik, konuşmadık. Hatta bazen diyorum meselâ: Şimdiki kızlarımız “Güzel mi, çirkin mi?” diyorlar, fakat biz “Nasıl? Üstad’ın talebesi mi? Tamam” derdik. Yani babamlar bile “İstiyor musun?” diye sormadılar bana. Bir de şöyle bir durum oldu, âcizane söyleyeyim: İstenme durumundan önce ben Üstad’ı rüyamda gördüm. Üstad bir yerde duâ ederken, ben de duâ ediyorum. O biraz uzak benden, fakat sonra yanıma geliyor ve diyor ki: “Sen ne duâ ediyorsun?” “Üstadım” diyorum, “Sen ne duâ edersen, ben de duâmda ona âmin diyorum” dedim. Sonra çok kalabalık bir grup bayan bir yere girip namaz kılıyorlar falan, Üstad beni çağırıyor, bir manifatura dükkânının içine giriyoruz, orada bana bir yeşil seccade ile namaz tülbenti veriyor. “Sen” diyor, “Ayrı kıl namazını.” Çok âcizane diyorum: Rüyalarla amel edilmez, ama üç gün sonra böyle bir durum oldu (isteme durumu). Üstadımızı öyle yakın, açık ve net gördüm rüyamda. İşte rüyalarla amel etmiyoruz da rahmetli Birinci Ağabey derdi ki: “Üstadı görürsen rüyada, rüya-i Rahmânî olur.” Enteresandır, hatta ben namazdaki duâlarımda “Ya Rabbim! Bana evlilik nasip etme. Ettiysen de senin sevdiğin kullarından et” diye duâ ederdim. Böyle duâ edilir mi? Ediyordum işte. Cenâb-ı Hak nefsimizin şerrinden korusun bizleri.
Ne kadar süre evli kaldınız?
Biz 15 ay evli kaldık işte. Ceylan vefat ettiğinde Nuran’a üç buçuk aylık hamileydim.
O zamanki hizmetleri anlatır mısınız bize?
Ağabeyim Risâle-i Nurları yazarken, ben de yazmaya çalıştım, ama bize nasip olmadı, kitap haline koyamadık. Çünkü bizim Halıcıoğlu’nda bir evimiz vardı. Orada bırakmıştım onları. Sonradan da orada kayboldu. Nasip olmadı. Esas hizmetler çok önemli, esas eskilerin o yazıları yazmaları hizmettir. Ben bir haftalık evliyken, bodrumun altına girip risâle yazıyorlarmış. Ben zannediyordum ki derse gitti. Beni de, Fırıncı Ağabeyin ablasının evi var bize çok yakın, oraya bırakıyordu. Fırıncı Ağabey, “Ceylan Ağabey bir haftalık evliyken biz burada risâle yazıyorduk” diye sonradan söylüyor. (Ceylan Ağabey evlendiği gün bile risâle yazmakla meşgulmüş. Herkes tebrik için damadı ararken, o hiç kimseyle görüşmeden o gün bile Hanımlar Rehberi’ni Osmanlıca yazıyormuş.)
Bir ara İstanbul’da biz hanımlar,—o zaman tab etme makinesi yoktu, iki sayfa matbaada yazıyorlardı—rahmetli Hakkı Yavuztürk Ağabeyin (Yasemin Güleçyüz’ün babası) evinin alt katındaki ufacık bir odada o kitapları elimizle kaplayıp kıvırıyorduk. Esas hizmetler onlar oluyordu. Ben onlardan hakikaten çok mutlu oluyordum. Evde eksiğim mi var, eşyamız mı yok, hiçbir şeyden şikâyetimiz olmuyordu. Ve şimdi düşünüyorum da, kendi kendime kızıyorum. Şimdi azıcık bir şey eksik olsa, ‘Şuyumuz eksik, buyumuz eksik’ derim.
Ceylan Ağabeyin hizmetle ilgili hatıralarından bize anlatır mısınız?
Üstad vefat etmeden önce bizimkiler bir kamyon alıyorlar. O kamyonu da Ceylan çalıştırsın diye Üstad’dan izin alıyorlar. Hatta Antalya’dan portakal falan taşıyorlar. Bir gün yine o kamyon varken Üstad diyor ki Ceylan’a: “Derhal Isparta’ya git, orada risâleler var, onları hemen Emirdağ’a getir.” O kitapları kamyona yükleyip üstüne portakalları da yükleyip o gece hemen Emirdağ’a geliyor. Kitaplar kurtarıldıktan sonra hemen arkasından dershaneye baskın yapılıyor ve kitaplar kurtulmuş oluyor.
Çamaşır makinesi hadisesi nedir?
Arçelik’te çalışan bir ağabeyimiz vardı, oradan kendisine indirimli bir çamaşır makinesi çıkmıştı. O ağabey Şükran Abla’ya ve Ali Demirel’e demiş ki: “Bizim durumumuz müsait değil, siz alın makineyi.” Şükran Abla da demiş ki: “Hizmetin bu kadar paraya muhtaç olduğu bir zamanda, elimde yıkarım çamaşırları, bu lüks cihazı alamam” deyip yemin içmiş. “Ama sen çok yıkıyorsun, o ağabeylerin çamaşırlarını falan, al bu makineyi” demişler. Şükran Abla da “Ben yemin etmişim, alamam” demiş. Ceylan hemen pratik zekâsı ile bir çözüm bulur: “‘Kapıdan giremez’ diye yemin ettin değil mi?” der. “Evet” der Şükran Abla. Ceylan da almış makineyi, pencereden içeriye koymuş. “Senin yeminin yerine geldi” demiş.
Bediüzzaman: "Ceylan şehid olacak"
Cuma günleri arabayı da çalıştırmazdı. Kendisi hanımları dershanelere götürürdü, (gerçi bunu Şükran Demirel Abla daha güzel anlatırdı) herkesi evlerinden alır, derse götürür, tekrar evlerine bırakırdı. Bir defasında ana caddede Şükran Abla dedi ki: “Beni burada bırak, buradan giderim eve. Çok az mesafe var zaten. Hani sana zahmet olmasın.” Ceylan, “Burada bırakmam, aldığım yere geri götürür bırakırım” dedi.
Hatta bunu ben bilmiyordum, Şükran Ablanın küçük çocukları vardı, biz dersteyken o çocukları alıp da İstanbul’u gezdiriyormuş. Çocukları çok severdi.
Üstad, Birinci Ağabeye “Hanımlara ders verebilirsin” diye izin vermiş
Birinci Ağabey, bizim evde Hanımlar Rehberi, Küçük Sözler’in v.s. yazılışında çok yardım etmiştir. Benim halamın oğluyla kardeşim lise okuyorlardı o zaman. 15-16 yaşlarında, çocuk yani halamın oğlu. Pek gelmesini istemiyordu. Ben de bir gün dedim: “Birinci Ağabey geliyor, başka ağabeyler geliyor, kitap yazıyorsunuz. Hani yalnız da olmuyorum. Halamın oğluna niye yok diyorsun?” Dedi ki: “Birinci Ağabey müstesna. Üstad Hazretleri Birinci Ağabeye ‘Hanımlara ders verebilirsin’ diye izin vermiş. Bu izni sadece Birinci Ağabeye vermiş, başka kimseye vermemiş. Yani onun (Ceylan’ın) ağzından duydum ben.
Son yazdığı Küçük Sözler’i bana hediye etti
Evlendiğimiz sıralar Hanımlar Rehberi’ni yeni yazıyla çıkarmışlardı. Sonradan Küçük Sözler’i çıkardılar. Bende bir tane var. Masanın üzerinde son olarak onu hazırlamıştı. Mumlu kâğıtla basılırdı. Hatta vefat ettiği zaman bitmiş gibiydi. Yarısını sonradan tamamladılar, ciltlemesini falan. İkinci kez onu (Küçük Sözler) tekrar yazıyordu. Eve gelince de çoğu zaman onları yazmakla meşgul oluyordu. Gündüz öğlene kadar bizim arabayla çalışıyordu, öğleden sonra da yine bir hizmetle meşgul oluyordu. Vefatından bir gün önce, yazdığı Küçük Sözler’i bana verdi. “Benden sana hediye olsun” dedi. Ertesi gün de vefat etti.
Üstad, Ceylan Ağabey’in şehit olacağını önceden haber veriyor. Siz de biliyor muydunuz bu hadiseyi?
O hadiseyi ben de daha önce Sungur Ağabey’den duydum. Bir gün arabada ön tarafta Ceylan şoförmüş. Zübeyir Ağabey de onun yanına oturuyormuş. Sungur Ağabey de arkada Üstad’la oturuyorlar. Üstad, Sungur Ağabeye diyor ki: “Keçeli, bunlar (Zübeyir Ağabey ve Ceylan Ağabeyi göstererek) şehit olacak” diyor. Sungur Ağabey de “Biz ne olacağız Üstadım?” diyor. Üstad Hazretleri “Nur Talebeleri talebe-i ulûm sıfatına dâhildir. Talebe-i ulûm ise şehit hükmündedir” buyurmuştur.
Zübeyir Ağabey ve Birinci Ağabey vefat ettiklerinde siz rüyada Ceylan Ağabeyi görmüşsünüz. O rüyalarınızı anlatır mısınız bize?
Gerçi tam hatırlamıyorum. Ceylan’ın kabrini görüyorum sanki. Ben göreyim diyorum, hatta bizim torun Ceylan da merak ediyor dedesini. Diyorum ki, “Onu da bir çağırayım, görsün dedesini.” Orada net görüyorum. Hatta kabir gibi, ama tam bilmiyorum ne olduğunu. Oradan çıkarken elimi tutup çıkıyor. İşte rüyayı gördüğüm o akşam Birinci Ağabey vefat ediyor. Bir de Zübeyir Ağabeyin vefatında gördüm rahmetliyi rüyamda. Çok heyecanlı, o kadar sevinçli ve telâşlı gördüm ki Ceylan’ı, uyandım. Eskişehir’deydim o sıra. Kayınpederime, hem sıkılıyorum, hem de anlatmadan duramıyorum. Sonradan haberdar olduk ki Zübeyir Ağabey vefat etmiş.
Çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Pek fazla bizimle zamanı olmayınca tabiî... Ağabeylerle daha çok vakit geçirmiş. Onun için onlar daha çok biliyor hatıralarını. Ruhlarına Fatiha okuyalım. Allah rahmet eylesin.
NURDAN HİLAL UÇAR
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
Geri: Ceylân Çalışkan Ağabey
Bediüzzaman'ın zekî bir talebesi: CEYLAN ÇALIŞKAN
Merhum Ceylan Ağabeyin vefatının 45. yıldönümü münasebetiyle eşi Talia teyzeyle yapmış olduğumuz röportaj dünkü gazetemizde yayınlanmış ve orada Talia teyzenin Ceylan Ağabeyle çok fazla zamanı geçmediğine dikkat çekerek onun ''Ceylan'la ilgili hatıraları Ağabeyler daha iyi anlatır'' dediğini nakletmiştik. Bu sebeple ben de, özellikle Son Şahitler'den seçtiğim Ceylan Ağabeyle ilgili (bilhassa lâtifeli) hatıraları, vefat yıldönümünde rahmet ve duâ olması vesilesiyle sizlerle paylaşmak istedim. Beraber okuyalım ve ruhuna Fatihalar gönderelim.
''GÖNLÜMÜZÜ MÜ ALIYORSUN,
YOKSA YENİ DÜNYA MI?''
Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, ''Ceylân, size malta eriği alacağım'' deyince; Ceylân, ''Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?'' diyerek mukabele etmiş.
ZEKERİYA'NIN DOLMUŞU
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin, Urfa'dan kalkıp Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sararak, hemen cevap vermiş: ''Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş Üstadım.''
''BİR HURİ BANA YETER''
Üstad iman ve Kur'ân hizmetinin ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, ''Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım'' deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: ''Üstadım, bir tanesi yeter bana.''
NEZARETTE...
l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da bulunan çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:
''Ağustos'un dördüncü haftası
''Said ve çantası
''Birinci şubeden bırakıp kaçtı
''Başımıza sevaplı belâlar açtı.''
Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, ''Bunu kim yazdı?'' diye sormuştu. ''İçinizden en eski kimse onunla konuşalım'' diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan ''Eskilere itibar olsa, bitpazarına nur yağardı'' diye şaka yapmıştı.
''YASSI ADA'YA GİTMEYE HACET KALMADI''
Harbiye'de sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylan Çalışkan şu lâtifeli satırları yazmıştı:
''Saat on bire geldi
Yemeğe hacet kalmadı
Halimize demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassı Ada'ya gitmeye hacet kalmadı.''
''DİŞİMİN KOVUĞUNA GİTMEZ!''
Ceylan bir gün üzüm, armut ve elmadan karışık hoşaf yapar. Üstad yanına varıp hoşafı görünce aralarında şu konuşma geçer. Üstad:
''Bu kazan kimin?''
''Üstadım benim.''
''Bu kazandaki yemeğin hepsini sen mi yiyeceksin?''
''Ben yiyeceğim Üstadım.''
''Bu sana çok. Git yarısını çarşıda sat.''
''Üstadım bu tencere ne ki? Ben bunun yanında bir-iki tencere yemek yerim. Bunu da üstüne içerim''
''Fesübhanallah! Senin midenin şerrinden Allah'a sığınırım.'' ''Üstadım, talebe hocasına yalan söylemez. Sizin yediğinizle Zübeyir Ağabeyin yediği benim dişimin kovuğuna gitmez!'' Üstad Ceylan'ın bu cevabına tebessüm eder.
ÜZÜMLER...
Mahmut Çalışkan anlatıyor:
Bir gün Isparta'dan bir ağabey, bağından bir sepet üzüm getirmişti. ''Bu benim bahçemden Üstadım'' diye vermişti. Üstadımız hediye kabul etmediğinden, ama gücenmesin diye de, ücretini verip aldı. Odasında, karyolanın karşısında, kapı ile pencere arasında gerili bir ip vardı. Üstadımız oraya bazen havlusunu falan asardı.
Zübeyir Ağabeye, o ipe üzüm salkımlarını dizmesini söyledi. Karyolasında otururken o üzümlere bakıp bakıp tefekkür ediyordu. Onları asalı epey zaman olmuştu. Bir gün sabah dersini yapmıştık. Tam dışarı çıkacağız. Kapıya yaklaştık. Ceylan Ağabey durdu, birden geri döndü. ''Üstadım, bu üzümler böyle, burada durup ne olacak?'' dedi. ''Bekleteceğine versen de, yesek'' demek istiyordu.
Üstadımız: ''Keçeli'' dedi ''O üzümler orada öylece duracak, onlardan almak yasak. Siz ancak yere düşenlerden alabilirsiniz!''
Ceylan Ağabey gitti, ipi tutup salladı. Üzümler patır patır yere düşmeye başladılar. Hemen eğilip yerden toplamaya koyuldu. Üstadımız hiddetle: ''Keçeli sen ne yapıyorsun?'' dedi. Ceylan Ağabey sakin bir şekilde yerden doğruldu:
''Üstadım, siz ''Yere düşenleri alacaksınız demediniz mi? Bende öyle yapıyorum!'' dedi. Bu cevap, Üstadımızın o kadar hoşuna gitti ki, birden hiddeti gitti, tebessüm etmeye başladı. O kadar ki, gülme sesi işitiliyordu.
KATIL BİZE
Ceylan, Üstad ve Risâle-i Nur hizmetinde bulunduğu müddetçe polis ve savcılardan bir türlü yakasını kurtaramaz. Bediüzzaman'ın yanında olmak, zaten sık sık ifadeye çağrılmaya yeterli sebeptir. Bir gün savcı ifadesini alırken alaylı bir ifade ile kendisine:
''Ohooo! Said Nursî'nin yanına getirilen yiyeceklerle keyif yapıyorsunuz!'' der.
Ceylan, böyle durumlarda sözünü hiç esirgemez, zekâ ve hazırcevaplılığını konuşturur:
''Savcı Bey!'' der, ''O halde ne diye devletin angaryasını çekiyorsunuz? Katılın bize, siz de hayatınızı yaşayın!''
Savcı beklediği cevap karşısında ne diyeceğini şaşırır. Kendini toparlayana kadar Ceylan'ın ikinci hamlesi gelir: ''Yalnız dikkat edin savcı bey! Bize katılmaya karar verirseniz, yolumuzun savcılar, hâkimler, karakollar ve hapislerden geçtiğini unutmayın.''
Savcı bu cevaplar karşısında bir şey söyleyemez, susmayı tercih eder.
CEYLAN ÇALIŞKAN'IN NOT DEFTERİNDEN...
* Bir nur talebesini, makam-ı sıddıkiyete götüren iki yol vardır: Sadakat ve fedakârlık.
* İhlâs, kelimelerin ruh-u manevisidir. İhlâs olmadığı zaman kelimeler, eğitim mermisi gibi, hedefi bulsa da tesir etmez. Onun için attığın fikir mermileri hedefini bulamıyor, tesirsiz kalıyor.
* Risâle-i Nur'un yolu sırr-ı ihlâstır, kulluktur. Bu hakikatleri başta iç dünyamızı mamur etmek için kullanacağız. İçimizdeki putları kırmak için kullanacağız.
* İhlâsa mani olan önemli bir şey yok! İhlâsa mani olan, önemsiz şeylerdir. Lüzumsuz, kederli, hodfuruşâne, sakil, riyakârane bazı hissiyât-ı süfliyedir.
* Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çünkü keyfiyetten az değiliz. Kâinat kuruldu kurulalı bu böyledir. Cemâdât fazla, nebatat az. Nebatat fazla, hayvanat az. Hayvanat fazla, insanlar az. Kâfirler fazla, Müslümanlar az. Amiler fazla, veliler az. Veliler fazla, asfiyalar az. Asfiyalar fazla, enbiyalar az.
Yüksek zekâsı yanında şiire ve şairliğe de merakı, kabiliyeti olan Ceylân Çalışkan, Hanımlar Rehberi'nin sonundaki ''Nurcuların Kasidesi'' isimli şiirini, askerlerin ''Annem beni yetiştirdi, bu vatana yolladı'' marşına bir nazire olarak yazmıştı.
NURDAN HİLAL UÇAR
24.08.2008
Merhum Ceylan Ağabeyin vefatının 45. yıldönümü münasebetiyle eşi Talia teyzeyle yapmış olduğumuz röportaj dünkü gazetemizde yayınlanmış ve orada Talia teyzenin Ceylan Ağabeyle çok fazla zamanı geçmediğine dikkat çekerek onun ''Ceylan'la ilgili hatıraları Ağabeyler daha iyi anlatır'' dediğini nakletmiştik. Bu sebeple ben de, özellikle Son Şahitler'den seçtiğim Ceylan Ağabeyle ilgili (bilhassa lâtifeli) hatıraları, vefat yıldönümünde rahmet ve duâ olması vesilesiyle sizlerle paylaşmak istedim. Beraber okuyalım ve ruhuna Fatihalar gönderelim.
''GÖNLÜMÜZÜ MÜ ALIYORSUN,
YOKSA YENİ DÜNYA MI?''
Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, ''Ceylân, size malta eriği alacağım'' deyince; Ceylân, ''Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?'' diyerek mukabele etmiş.
ZEKERİYA'NIN DOLMUŞU
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin, Urfa'dan kalkıp Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sararak, hemen cevap vermiş: ''Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş Üstadım.''
''BİR HURİ BANA YETER''
Üstad iman ve Kur'ân hizmetinin ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, ''Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım'' deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: ''Üstadım, bir tanesi yeter bana.''
NEZARETTE...
l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da bulunan çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:
''Ağustos'un dördüncü haftası
''Said ve çantası
''Birinci şubeden bırakıp kaçtı
''Başımıza sevaplı belâlar açtı.''
Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, ''Bunu kim yazdı?'' diye sormuştu. ''İçinizden en eski kimse onunla konuşalım'' diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan ''Eskilere itibar olsa, bitpazarına nur yağardı'' diye şaka yapmıştı.
''YASSI ADA'YA GİTMEYE HACET KALMADI''
Harbiye'de sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylan Çalışkan şu lâtifeli satırları yazmıştı:
''Saat on bire geldi
Yemeğe hacet kalmadı
Halimize demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassı Ada'ya gitmeye hacet kalmadı.''
''DİŞİMİN KOVUĞUNA GİTMEZ!''
Ceylan bir gün üzüm, armut ve elmadan karışık hoşaf yapar. Üstad yanına varıp hoşafı görünce aralarında şu konuşma geçer. Üstad:
''Bu kazan kimin?''
''Üstadım benim.''
''Bu kazandaki yemeğin hepsini sen mi yiyeceksin?''
''Ben yiyeceğim Üstadım.''
''Bu sana çok. Git yarısını çarşıda sat.''
''Üstadım bu tencere ne ki? Ben bunun yanında bir-iki tencere yemek yerim. Bunu da üstüne içerim''
''Fesübhanallah! Senin midenin şerrinden Allah'a sığınırım.'' ''Üstadım, talebe hocasına yalan söylemez. Sizin yediğinizle Zübeyir Ağabeyin yediği benim dişimin kovuğuna gitmez!'' Üstad Ceylan'ın bu cevabına tebessüm eder.
ÜZÜMLER...
Mahmut Çalışkan anlatıyor:
Bir gün Isparta'dan bir ağabey, bağından bir sepet üzüm getirmişti. ''Bu benim bahçemden Üstadım'' diye vermişti. Üstadımız hediye kabul etmediğinden, ama gücenmesin diye de, ücretini verip aldı. Odasında, karyolanın karşısında, kapı ile pencere arasında gerili bir ip vardı. Üstadımız oraya bazen havlusunu falan asardı.
Zübeyir Ağabeye, o ipe üzüm salkımlarını dizmesini söyledi. Karyolasında otururken o üzümlere bakıp bakıp tefekkür ediyordu. Onları asalı epey zaman olmuştu. Bir gün sabah dersini yapmıştık. Tam dışarı çıkacağız. Kapıya yaklaştık. Ceylan Ağabey durdu, birden geri döndü. ''Üstadım, bu üzümler böyle, burada durup ne olacak?'' dedi. ''Bekleteceğine versen de, yesek'' demek istiyordu.
Üstadımız: ''Keçeli'' dedi ''O üzümler orada öylece duracak, onlardan almak yasak. Siz ancak yere düşenlerden alabilirsiniz!''
Ceylan Ağabey gitti, ipi tutup salladı. Üzümler patır patır yere düşmeye başladılar. Hemen eğilip yerden toplamaya koyuldu. Üstadımız hiddetle: ''Keçeli sen ne yapıyorsun?'' dedi. Ceylan Ağabey sakin bir şekilde yerden doğruldu:
''Üstadım, siz ''Yere düşenleri alacaksınız demediniz mi? Bende öyle yapıyorum!'' dedi. Bu cevap, Üstadımızın o kadar hoşuna gitti ki, birden hiddeti gitti, tebessüm etmeye başladı. O kadar ki, gülme sesi işitiliyordu.
KATIL BİZE
Ceylan, Üstad ve Risâle-i Nur hizmetinde bulunduğu müddetçe polis ve savcılardan bir türlü yakasını kurtaramaz. Bediüzzaman'ın yanında olmak, zaten sık sık ifadeye çağrılmaya yeterli sebeptir. Bir gün savcı ifadesini alırken alaylı bir ifade ile kendisine:
''Ohooo! Said Nursî'nin yanına getirilen yiyeceklerle keyif yapıyorsunuz!'' der.
Ceylan, böyle durumlarda sözünü hiç esirgemez, zekâ ve hazırcevaplılığını konuşturur:
''Savcı Bey!'' der, ''O halde ne diye devletin angaryasını çekiyorsunuz? Katılın bize, siz de hayatınızı yaşayın!''
Savcı beklediği cevap karşısında ne diyeceğini şaşırır. Kendini toparlayana kadar Ceylan'ın ikinci hamlesi gelir: ''Yalnız dikkat edin savcı bey! Bize katılmaya karar verirseniz, yolumuzun savcılar, hâkimler, karakollar ve hapislerden geçtiğini unutmayın.''
Savcı bu cevaplar karşısında bir şey söyleyemez, susmayı tercih eder.
CEYLAN ÇALIŞKAN'IN NOT DEFTERİNDEN...
* Bir nur talebesini, makam-ı sıddıkiyete götüren iki yol vardır: Sadakat ve fedakârlık.
* İhlâs, kelimelerin ruh-u manevisidir. İhlâs olmadığı zaman kelimeler, eğitim mermisi gibi, hedefi bulsa da tesir etmez. Onun için attığın fikir mermileri hedefini bulamıyor, tesirsiz kalıyor.
* Risâle-i Nur'un yolu sırr-ı ihlâstır, kulluktur. Bu hakikatleri başta iç dünyamızı mamur etmek için kullanacağız. İçimizdeki putları kırmak için kullanacağız.
* İhlâsa mani olan önemli bir şey yok! İhlâsa mani olan, önemsiz şeylerdir. Lüzumsuz, kederli, hodfuruşâne, sakil, riyakârane bazı hissiyât-ı süfliyedir.
* Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çünkü keyfiyetten az değiliz. Kâinat kuruldu kurulalı bu böyledir. Cemâdât fazla, nebatat az. Nebatat fazla, hayvanat az. Hayvanat fazla, insanlar az. Kâfirler fazla, Müslümanlar az. Amiler fazla, veliler az. Veliler fazla, asfiyalar az. Asfiyalar fazla, enbiyalar az.
Yüksek zekâsı yanında şiire ve şairliğe de merakı, kabiliyeti olan Ceylân Çalışkan, Hanımlar Rehberi'nin sonundaki ''Nurcuların Kasidesi'' isimli şiirini, askerlerin ''Annem beni yetiştirdi, bu vatana yolladı'' marşına bir nazire olarak yazmıştı.
NURDAN HİLAL UÇAR
24.08.2008
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz