Sorguya Çekileceğiz
2 posters
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Sorguya Çekileceğiz
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdirler." (Nisa: 69)
Demek ki Allah-u Zülcelal, insanın ahirette ne şekilde olacağını bu dünyada bildirmiştir. İnsan, Allah ve Resulünün emir ve nehiyle-rine riayet ederse, kıyamet günü Peygamberler, şehitler ve sıddıklarla beraber olacaktır.
Bizim bu zamanımız öyle bir zamandır ki, insan, Allah-u Zülcelal'in nimetlerine karşı nasıl cevap vereceğini şaşırıyor. Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Sonra, and olsun ki, kıyamet günü, (dünyada) sizlere verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz." (Tekasür; .8.)
Biz görüyoruz ki, soframızda nice nimetler vardır. Nice çeşitli yemekler yiyoruz. Peki bu nimetlere karşı Allah-u Zülcelal'e hangi dil ile cevap vereceğiz, hangi amel ile O'na cevap vereceğiz? Bizler, gece gündüz affolunmak için ağlasak yine de azdır.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Ey Habibim! Onları kendi hallerine bırak, doyuncaya kadar yesinler, dünya lezzetleri ile lezzetlensinler. Emel onları gaflete düşürsün. Onlar gelecek zamanda başlarına gelecekleri bileceklerdir." (Hicr; 3)
Az yemek yiyenin nefsi zayıf olur. Nefsi zayıf olunca, vücudun bütün azalarında nefsin tasarrufu da o derece azalır, kesilip gider. Nefsin tasarrufu gidince, aklın tasarrufu gelir. Akıl nuru, göz nuru gibi değildir. Duvarların ardındakini göz göremez, ama akıl görür. Yemek çok yendiğinde, bedende aklın tasarrufu kesilir. Tasarruf nefsin eline geçer. Nefsin tasarrufu ile olan işler hep hatadır. Hatalı olduğu gibi dine muhaliftir. Öyle ise çok yemek gönlü karartır ve basiret gözünü kör eder.
Ebu Talib el-Mekki şöyle demiştir:
"Bu karın dedikleri, kamış gibidir. İçi boş olduğunda, güzel ses verir; içi dolu olduğunda, asla ses seda vermez."
İnsan karnı söyleyicidir. İçi boş olsa, hep hikmetten söyler, her söylediği hoş olur. Uykuyu az uyur. Seherde uyanıktır. Çok yiyen kimseler kuşluğa kadar uyurlar. Niçin uyumasın ki, midesinde yemeklerin buharı vardır. Böyle olunca nefs-i emmarelik sıfatı galip ve hükümran olur.
Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmet arasında ilk çıkan bid'at çok yemek oldu. Ondan sonra diğer bid'atlar yüz gösterdi. Resulullah zamanında ümmet, çok yemekten korkardı. Aksi halde imanın lezzetini, İslam'ın tadını bulamayız, derlerdi."
Şeytan, nefsin istek ve arzularını kullanarak yaklaşır, baskı kurar. Nefs aşırı emellerle ve boşuna kuruntularla insanı avutur. Zira vurdum duymazlık, gaflet, rahata düşkünlük, tembellik ve miskinlik, nefsin özelliğidir.
İnsan dünyada neyi sever ve neye aşık olursa, daima ondan bahseder. Bir genç, bir kıza aşık olduğu zaman, herhangi bir arkadaşını gördüğünde hemen ondan bahseder. Bir tüccar malını sevdiği için, nerede oturursa otursun, malından bahseder.
Allah-u Zülcelal'e aşık olan kimse de nerede oturursa otursun, Allah-u Zülcelal'den bahseder. Böyle davranmadığımız takdirde Allah-u Zülcelal, kural ve kaideye göre, bizi yalancı çıkaracaktır.
İnsan bir gün tek başına kabre girecektir. Orada ne mal ne de aile efradı, hiç biri olmayacak, tek başına kalacaktır. Fakat yanında iman nuru ve salih amel götüren kimseye ne mutlu!..
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"(Ey Muhammed!) İnsanları, azabın geleceği gün ile korkut. O gün, zalimler şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve Peygamberlere tâbi olalım." (İbrahim; 44)
Bizler, Allah-u Zülcelal'in ayetlerinden gafil olmamalıyız. Allah-u Zülcelal çok şefkat ve merhamet sahibidir. O, kıyamet gününde bizleri azabı ile azablandırmayı istemiyor. Daima bizleri ayet-i kerimelerle ikaz ediyor. Bizim de bu durumdan gafil olmamamız gerekir.
Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığı gibi, insan kıyamet gününde böyle diyecek ve tekrar dünyaya dönerek amel yapmak isteyecektir. Fakat bu durum Allah-u Zülcelal'in koymuş olduğu kural ve kaide dışındadır. Onun için biz ölmüş ve Allah-u Zülcelal bizlere müsaade etmiş ve tekrar dünyaya gelmişiz gibi kendimizi ayarlamamız gerekir.
İsa aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Dünyayı üç gün olarak kabul et:
Birincisi; dün gelip gitmiştir, ondan yana elinde bir şey yoktur.
İkincisi; yarına kavuşacak mısın, kavuşmayacak mısın bilemezsin.
Üçüncüsü; içinde bulunduğun gün, bu günün kıymetini bil ve değerlendir."
Hatta dünya üç saatten ibarettir.
Birincisi; geçip giden saat.
İkincisi; kavuşup kavuşamayacağın bilemediğin saat.
Üçüncüsü; içinde bulunduğun saattir. O halde bu saatin kıymetini bil ve değerlendir.
Hatta dünya üç nefesten ibarettir.
Birincisi; geçip giden nefes.
İkincisi; kavuşup kavuşamayacağını bilemediğin nefes.
Üçüncüsü; almakta olduğun nefestir.
Zira, senin sahip olacağın tek nefesten ibarettir. O halde, bu tek nefes içinde, taat işlerine koş ki, asi gitmeyesin. Ölmeden, o nefesi tevbeye ver. Bilemezsin, belki de ikinci nefese geçmeden ölmüş olursun.
Anlatıldığına göre, adamın biri, çölde yürüyordu. Bir gün, şeytan onunla arkadaş oldu. O adam; sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazını kılmadı. Akşam olunca o adam uyumak istedi. Hemen şeytan onu bırakıp kaçtı. Şeytan kaçarken o adam:
"Neden benden kaçıyorsun?" diye seslendi. Şeytan:
"Nasıl kaçmam ki? Ben ömrümde Yüce Allah'a bir kere asi geldim, onun için ebedi lanete uğradım. Sana gelince, bir günde beş kere Yüce Allah'a asi geldin. Allah'tan korkarım ki; sana gazab eder, senin sebebinle beni de kahreder!" diye cevap verdi.
İşte namazımıza tam dikkat edip, kıyamet gününü sanki bugün olacakmış gibi bilmemiz gerekir. Bakın bizden öncekiler gittiler. Biz de nöbetimizi bekliyoruz ve bizim nöbetimiz de bir gün bitecektir.
Bakın Ebu Derda radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayınız. Biraz da ibadet için vakit ayırınız. Zira kimin gailesi sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği iki gözünün arasına getirir. Hep fakir olduğunu sanır.
Kimin de gailesi daha çok ahiret olursa, Allah işlerini toparlar, huzurunu arttırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Gönül zenginliğinde huzur bulur.
Kim kalbini Allah'a bağlarsa, Allah mü'minlerin kalbinde ona sevgi ve merhamet yaratır, meydana getirir. Herkes onu sever. Hakkında hayırlı olan herşeyi ona hızla yaklaştırır." (Taberani, Beyhaki)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:
"Rabbiniz şöyle buyurur: EyAdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Ademoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terkedersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım." (Hakim)
Bunun için bizlerde, dünyada devamlı olarak Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal'in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda da Allahu Zülcelal bize rahmeti ile muamele edecektir inşallah.
Unutmayalım, Allah-u Zülcelal bizden hakiki ve samimi bir şekilde kulluk istemektedir. Bunun yoluda O'nun emrettiği, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in gösterdiği ve sadatların yaşadığı yoldan gitmekle mümkündür.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Demek ki Allah-u Zülcelal, insanın ahirette ne şekilde olacağını bu dünyada bildirmiştir. İnsan, Allah ve Resulünün emir ve nehiyle-rine riayet ederse, kıyamet günü Peygamberler, şehitler ve sıddıklarla beraber olacaktır.
Bizim bu zamanımız öyle bir zamandır ki, insan, Allah-u Zülcelal'in nimetlerine karşı nasıl cevap vereceğini şaşırıyor. Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Sonra, and olsun ki, kıyamet günü, (dünyada) sizlere verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz." (Tekasür; .8.)
Biz görüyoruz ki, soframızda nice nimetler vardır. Nice çeşitli yemekler yiyoruz. Peki bu nimetlere karşı Allah-u Zülcelal'e hangi dil ile cevap vereceğiz, hangi amel ile O'na cevap vereceğiz? Bizler, gece gündüz affolunmak için ağlasak yine de azdır.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Ey Habibim! Onları kendi hallerine bırak, doyuncaya kadar yesinler, dünya lezzetleri ile lezzetlensinler. Emel onları gaflete düşürsün. Onlar gelecek zamanda başlarına gelecekleri bileceklerdir." (Hicr; 3)
Az yemek yiyenin nefsi zayıf olur. Nefsi zayıf olunca, vücudun bütün azalarında nefsin tasarrufu da o derece azalır, kesilip gider. Nefsin tasarrufu gidince, aklın tasarrufu gelir. Akıl nuru, göz nuru gibi değildir. Duvarların ardındakini göz göremez, ama akıl görür. Yemek çok yendiğinde, bedende aklın tasarrufu kesilir. Tasarruf nefsin eline geçer. Nefsin tasarrufu ile olan işler hep hatadır. Hatalı olduğu gibi dine muhaliftir. Öyle ise çok yemek gönlü karartır ve basiret gözünü kör eder.
Ebu Talib el-Mekki şöyle demiştir:
"Bu karın dedikleri, kamış gibidir. İçi boş olduğunda, güzel ses verir; içi dolu olduğunda, asla ses seda vermez."
İnsan karnı söyleyicidir. İçi boş olsa, hep hikmetten söyler, her söylediği hoş olur. Uykuyu az uyur. Seherde uyanıktır. Çok yiyen kimseler kuşluğa kadar uyurlar. Niçin uyumasın ki, midesinde yemeklerin buharı vardır. Böyle olunca nefs-i emmarelik sıfatı galip ve hükümran olur.
Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmet arasında ilk çıkan bid'at çok yemek oldu. Ondan sonra diğer bid'atlar yüz gösterdi. Resulullah zamanında ümmet, çok yemekten korkardı. Aksi halde imanın lezzetini, İslam'ın tadını bulamayız, derlerdi."
Şeytan, nefsin istek ve arzularını kullanarak yaklaşır, baskı kurar. Nefs aşırı emellerle ve boşuna kuruntularla insanı avutur. Zira vurdum duymazlık, gaflet, rahata düşkünlük, tembellik ve miskinlik, nefsin özelliğidir.
İnsan dünyada neyi sever ve neye aşık olursa, daima ondan bahseder. Bir genç, bir kıza aşık olduğu zaman, herhangi bir arkadaşını gördüğünde hemen ondan bahseder. Bir tüccar malını sevdiği için, nerede oturursa otursun, malından bahseder.
Allah-u Zülcelal'e aşık olan kimse de nerede oturursa otursun, Allah-u Zülcelal'den bahseder. Böyle davranmadığımız takdirde Allah-u Zülcelal, kural ve kaideye göre, bizi yalancı çıkaracaktır.
İnsan bir gün tek başına kabre girecektir. Orada ne mal ne de aile efradı, hiç biri olmayacak, tek başına kalacaktır. Fakat yanında iman nuru ve salih amel götüren kimseye ne mutlu!..
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"(Ey Muhammed!) İnsanları, azabın geleceği gün ile korkut. O gün, zalimler şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve Peygamberlere tâbi olalım." (İbrahim; 44)
Bizler, Allah-u Zülcelal'in ayetlerinden gafil olmamalıyız. Allah-u Zülcelal çok şefkat ve merhamet sahibidir. O, kıyamet gününde bizleri azabı ile azablandırmayı istemiyor. Daima bizleri ayet-i kerimelerle ikaz ediyor. Bizim de bu durumdan gafil olmamamız gerekir.
Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığı gibi, insan kıyamet gününde böyle diyecek ve tekrar dünyaya dönerek amel yapmak isteyecektir. Fakat bu durum Allah-u Zülcelal'in koymuş olduğu kural ve kaide dışındadır. Onun için biz ölmüş ve Allah-u Zülcelal bizlere müsaade etmiş ve tekrar dünyaya gelmişiz gibi kendimizi ayarlamamız gerekir.
İsa aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Dünyayı üç gün olarak kabul et:
Birincisi; dün gelip gitmiştir, ondan yana elinde bir şey yoktur.
İkincisi; yarına kavuşacak mısın, kavuşmayacak mısın bilemezsin.
Üçüncüsü; içinde bulunduğun gün, bu günün kıymetini bil ve değerlendir."
Hatta dünya üç saatten ibarettir.
Birincisi; geçip giden saat.
İkincisi; kavuşup kavuşamayacağın bilemediğin saat.
Üçüncüsü; içinde bulunduğun saattir. O halde bu saatin kıymetini bil ve değerlendir.
Hatta dünya üç nefesten ibarettir.
Birincisi; geçip giden nefes.
İkincisi; kavuşup kavuşamayacağını bilemediğin nefes.
Üçüncüsü; almakta olduğun nefestir.
Zira, senin sahip olacağın tek nefesten ibarettir. O halde, bu tek nefes içinde, taat işlerine koş ki, asi gitmeyesin. Ölmeden, o nefesi tevbeye ver. Bilemezsin, belki de ikinci nefese geçmeden ölmüş olursun.
Anlatıldığına göre, adamın biri, çölde yürüyordu. Bir gün, şeytan onunla arkadaş oldu. O adam; sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazını kılmadı. Akşam olunca o adam uyumak istedi. Hemen şeytan onu bırakıp kaçtı. Şeytan kaçarken o adam:
"Neden benden kaçıyorsun?" diye seslendi. Şeytan:
"Nasıl kaçmam ki? Ben ömrümde Yüce Allah'a bir kere asi geldim, onun için ebedi lanete uğradım. Sana gelince, bir günde beş kere Yüce Allah'a asi geldin. Allah'tan korkarım ki; sana gazab eder, senin sebebinle beni de kahreder!" diye cevap verdi.
İşte namazımıza tam dikkat edip, kıyamet gününü sanki bugün olacakmış gibi bilmemiz gerekir. Bakın bizden öncekiler gittiler. Biz de nöbetimizi bekliyoruz ve bizim nöbetimiz de bir gün bitecektir.
Bakın Ebu Derda radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayınız. Biraz da ibadet için vakit ayırınız. Zira kimin gailesi sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği iki gözünün arasına getirir. Hep fakir olduğunu sanır.
Kimin de gailesi daha çok ahiret olursa, Allah işlerini toparlar, huzurunu arttırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Gönül zenginliğinde huzur bulur.
Kim kalbini Allah'a bağlarsa, Allah mü'minlerin kalbinde ona sevgi ve merhamet yaratır, meydana getirir. Herkes onu sever. Hakkında hayırlı olan herşeyi ona hızla yaklaştırır." (Taberani, Beyhaki)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:
"Rabbiniz şöyle buyurur: EyAdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Ademoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terkedersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım." (Hakim)
Bunun için bizlerde, dünyada devamlı olarak Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal'in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda da Allahu Zülcelal bize rahmeti ile muamele edecektir inşallah.
Unutmayalım, Allah-u Zülcelal bizden hakiki ve samimi bir şekilde kulluk istemektedir. Bunun yoluda O'nun emrettiği, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in gösterdiği ve sadatların yaşadığı yoldan gitmekle mümkündür.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Geri: Sorguya Çekileceğiz
Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:
"Rabbiniz şöyle buyurur: 'EyAdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Ademoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terkedersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım.' " (Hakim)
Bunun için bizlerde, dünyada devamlı olarak Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal'in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda da Allahu Zülcelal bize rahmeti ile muamele edecektir inşallah.
"Rabbiniz şöyle buyurur: 'EyAdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Ademoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terkedersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım.' " (Hakim)
Bunun için bizlerde, dünyada devamlı olarak Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal'in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda da Allahu Zülcelal bize rahmeti ile muamele edecektir inşallah.
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz