Tefekkür ve Murakabe
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Tefekkür ve Murakabe
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "O bir söz söylemeye dursun. Mutlaka yanında hazır bir gözcü (melek) vardır (sözü zapdederler.)" (Kaf; 18)
Bizler ne kadar bu meleklerden gafil olsak da, onlar bizden gafil değildirler. Onlara uyku ve dinlenme yoktur. Biz nasıl ve nerede olursak olalım, onlar daima bizimledir. Onlar, bizim bütün hal ve hareketlerimizi kitap haline getiriyorlar.
Onun için insan Allah-u Zülcelal'e, daima murakabe halinde olmalıdır. İnsan Allah-u Zülcelal'e murakabe halinde olduğu zaman, kolay kolay günah işlemez. Çünkü Allah-u Zülcelal kudret ve azamet sahibidir. Biz O'nun kudretiyle kendimizi hiç kıyas edemeyiz.
Allah-u Zülcelal daima bizimle beraberdir. O'nun bizimle olan beraberliği de, hiçbir şeyle kıyas olamaz. Allah-u Zülcelal bizlere öyle yakındır ki; O bize şah damarımızdan daha yakındır. Allah-u Zülcelal o kadar kudret ve azamet sahibidir ki, bu gökyüzünü direksiz yaratmıştır.
Güçlü olan bir insan, zayıf olan insana: "Şunu çok dikkatli yap, yoksa seni mahvederim." dese, zayıf olan insan o işi titizlikle yerine getirir. Sonuçta ikisi de kuldur. Niyahet onu öldürür ve bâki olan hayat başlar.
Fakat Allah-u Zülcelal'in ki ebedü’l-ebeddir. İşte insan bu şekilde düşünür ve murakabe ederse, o insan kolay kolay günah yapmaz. Maalesef bu durumdan gafil kalıyoruz. Hepimiz Allah'a inanıyoruz. Fakat (haşa) sanki inanmıyormuş gibi günah işliyoruz.
Anlatıldığına göre, Bayezid-i Bestami bir gün öyle ağladı ki, en sonunda yaş yerine gözünden kan geldi. O anda Allah tarafından bir nida gelerek:
"Ey Bestami niçin ağlıyorsun, cennet için mi, yoksa cehennem için mi?" dedi. O da şöyle cevap verdi:
"Ya Rabbi, ben ne cennet ve ne de cehennem için ağlıyorum. Benim ağlamamın sebebi; benim muradım, Senin muradın olsun. Sen ne istiyorsan ben de onu isteyim. Beni iradenle cehenneme atarsan, benim iradem de öyle olsun. Senin isteğin ne ise, benim muradım o olsun."
İşte kulluk böyledir; insan Allah'ın muradını istediği vakit hiç günah işlemez. Çünkü Allah-u Zülcelal kulunun günah işlemesini istemiyor, buna göre kul da bunu istememelidir.
İşte Evliyaların hali böyle idi. Biz kendimizi onlarla kıyaslarsak, sanki müslüman değilmişiz gibi gelir. Allah-u Zülcelal onların bereketinden bizleri mahrum etmesin.
Ebu'l-Hasan Harkani şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in camisine gittim. O zaman ki insanlar çok kıtlık içinde idiler. Ben camiye girdim ve üç gün dışarı çıkmadım. Daha sonra kendi kendime bir dışarıya çıkayım da yemek yiyeyim, dedim. Ben sol ayağımı dışarı attım, sağ ayağım içerdeyken bana: "Sen bizi bir yemek için mi bırakıyorsun?" diye bir ses geldi. Bunun üzerine ayağımı geri çekerek camiye girdim. Bir müddet sonra, bir insan önüme şeker koydu ve tekrar gitti. Ben kendi kendime:
"Allah ondan razı olsun. Şekeri önüme koydu ve beni zikrimden alıkoymadı, diye sevindim. Onu yedim, açlık, susuzluk ve uyku-suzluk benden gitti. Sonra ibadetime devam ettim."
İşte onlar öyle idi. Kendi nefislerini Allah-u Zülcelal'in İbadetine hapsediyorlardı. Onlar herşeyde fedakarlık gösteriyorlardı.
Mesela Şeyh Abdulkadir Geylani, yirmibir sene insanların içine karışmadan bağlarda, bayırlarda, amel yapıp emek verdiği için, büyük makamlara sahip oldu.
Evet, kim ne yaparsa, başkası için değil, kendisine yapmış olur. Öyleyse insan ibadete ve salih amele yönelerek, kendi kurtuluşunu temin etmelidir.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler." (Al-i İmran; 191)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın zatını tefekkür etmeyin. O'nun nimetlerini ve yaratıklarını düşünün. Çünkü siz Allah'ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz." (Ahmed bin Hanbel, Beyhaki)
Eğer Allah-u Zülcelal'in yarattığı kainatı derinlemesine tefekkür edersek, Allah'ın ne kadar kudret ve azamet sahibi olduğunu anlarız. Allah-u Zülcelal o kadar kudret ve azamet sahibidir ki, bütün mahlukattan her an haberi vardır. Allah'ın kudret ve azamet sahibi olduğunu bilmek, o kudret ve azamet sahibinden merhametini istemek lazımdır.
İnsan kendi nefsinin nasıl yaratıldığını düşünürse, Allah-u Zülcelal'in kudret ve azamet sahibi olduğunu buradan da anlar.
İşte tefekkürün birincisi... Allah'ın yarattıklarını düşünmek ve O'nun kudret ve azamet sahibi olduğunu anlamaktır.
Tefekkür'ün ikincisi ise; Allah-u Zülcelal'in nimetlerini düşünmektir. İnsan Allah'ın nimetlerini düşündüğü zaman Allah-u Zülcelal'den haya etmesi gerekir. Çünkü Allah-u Zülcelal, insana bu kadar iyilik yaparak, rızkını veriyor. İnsan bu şekilde düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelal'den haya ederek, O'na iyi kulluk yapar.
Tefekkürün üçüncüsü; Allah-u Zülcelal'in, mü'min kullarına vaadettiği cennet nimetlerini düşünmektir. Bu cennet nimetlerini, Allah-u Zülcelal'den bedava olarak istemek doğru değildir. Allah-u Zülcelal bu cennet nimetlerini salih kullarına vaadettiği içindir ki; bunları salih amellere bağlanmıştır. Onun için, elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal'e taatte bulunmak suretiyle, kendimizi bu cennet nimetlerine layık hale getirmemiz lazımdır.
Tefekkürün dördüncüsü; Allah-u Zülcelal'in kafir, münafık ve fasık kimseler için hazırladığı cehennem ateşini düşünmektir. Kendimizi cehennem ateşinden muhafaza etmemiz için, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine riayet etmemiz gerekir.
Tefekkürün beşincisi; Allah-u Zülcelal, insana o kadar nimetler verdiği halde, insan Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerini hakkıyla yerine getirmediğinden, kendisini Allah-u Zülcelal'e karşı günah yüklü görmesidir.
Bir gün Ebu Şureyh yolda yürüyordu. Bir kenara oturdu ve elbisesine bürünerek ağladı. Ona: "Seni ağlatan nedir?" diye sorduklarında, dedi ki:
"Ömrüm bitiyor ama amelim azdır, diye ağlıyorum."
İbrahim bin Ethem'e: "Bize biraz nasihat et!" dediler. Onlara dedi ki:
"Ben dört şeyle öyle meşgulüm ki, size nasihat etmeye vaktim yok. Kusura bakmayın size nasihat edemem!"
"Nedir bu dört şey?" diye sordular. Dedi ki:
Birincisi: Allah-u Zülcelal ruhları yarattığı zaman, onları toplayıp: " Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Benim ruhumda onların içindeydi. Acaba benim ruhum: "Evet, Sen benim Rabbimsin" mi? Yoksa: "Hayır, benim Rabbim değilsin" mi? dedi. Hangi guruptan olduğumu bilmediğim için, daima onunla meşgulüm.
İkincisi: Allah-u Zülcelal insanı annesinin karnında yarattığı zaman bir melek gönderir:
Melek şöyle sorar:
"Ya Rabbi! Bunu said (cennetlikler)'lerden mi yazayım, yoksa şaki (cehennemlikler)'lerden mi yazayım?" Allah-u Zülcelal o meleğe benim hakkımda acaba ne cevap verdi. Ben daima bu sorunun cevabıyla meşgulüm.
Üçüncüsü: Azrail benim ruhumu almaya geldiğinde, Allah-u Zülcelal'e: "Ya Rabbi! Senin bu kulunun ruhunu imanlı olarak mı, yoksa kafir olarak mı alayım." diye münacaatta bulunur. Acaba, Allah-u Zülcelal Azrail'e: "Bu kulumun ruhunu imanlı olarak al!" ya da: "Bu kulumun ruhunu kafir olarak al." buyuracak. Ben daima bunu düşünüyorum ve bununla meşgulüm.
Dördüncüsü: Haşir meydanında, Adem aleyhisselam'dan ta kıyamet kopuncaya kadar yaşamış olan bütün insanlar biraraya toplanacak, korku ve dehşet içinde büyük bir izdiham olacak. Ben, bu korkuyla yaşanacak izdihamı gözümün önüne getiriyorum. O gün Allah-u Zülcelal: "Ey günahkarlar ve mücrimler, bu gün mü'minlerden ayrılın." (Yasin; 59) buyuracak. Acaba ben hangi guruptan olacağım. Bunu bilmediğim için daima onunla meşgulüm. Bu yüzden size nasihat etmeye vaktim yoktur."
İnsan, bizden önceki insanların hayatını düşünecek olursa, hatalarımız bir bir meydana çıkıyor.
Bizden önceki insanlardan iki kardeş vardı. Bunların babaları vefat ettiği zaman, malları paylaşmak için evlerinde münakaşa etmeye başladılar. O sırada evin kerpiçlerinden bir tanesi dile gelerek, o iki kardeşe şöyle dedi:
"Size ne oluyor ki, bu dünya için birbirinizle mücadeleye girişi-yorsunuz? Ben bir zamanlar filan memleketin padişahı idim. Ben öldükten sonra bedenim çürüyüp toprak oldu. Bu toprağı bazı insanlar çömlek tencere yaptılar. Yani beni yüz sene çömlek tencere olarak kullandılar.
Sonra o tencere kırıldı ve yeni halimi aldım. Yüz senedir de ben burada kerpiç halindeyim. Benim şu kadar malım ve mülküm vardı. Bu kadar hizmetçiler benim elimdeydi. İşte benim son halim budur. Neden boşyere birbirinizi rahatsız ediyorsunuz?"
İşte böyle bir dünyayı kalbimize koyup Allah-u Zülcelal'in rızasını bırakmak ve böyle büyük bir zararın içerisine girmek, akılsızlıktan başka birşey değildir. Allah-u Zülcelal bizleri kendisine ibadet etmemiz için yaratmıştır. İşte bu ibadet vesilesiyle, Allah-u Zülcelal bizlere merhamet ediyor. Demek ki, ibadetten maksat; Allah-u Zülcelal'in rahmetine sığınmaktır.
Şunu hepimiz bilmeliyiz ki; nefis ile şeytan, insana sanki iyi bir şey yapıyormuş gibi günah işletirler. Bunun için insanın hemen pişman olması lazımdır.
İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kâr ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü'min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır.
Eğer insan hesabını görürken iyi bir şey yapmış ise, Allah-u Zülcelal'e hamd-ü sena etmeli; eğer vaktini gaflet ve günah ile geçirmiş ise, hemen tevbeye sarılmalı ve Allah-u Zülcelal'e yalvarıp kendisini ibadete teşvik etmelidir.
Bu dünya bir han misalidir. Gördüğümüz gibi insanlar çömlek tencere, kerpiç oluyor. İşte bizden önceki insanlar böyledirler. Allah-u Zülcelal'in bizlere vermiş olduğu çok kıymetli bir cevher olan akıl ile düşünmek, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmak, daima iyiyi seçmek ve iyi olanı yapmak lazımdır.
İnsan, Allah-u Zülcelal'i razı ettiği taktirde, bütün insanlar ve melekler kendisinden razı olur. Bütün kainat O'nun mülküdür. İnsana azab verecek ve de rahata erdirecek olan yine O'dur.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Bizler ne kadar bu meleklerden gafil olsak da, onlar bizden gafil değildirler. Onlara uyku ve dinlenme yoktur. Biz nasıl ve nerede olursak olalım, onlar daima bizimledir. Onlar, bizim bütün hal ve hareketlerimizi kitap haline getiriyorlar.
Onun için insan Allah-u Zülcelal'e, daima murakabe halinde olmalıdır. İnsan Allah-u Zülcelal'e murakabe halinde olduğu zaman, kolay kolay günah işlemez. Çünkü Allah-u Zülcelal kudret ve azamet sahibidir. Biz O'nun kudretiyle kendimizi hiç kıyas edemeyiz.
Allah-u Zülcelal daima bizimle beraberdir. O'nun bizimle olan beraberliği de, hiçbir şeyle kıyas olamaz. Allah-u Zülcelal bizlere öyle yakındır ki; O bize şah damarımızdan daha yakındır. Allah-u Zülcelal o kadar kudret ve azamet sahibidir ki, bu gökyüzünü direksiz yaratmıştır.
Güçlü olan bir insan, zayıf olan insana: "Şunu çok dikkatli yap, yoksa seni mahvederim." dese, zayıf olan insan o işi titizlikle yerine getirir. Sonuçta ikisi de kuldur. Niyahet onu öldürür ve bâki olan hayat başlar.
Fakat Allah-u Zülcelal'in ki ebedü’l-ebeddir. İşte insan bu şekilde düşünür ve murakabe ederse, o insan kolay kolay günah yapmaz. Maalesef bu durumdan gafil kalıyoruz. Hepimiz Allah'a inanıyoruz. Fakat (haşa) sanki inanmıyormuş gibi günah işliyoruz.
Anlatıldığına göre, Bayezid-i Bestami bir gün öyle ağladı ki, en sonunda yaş yerine gözünden kan geldi. O anda Allah tarafından bir nida gelerek:
"Ey Bestami niçin ağlıyorsun, cennet için mi, yoksa cehennem için mi?" dedi. O da şöyle cevap verdi:
"Ya Rabbi, ben ne cennet ve ne de cehennem için ağlıyorum. Benim ağlamamın sebebi; benim muradım, Senin muradın olsun. Sen ne istiyorsan ben de onu isteyim. Beni iradenle cehenneme atarsan, benim iradem de öyle olsun. Senin isteğin ne ise, benim muradım o olsun."
İşte kulluk böyledir; insan Allah'ın muradını istediği vakit hiç günah işlemez. Çünkü Allah-u Zülcelal kulunun günah işlemesini istemiyor, buna göre kul da bunu istememelidir.
İşte Evliyaların hali böyle idi. Biz kendimizi onlarla kıyaslarsak, sanki müslüman değilmişiz gibi gelir. Allah-u Zülcelal onların bereketinden bizleri mahrum etmesin.
Ebu'l-Hasan Harkani şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in camisine gittim. O zaman ki insanlar çok kıtlık içinde idiler. Ben camiye girdim ve üç gün dışarı çıkmadım. Daha sonra kendi kendime bir dışarıya çıkayım da yemek yiyeyim, dedim. Ben sol ayağımı dışarı attım, sağ ayağım içerdeyken bana: "Sen bizi bir yemek için mi bırakıyorsun?" diye bir ses geldi. Bunun üzerine ayağımı geri çekerek camiye girdim. Bir müddet sonra, bir insan önüme şeker koydu ve tekrar gitti. Ben kendi kendime:
"Allah ondan razı olsun. Şekeri önüme koydu ve beni zikrimden alıkoymadı, diye sevindim. Onu yedim, açlık, susuzluk ve uyku-suzluk benden gitti. Sonra ibadetime devam ettim."
İşte onlar öyle idi. Kendi nefislerini Allah-u Zülcelal'in İbadetine hapsediyorlardı. Onlar herşeyde fedakarlık gösteriyorlardı.
Mesela Şeyh Abdulkadir Geylani, yirmibir sene insanların içine karışmadan bağlarda, bayırlarda, amel yapıp emek verdiği için, büyük makamlara sahip oldu.
Evet, kim ne yaparsa, başkası için değil, kendisine yapmış olur. Öyleyse insan ibadete ve salih amele yönelerek, kendi kurtuluşunu temin etmelidir.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler." (Al-i İmran; 191)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın zatını tefekkür etmeyin. O'nun nimetlerini ve yaratıklarını düşünün. Çünkü siz Allah'ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz." (Ahmed bin Hanbel, Beyhaki)
Eğer Allah-u Zülcelal'in yarattığı kainatı derinlemesine tefekkür edersek, Allah'ın ne kadar kudret ve azamet sahibi olduğunu anlarız. Allah-u Zülcelal o kadar kudret ve azamet sahibidir ki, bütün mahlukattan her an haberi vardır. Allah'ın kudret ve azamet sahibi olduğunu bilmek, o kudret ve azamet sahibinden merhametini istemek lazımdır.
İnsan kendi nefsinin nasıl yaratıldığını düşünürse, Allah-u Zülcelal'in kudret ve azamet sahibi olduğunu buradan da anlar.
İşte tefekkürün birincisi... Allah'ın yarattıklarını düşünmek ve O'nun kudret ve azamet sahibi olduğunu anlamaktır.
Tefekkür'ün ikincisi ise; Allah-u Zülcelal'in nimetlerini düşünmektir. İnsan Allah'ın nimetlerini düşündüğü zaman Allah-u Zülcelal'den haya etmesi gerekir. Çünkü Allah-u Zülcelal, insana bu kadar iyilik yaparak, rızkını veriyor. İnsan bu şekilde düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelal'den haya ederek, O'na iyi kulluk yapar.
Tefekkürün üçüncüsü; Allah-u Zülcelal'in, mü'min kullarına vaadettiği cennet nimetlerini düşünmektir. Bu cennet nimetlerini, Allah-u Zülcelal'den bedava olarak istemek doğru değildir. Allah-u Zülcelal bu cennet nimetlerini salih kullarına vaadettiği içindir ki; bunları salih amellere bağlanmıştır. Onun için, elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal'e taatte bulunmak suretiyle, kendimizi bu cennet nimetlerine layık hale getirmemiz lazımdır.
Tefekkürün dördüncüsü; Allah-u Zülcelal'in kafir, münafık ve fasık kimseler için hazırladığı cehennem ateşini düşünmektir. Kendimizi cehennem ateşinden muhafaza etmemiz için, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine riayet etmemiz gerekir.
Tefekkürün beşincisi; Allah-u Zülcelal, insana o kadar nimetler verdiği halde, insan Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerini hakkıyla yerine getirmediğinden, kendisini Allah-u Zülcelal'e karşı günah yüklü görmesidir.
Bir gün Ebu Şureyh yolda yürüyordu. Bir kenara oturdu ve elbisesine bürünerek ağladı. Ona: "Seni ağlatan nedir?" diye sorduklarında, dedi ki:
"Ömrüm bitiyor ama amelim azdır, diye ağlıyorum."
İbrahim bin Ethem'e: "Bize biraz nasihat et!" dediler. Onlara dedi ki:
"Ben dört şeyle öyle meşgulüm ki, size nasihat etmeye vaktim yok. Kusura bakmayın size nasihat edemem!"
"Nedir bu dört şey?" diye sordular. Dedi ki:
Birincisi: Allah-u Zülcelal ruhları yarattığı zaman, onları toplayıp: " Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Benim ruhumda onların içindeydi. Acaba benim ruhum: "Evet, Sen benim Rabbimsin" mi? Yoksa: "Hayır, benim Rabbim değilsin" mi? dedi. Hangi guruptan olduğumu bilmediğim için, daima onunla meşgulüm.
İkincisi: Allah-u Zülcelal insanı annesinin karnında yarattığı zaman bir melek gönderir:
Melek şöyle sorar:
"Ya Rabbi! Bunu said (cennetlikler)'lerden mi yazayım, yoksa şaki (cehennemlikler)'lerden mi yazayım?" Allah-u Zülcelal o meleğe benim hakkımda acaba ne cevap verdi. Ben daima bu sorunun cevabıyla meşgulüm.
Üçüncüsü: Azrail benim ruhumu almaya geldiğinde, Allah-u Zülcelal'e: "Ya Rabbi! Senin bu kulunun ruhunu imanlı olarak mı, yoksa kafir olarak mı alayım." diye münacaatta bulunur. Acaba, Allah-u Zülcelal Azrail'e: "Bu kulumun ruhunu imanlı olarak al!" ya da: "Bu kulumun ruhunu kafir olarak al." buyuracak. Ben daima bunu düşünüyorum ve bununla meşgulüm.
Dördüncüsü: Haşir meydanında, Adem aleyhisselam'dan ta kıyamet kopuncaya kadar yaşamış olan bütün insanlar biraraya toplanacak, korku ve dehşet içinde büyük bir izdiham olacak. Ben, bu korkuyla yaşanacak izdihamı gözümün önüne getiriyorum. O gün Allah-u Zülcelal: "Ey günahkarlar ve mücrimler, bu gün mü'minlerden ayrılın." (Yasin; 59) buyuracak. Acaba ben hangi guruptan olacağım. Bunu bilmediğim için daima onunla meşgulüm. Bu yüzden size nasihat etmeye vaktim yoktur."
İnsan, bizden önceki insanların hayatını düşünecek olursa, hatalarımız bir bir meydana çıkıyor.
Bizden önceki insanlardan iki kardeş vardı. Bunların babaları vefat ettiği zaman, malları paylaşmak için evlerinde münakaşa etmeye başladılar. O sırada evin kerpiçlerinden bir tanesi dile gelerek, o iki kardeşe şöyle dedi:
"Size ne oluyor ki, bu dünya için birbirinizle mücadeleye girişi-yorsunuz? Ben bir zamanlar filan memleketin padişahı idim. Ben öldükten sonra bedenim çürüyüp toprak oldu. Bu toprağı bazı insanlar çömlek tencere yaptılar. Yani beni yüz sene çömlek tencere olarak kullandılar.
Sonra o tencere kırıldı ve yeni halimi aldım. Yüz senedir de ben burada kerpiç halindeyim. Benim şu kadar malım ve mülküm vardı. Bu kadar hizmetçiler benim elimdeydi. İşte benim son halim budur. Neden boşyere birbirinizi rahatsız ediyorsunuz?"
İşte böyle bir dünyayı kalbimize koyup Allah-u Zülcelal'in rızasını bırakmak ve böyle büyük bir zararın içerisine girmek, akılsızlıktan başka birşey değildir. Allah-u Zülcelal bizleri kendisine ibadet etmemiz için yaratmıştır. İşte bu ibadet vesilesiyle, Allah-u Zülcelal bizlere merhamet ediyor. Demek ki, ibadetten maksat; Allah-u Zülcelal'in rahmetine sığınmaktır.
Şunu hepimiz bilmeliyiz ki; nefis ile şeytan, insana sanki iyi bir şey yapıyormuş gibi günah işletirler. Bunun için insanın hemen pişman olması lazımdır.
İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kâr ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü'min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır.
Eğer insan hesabını görürken iyi bir şey yapmış ise, Allah-u Zülcelal'e hamd-ü sena etmeli; eğer vaktini gaflet ve günah ile geçirmiş ise, hemen tevbeye sarılmalı ve Allah-u Zülcelal'e yalvarıp kendisini ibadete teşvik etmelidir.
Bu dünya bir han misalidir. Gördüğümüz gibi insanlar çömlek tencere, kerpiç oluyor. İşte bizden önceki insanlar böyledirler. Allah-u Zülcelal'in bizlere vermiş olduğu çok kıymetli bir cevher olan akıl ile düşünmek, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmak, daima iyiyi seçmek ve iyi olanı yapmak lazımdır.
İnsan, Allah-u Zülcelal'i razı ettiği taktirde, bütün insanlar ve melekler kendisinden razı olur. Bütün kainat O'nun mülküdür. İnsana azab verecek ve de rahata erdirecek olan yine O'dur.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz