Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Allah' ım Rızanı Talep Ediyorum

Aşağa gitmek

Allah' ım Rızanı Talep Ediyorum Empty Allah' ım Rızanı Talep Ediyorum

Mesaj tarafından VuslatGeceleri Çarş. Eyl. 10 2008, 12:30

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer.)" (Şuara; 88-89)
Bu dünya bir imtihan yeridir. Allah-u Zülcelal, bizleri imtihan etmek için dünyanın keyf ve sefasını gözümüzün önüne seriyor. Allah-u Zülcelal bu imtihanı kazanan kimseye, kıyamet gününde en güzel mükafatları verecektir. Bu sebeple, Allah'tan bir karşılık olmaksızın cehennemden muhafaza olunmak ve -o kadar ucuzmuş gibi- cenneti istemek doğru değildir.
Allah-u Zülcelal daima bizimle beraberdir. Bir saniye bile bizden gafil olmayıp herkesin kalbine muttalidir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah, sizin suretinize bakmaz, ancak kalbinize bakar." (Müslim)
Allah-u Zülcelal, neyi istiyorsa ve nerede rızası varsa, kalbimizin de onu istemesi lazımdır. Mesela bir köle, efendisinin kendisini sevmesi için kılıktan kılığa girip nasıl yağcılık yapıyorsa, bizim de birazcık böyle olmamız ve daima Allah-u Zülcelal'in rızasına yönelmemiz gerekmektedir.
Bir gün Davud aleyhisselam, Allah-u Zülcelal'e:
"Ya Rabbi! Her padişahın hazineleri vardır, Senin hazinelerin nedir?" diye sorar. Allah-u Zülcelal:
"Ey Davud! Benim hazinelerim arş'tan daha yüksek, Kürsi'den daha büyük ve cennet nimetlerinden daha fazladır." buyurarak, hazinelerinin çokluğunu ve büyüklüğünü beyan etmiştir.
Allah-u Zülcelal, Adem aleyhisselam'a:
"Buğday ağacından yemeyeceksin!" diye emrettiği zaman, Allah'ın takdirinde vardı ki; Adem aleyhisselam buğday ağacından yedi. Adem aleyhisselam buğday ağacından yedikten sonra, Allah-u Zülcelal onu yere indirdi.
Bir rivayete göre, Adem aleyhisselam başını yere koyarak Eftehan dağının üzerinde iki yüz sene ağlamıştır. Onun gözünden dökülen mübarek yaşlardan yerde ot bitiyordu ki; Adem aleyhisselam'in başı o otun içinde kayboluyordu.
Bazı zamanlarda da yaptığı hatayı hatırlayarak "ah!" çeki-yordu. O "ah!" ki; Adem aleyhisselam'in ağzından çıkan hararet, etrafındaki otları yakıp kül ediyordu. Böylece iki yüz sene ağladıktan sonra, Allah-u Zülcelal, ona:
"Ey Adem! Sen Benim meleklerimden dahi saf ve en seçkin kulumsun." buyurdu. Adem aleyhisselam bunu duyunca hiç sesini çıkarmadı. Allah-u Zülcelal, aynı şekilde iki defa daha nida etti.
Fakat Adem aleyhisselam yine ses çıkarmadı. Adem aleyhisselam sessiz kaldığı için melekler korkudan titrediler. Bundan sonra Cebrail aleyhisselam geldi ve:
"Ey Adem! Allah-u Zülcelal'in sana seslendiğini duymu-yor musun?" diye sordu. Adem aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Duyuyorum. Saf, Allah'ın seçkin kuludur. Ben bir hata işledim. Ben nereden Allah'ın saf kulu olacağım. Ben kendi hatamı bildiğim için ses çıkarmadım." diye cevap verdi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam:
"Allah, sana saf kulum dediği zaman sen ne düşündün?" diye sordu. Adem aleyhisselam:
"Ey Cebrail! Ben düşündüm ki; Allah'tan başka günahları affedecek kimse yoktur. Fakat günahımı hatırladığım zaman da, Allah'tan çok korkuyordum. Yani ümit ile korku arasındaydım." diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah-u Zülcelal, Cebrail aleyhisselam'a emrederek:
"Ey Cebrail! Adem'e söyle, ben onu affettim. Benim söylediğim hazine de ancak ona layıktır." buyurdu.
İnsanoğlunun, kendisini daima tevbe, ibadet ve zikirle günahlardan muhafaza etmesi gerekir. Çünkü tevbe, ibadet ve zikir insan için manevi bir tedavidir. Bilhassa bu ahir zamanda, insanoğlunun maneviyatını hasta edecek sebepler haddinden fazladır.
Anlatıldığına göre, cahil bir kadın Mekke-i Mükerreme'ye gitmiş. Orada Kabe-i Muazzama'yı gördüğü zaman:
"Bu da benim evim gibi bir evdir. Bu evle benim evim arasında bir fark yoktur!" demiş. İşte bu kadın, kendi eviyle Allah-u Zülcelal'in evini farksız görüyor. Bazı insanlar da iyi âlim ile kötü âlimi farksız görüyor.
Zülkarneyn'in bir yardımcısı vardı ki; senede bir defa Zülkarneyn'e bir bardak zehir veriyordu. Zehirin tesiriyle Zülkarneyn'in dökülen saçları yeniden çıkıyor ve dökülen derileri yeniden yenileniyordu. Yardımcısı, zehirin Zülkarneyn'e zarar vermesi için başka tedaviler de uyguluyordu. Bir gün Zülkarneyn, yardımcısına:
"Sen benim dostum musun? Yoksa düşmanım mısın?" diye sordu. Yardımcısı:
"Ben senin dostunum." diye cevap verdi. Zülkarneyn:
"Peki bu zehiri bana neden veriyorsun?" diye sorunca, yardımcısı:
"Ben sana önce bir ilaç veriyorum. Bu zehir, başkalarının sana verdiği zehirin dokunmaması içindir." diye cevap verdi.
İşte insan, günah ile şeytanın zehirli oklarıyla zehirlendiği zaman, onun koruyucusu; Allah'ın kelamı, emir ve nehiyleri ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in hadis-i şerif-leridir.
Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine uyup; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in hadis-i şeriflerini ve Evliyaların tavsiyelerini tatbik ettiğimiz zaman, şeytanın zehirli okları bizlere zarar veremez. Nasıl insan tedavi olduğu zaman, zehir ona zarar vermiyorsa; biz Kur-an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle muamele ettiğimiz zaman şeytanın oyununa gelmeyiz.
Allah-u Zülcelal İsrafil aleyhisselam'a emredip de, İsrafil aleyhisselam Sur'a üflediği zaman bütün insanlar öleceklerdir. Yalnız dört büyük melek ve şeytan kalacaktır. Bundan sonra Allah-u Zülcelal, Azrail aleyhisselam'a:
"Şeytanın ruhunu al!" diye emreder. Azrail aleyhisselam ruhunu almak için şeytanın yanına gider, fakat şeytan kaçar. Allah-u Zülcelal şeytanın ölümüne kadar ona bazı kuvvetler vermiştir. İnsan nasıl denize girip çıkıyorsa, şeytanda yetmiş sefer toprağın içine girip diğer taraftan çıkar. Azrail aleyhis-selam şeytanın hakkından bir türlü gelemez ve Allah-u Zülcelal'e:
"Ya Rabbi! Ben onu bir taraftan yakalamak istiyorum, fakat o öbür taraftan çıkıyor." diyerek münacaatta bulunur. Allah-u Zülcelal bunun üzerine, şeytanı yakalamak için yetmiş bin köpek yaratır.
Bu köpekler şeytanı yakalamak için yanına giderler. Fakat bu köpeklerde şeytanın hakkından gelemezler. Allah-u Zülcelal, üç sefer daha yetmiş bin köpek yaratır. Bu köpekler şeytanın etrafını sararlar. Şeytan artık aciz kalır ve kendisini yere atar. Azrail aleyhisselam:
"Ey Lain! Sen Adem'e secde etmedin, tam Adem'in kabri üzerindesin, burda secde et!" der. Şeytan:
"Eyvah bu onun kabri midir? Öyleyse beni cehenneme götürün, ben ona secde etmem." diye cevap verir. Bunun üzerine Azrail aleyhisselam yetmiş balyozla şeytana vurur ve bütün köpekler şeytana saldırırlar. Ve Şeytan, böylece sekarata girer ve Azrail aleyhisselam onun ruhunu alır. Daha sonra şeytanı cehennemin bekçisine ve zebanilere teslim eder.
İşte bu şeytan, bizi de yanında götürmek için daima çalışı-yor. Bizler bu dünyada uyanık olup, onun oyununa gelmeme-miz lazımdır. Bizler dünyaya bir sefer gelmişiz, ikinci sefer gelmeyeceğiz.
Görüyoruz ki, insan dünya ile müptela olduğu zaman, hakikaten hasta oluyor. Bunun için sadat-ı kiram şöyle tavsiye etmişlerdir:
"Eğer ibadetin tatlılığı sizden giderse veya bir gevşeklikle karşı karşıya kalırsanız hemen tasavvuf ehlinin kitaplarına bakın veya diğer insanlarla tasavvuf ehlinin sohbetini yapın."
İşte gevşekliğin bir ilacıda budur. İnsan günah üzere devam ede ede -Allah muhafaza- bir gün namazını da terk edebilir. Hakiki şeytana da tamamen uyabilir.
İsrailî rivayetlerde şöyle gelmiştir:
"Abidin biri uzun yıllar Allah'a ibadet etmiş. Günün birinde bir cemaat kendisine gelerek:
"Falan yerde ağaca tapan insanlar var!" diye haber vermişler. Buna kızan abid, baltayı omuzuna alarak ağacı kesmek üzere yola çıkmış. Yolda ihtiyar suretinde şeytan ile karşılaşmış. Şeytan:
"Nereye gidiyorsun?" diye sormuş, Abid:
"Falan yerde bir ağaca tapıyorlarmış o ağacı keseceğim!" demiş. Şeytan: "Sana ne! İbadetini bıraktın da ağacı kesmekle meşgul oluyorsun, ibadetine dön!" demiş. Abid:
"Bu da benim bir ibadetimdir, insanların sapkınlığına engel olacağım." demiş. Şeytan:
"Ben bu ağacı kesmek isteyene izin vermem." demiş ve dövüşmüşler. Abid, şeytanı yenerek göğsü üzerine oturmuş, bunun üzerine şeytan:
"Beni bırak, sana söyleyeceklerim var, sen bundan sorumlu değilsin. Kendin ağaca tapmıyorsun, başkasından sana ne var! Allah-u Zülcelal'in yeryüzünde bu kadar Peygamberleri mevcuttur, dilese buraya da bir Peygamber gönderir ve ağacı ona yıktırır." demiş. Abid:
"Hayır, olmaz mutlak surette bu ağacı yıkacağım." demiş ve tekrar şeytan ile boğuşmaya başlamışlar. İkinci defa yine onu yenmiş, göğsü üzerine oturmuş. Bunun üzerine şeytan:
"Beni bırak, sana öyle teklifte bulunacağım ki, bu hem senin ve hem de benim hakkımda daha hayırlıdır!" demiş. Abid, şeytanı tekrar bırakmış ve:
"Teklifin nedir?" diye sormuş. Şeytan:
"Sen hiçbir şeye malik (sahip) olamayıp insanların başına yük olan bir kimsesin. Elbette sen de emsallerinden üstün olmak, yoksullara yardımda bulunmak gibi meziyetleri istersin değil mi?" Adam:
"Evet, isterim!" deyince, şeytan:
"O halde sen bu işten vazgeç, evine dön. Her sabah senin başının ucuna iki altın korum. Bunları istediğin gibi kendine, ailene ve yoksullara dağıtırsın. Bu da senin için bu ağacı kesmekten çok daha hayırlı olur. Çünkü onu kesmenin ağaca tapanlara bir zararı olmadığı gibi, ağaca tapmayanlara da bir kârı yoktur." demiş. Abid, bir süre düşündükten sonra:
"Bu ihtiyar doğru söylüyor. Ben Peygamber değilim ki bu ağacı kesmek mecburiyetinde kalayım. Allah-u Zülcelal bunu kesmekle bana emretmedi ki, kesmemekle O'na âsi olayım. Bu ihtiyarın vaadi hepsinden faydalı ve kârlıdır." diyerek onunla sözleşerek dönmüş.
Akşam yattı, sabahleyin başı ucunda iki altını buldu. Ertesi sabah da aynı vaziyette iki altını buldu ve ondan sonra altınlar kesildi. Altınların kesildiğini gören abid, hiddetle yine baltayı omuzladı ve ağacı kesmek üzere yola çıktı. Yolda yine aynı ihtiyar ile karşılaştı. Yine ihtiyar nereye gittiğini sordu, ağacı kesmeye gittiğini söyledi. Bunun üzerine ihtiyar:
"Geçmiş olsun, sen onu daha yıkamazsın.” diyerek dövüşmeye başladılar. Bu defa ihtiyar abidi ayaklarının altına alarak kuş gibi oynatmaya başladı ve abid'e:
"Ya bu fikrinden vazgeçersin, ya da seni boğazlarım." dedi. Abid bir şey yapamayacağını anlayınca, ihtiyara:
"Beni bırak ve bana ilk önce nasıl sana galip geldiğimi ve şimdi senin beni nasıl mağlup ettiğini anlat!" dedi. Şeytan:
"İlk hiddet ve çıkışın Allah için idi, niyetin ahiret sermayesi idi. Onun için Allah-u Teala seni galip getirdi. Fakat bu sefer ki hiddetin ve çıkışın dünyalık içindir. Altınlar gelmiyor diye kızdın, onun için ben seni mağlup ettim." dedi.
Şeytanın elinde bir kuş gibi olmayalım. Samimi olup, her şeyimizi Allah için yaparsak şeytan bizim gölgemizden dahi kaçar. Çünkü o zaman Allah-u Zülcelal'in kuvveti, azameti ve yardımı bizimle beraber olur. Böyle olduğu zaman da şeytan önümüzde duramaz. Onun için namazlarımızda, virdimizde bir gevşeklik meydana geldiği zaman, günahlara karşı meyilli olduğumuz zaman, samimi bir şekilde Allah-u Zülcelal'e karşı tevbe edersek, Allah-u Zülcelal bize yardımını, kuvvetini gönderecektir. Yeter ki rızası için ruhumuzu feda edeceğimizi bir görsün.
Böyle gördüğü zaman inşaallah bizi günahlardan daha muhafaza eder, salih amelleri yapmayı da bize nasip eder.
Abdurrahman bin Ziyad şöyle anlatmıştır:
Musa aleyhisselam topluluklardan birinde oturuyordu. Yanına iblis geldi. Başında renkli bir kavuk vardı. Musa aleyhisselam'ın yanına gelince kavuğunu çıkardı sonra başına koydu ve selam verdi. Musa aleyhisselam:
“Sen kimsin?” diye sordu.
“Ben iblisim.” deyince:
“Niçin geldin?” diye sordu. İblis:
“Allah katında yüce dereceni biliyorum. Onun için sana selam vermeye geldim.” dedi. Musa aleyhisselam:
“Başındaki bu kavuk nedir?” diye sordu. İblis:
“Bununla Ademoğlunun kalbini çalarım.” dedi. Musa aleyhisselam:
“Bana öyle bir günahı anlat ki, Ademoğlu onu işlediği zaman sen ona galip gelmiş olasın.” dedi. İblis şöyle anlattı:
“Kendini beğendiği, amelini çok bulduğu ve günahını unuttuğu zaman ben ona galip gelirim.”
İşte bunlara çok dikkat etmek lazımdır. Her insan kendi kuvvetine göre, Allah-u Zülcelal'i razı etmek için gayret göstermelidir. Allah-u Zülcelal'in hukuku öyle büyüktür ki, onu hiç kimse yerine getiremez. Fakat O'ndan samimi olarak rızasını istersek, inşaallah bize nasip edecektir.
Bazı Evliya zatlar bir yerden geçerken bir çoban gördüler. Çobanın koyunlarının yanında kurtlar da vardı. Çobana:
"Kurtla koyun ne zaman bir arada gezer?" diye sordular. Çoban dedi ki:
"Çoban kendi Rabbi ile sulh yaptığı zaman, O'nun dediklerini yerine getirip O'nu razı ettiği zaman, koyunlarla kurtların arası da sulh olur."
Bu anlatılanların hepsi Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametine delalet etmektedir. İnsan Allah-u Zülcelal'i razı ettiği zaman, her şey çok kolay olur. Dünyada böyle mükafat veriyor, kimbilir ahirette nasıl verecektir. Zaten bizim için önemli olan ahirettir. Bunları örnek olarak anlatmamızın sebebi, Allah-u Zülcelal razı olduğu kimseye dünyada böyle mükafat veriyor, ahirette daha fazla verecektir, bunu iyice idrak etmemiz içindir.
Başta kendime söylüyorum:
"Bu güne kadar olan her şey geçti. Bundan sonra inşaallah elimden geldiği kadar Senin rızan için her ne varsa onları yapmaya gayret edeceğim. Senin gazabına sebep olacak şeylerden de kendimi muhafaza edeceğim." diyerek Allah-u Zülcelal'e söz vermemiz lazımdır.
Bu, bizim için çok büyük bir fırsat ve menfaattir. Şaşkın gibi gevşek bir şekilde şeytanın elinde kalmak çok yanlıştır. Bundan kendimizi kurtarmamız, Allah-u Zülcelal'e dönmemiz lazımdır.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
VuslatGeceleri
VuslatGeceleri

Mesaj Sayısı : 382
Nerden : İZMİR
Rep :
Allah' ım Rızanı Talep Ediyorum Left_bar_bleue1 / 1001 / 100Allah' ım Rızanı Talep Ediyorum Right_bar_bleue

Points : 137
Kayıt tarihi : 31/07/08

http://vuslatgeceleri.spaces.live.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz