Seher Vaktinin Kıymeti
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Seher Vaktinin Kıymeti
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "(Bu nimetler) Sabreden, doğru olan, huzurunda boyun büken, infak eden ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir.)" (Al-i İmran; 17)
Görüldüğü gibi, seher vaktinde Allah-u Zülcelal'e yalvararak tevbe istiğfar eden kimseleri, Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimede methetmiştir. Daha sonra seher vaktinde istiğfarda bulunan kimselerin, güzel bir amel işlediklerini beyan etmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teala, her gecenin üçte biri kalınca rahmeti ile dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Mülkün sahibi benim. Dua eden kim ise, onun duasını kabul edeyim. Kim benden bir şey isterse, ona vereyim. Kim benden bağışlanmayı isterse, onu bağışlayayım." (Buhari, Müslim)
İnsan, Allah-u Zülcelal'in rahmetine muhtaç olarak, geceleri hiç olmazsa uykusundan az bir miktar feda ederek Allah-u Zülcelal'e en azından iki rekat namaz kılarsa, bu fedakarlığa bakarak Allah-u Zülcelal de:
"Kulum, diğer insanlar uykudayken, uykusunu bölüp bana ibadet yaptı." diyerek, o kulunu af ve mağfiret edebilir. Yeter ki insan onun affına müşteri olsun.
Geçmiş Evliyaların yaşantılarına baktığımız zaman, ömürleri boyunca seher vakitlerini ibadetle geçirdiklerini görürüz. Nitekim Şakik-i Belhi şöyle demiştir:
"Kabrimin aydınlık olmasını istedim, onu seher vaktinde namaz kılmakta buldum."
Onun için her insan her ne kadar onlar gibi yapamıyorsa da, denizden bir damla da olsa hiç olmazsa onlara mutabaat yapmaya gayret göstermesi gerekir.
Anlatıldığına göre, Allah-u Zülcelal Davud aleyhisselam'a şöyle vahyetmiştir:
"Ey Davud! Akşamın karanlığı yayılınca yatıp sabaha kadar uyuyan kimse, beni sevdiğine dair iddiasında yalancıdır."
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında gece uyanmadan sabahlayan birinden bahsettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Şeytan onun kulağına bevl etmiştir." buyurdu. (Buhari, Müslim, Nesai)
Gece ibadeti, ahirette çok büyük mükafatları kazanmaya vesiledir. Bütün bunlardan sonra, insan gece uykusundan fedakarlık yaparak korku ve ümit içerisinde Allah-u Zülcelal'e yalvarmalıdır. İnsan nasıl ki bir yolculuğa çıkarken hazırlık yapıyorsa, kıyamet yolculuğunda da gece ibadeti gibi kendisine faydalı olacak esbablara sarılmalıdır.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde; 17)
Demek ki ibadetle vaktini geçiren kimse, kendisi için hazırlanan mükafatı ve hazineleri bilemez. Onun için bundan kendimizi mahrum etmeyelim.
Bu kıymetli olan mükafatın, herkes kendisine nasip olmasını ister. Fakat dünya muhabbeti, nefs ve keyf-ü sefa, insana hicap ve mani oluyor.
İnsanın kalbi bir kale gibidir. Şeytan, insanın kalbine girip orasını istila etmek ister. Buna göre insana düşen görev, kalbinin düşmana karşı giriş yerlerini kapamaktır. İnsan bu kapıları kapatırsa, şeytanın kalbine girmesine mani olmuş olur. Peki, bu kapılar nedir? İşte bunu insanın bilmesi gerekir. Bu kapılardan bir kaç tanesini izah edelim.
Mesela kızmak! Kızmak, insanın aklını tesirsiz hale getirir. Dikkat edersek, bir insan kızdığı zaman akılsızca davranışlarda bulunuyor. Onun için Vehb bin Münebbih şöyle demiştir:
"İnsan kızdığı zaman, çocuğun top ve topaçla oynaması gibi, şeytan onunla oynar."
Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Beni Allahu Teala'nın kızgınlığından hangi amel korur?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Senin O'nun kullarına kızmaman." (Taberani)
Burada kıyamet gününe inanan mü'minler için çok büyük bir ders vardır. İnsan Allah'ın yarattıklarına karşı şefkatli davranıp kızmaması lazımdır. Bununla birlikte Allah-u Zülcelal'in gazabından da muhafaza olunur. Allah-u Zülcelal'in gazabından muhafaza olmak, insan için en büyük ni'mettir. Önümüze her hangi kızabileceğimiz bir olay geldiğinde bu hadis-i şerifi hatırlamak lazımdır. İnsan bu şekilde bu hadis-i şerifi hatırlayıp da kızmaktan vazgeçerse, Allah-u Zülcelal de o kuluna kıyamet gününde inşallah gazabı yerinde rızasını nasip edecektir. Onun için bu emirleri yerine getirmeye gayret edelim...
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem birgün ashab-ı kirama:
"Size göre pehlivan kimdir?" diye sordu. Ashab-ı kiram:
"Pehlivan sırtı yere getirelemeyendir." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hayır! Gerçek pehlivan, kızdığı anda kendine hakim olan kimsedir." (Müttefekun Aleyh)
Onun için hiç kızmamak gerekir. Anlatıldığına göre, bir adam Rebi bin Haysem'e kötü bir söz söyledi. Rebi bin Haysem kızmayıp: "Cennetle aramda bir mesafe vardır. Eğer onu aşamazsam, ben senin söylediğinden daha kötüyüm." diye karşılık vermiştir.
Evet, kızgınlığı yutmak Peygamberlerin, velilerin ve alimlerin huyudur. Kızmak ise zalimlerin, hainlerin ve cahillerin ahlakıdır.
Önceki bir semavi kitapta şöyle denilmiştir:
"Ey İnsan! Kızdığın zaman beni hatırla ki, bende kızdığım zaman seni hatırlayayım da seni de azabımla helak ettiklerim içinde helak etmeyeyim."
Bir gün bedevilerden biri Hz. Ömer radıyallahu anh'a:
"Vallahi sen adaletle hükmetmiyor ve bol vermiyorsun!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh öfkelendi. Öyleki kızdığı yüzünden belli oldu. O vakit orada bulunanlardan bir kişi: "Ey mü'minlerin emiri! Allahu Zülcelal:
"Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir." (A'raf; 199) buyuruyor. Bu adam cahillerden biridir." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh'in kızgınlığı dindi ve adamı affetti.
İnsan ne vakit öfkesini yutarsa Allah için yutmalıdır. Bunun Allah nezdinde sevabı çok büyüktür. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Her kim öfkesini yenerse Allah o kimseden azabını men eder. Her kim Rabbine istiğfar ederse Allah onun istiğfarını kabul eder. Her kim dilini kötü söylemekten muhafaza ederse Allah o kimsenin ayıplarını örter." (Beyhaki)
Öfkelenen kişi euzü besmele çekmeli ve kelime-i tevhidi söylemelidir. Ayakta ise oturmalıdır. Oturuyorsa yan üstü yatmalıdır. Soğuk su ile abdest alması da müstehaptır. Zira öfke ateştendir ve ateşi de su söndürür.
İnsan Allahu Zülcelal'in kullarına kızmayıp, onlara karşı şefkat ve merhametli olması lazımdır. Bu güzel sıfatı elde edebilmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de gayret göstermelidir. Bu tavsiyeleri yerine getirdiğimiz zaman kızmamız gider ve şeytan, kızmamızdan fırsat bulup, bizi günaha götüremez.
Şeytanın kalbe giriş yollarından birisi de kıskançlık ve hırstır. Kıskançlık ve hırs, insanı mahveder. Bunlar da şeytan için büyük bir fırsattır. Bu konuda Evliyalardan bir zat şöyle anlatmıştır:
"Kıskançlıktan sakınınız. Çünkü kıskançlık, gerek göklerde ve gerekse yeryüzünde Allah'a karşı gelmeye ilk yol açan günahtır. Bilindiği gibi şeytan, Adem aleyhisselam'ı kıskandığı için:
"Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın!" diyerek ona secde etmek istememiş ve kıskançlığı yüzünden Allah'ın lanetine uğramıştır. Hırsın ilk örneği de Adem aleyhisselam da görülmüştür. Bilindiği gibi Adem aleyhisselam'a:
"Şu ağaç dışında her şey sana mübahtır." dendiği halde, hırsı kendisini o yasak ağacın meyvesinden yemeye sürüklediği için cennetten çıkarılmıştır.
İnsanın dağlar kadar ameli de olsa, kıskançlık bütün bu amellerin sevabını yok eder. Halbuki insan binbir zahmetle, nefsini zorlayıp amel yaparak sevap kazanıyor, bu sevaplarını da kıskançlık yaparak boşu boşuna mahvetmesi çok yazıktır. Hased eden kimse Allahu Zülcelal'in ni'metlerinin düşmanıdır. O'nun takdirine kızgındır. O'nun kulları arasındaki yaptığı taksime razı değil demektir.
Hırs da; dünya malının üstüne haris, yani arzu sahibi olmaktır. Mesela, kadının altına ve güzel elbiselere meraklı olması, erkeğin de ticarette çok mal biriktirme sevdasına tutulmasıdır. Bazı insanlar çok mal biriktirmeye çalışıyor ve bu nedenle namazdan, ibadet ve zikir-den maalesef geri kalıyor. Fakat insan hırsla değil, ancak kanaatle zengin olur. Onun için denilmiştir ki:
"Kanaattan daha üstün bir zenginlik, haris (hırslı) olmaktan da daha şiddetli bir fakirlik yoktur. Çünkü insanın rızkı, henüz annesinin karnında yüzyirmi günlük iken yazılmaktadır."
İnsanın az bir şeyi olsa da kanaat etse, yine zengin olur. Fakat insan ihtiras sahibi olursa, bütün dünya da kendisinin olsa, bu dünya ile yetinmeyip ikinci bir dünya isteyecek olursa, içinde daima huzursuzluk meydana çıkacaktır.
Şeytanın diğer giriş kapıları ucub, kibir ve cimriliktir. Bütün manevi hastalıkların kapısı da bunlardır. İnsan bu manevi hastalıklardan kolay kolay kurtulamaz. Ancak bu hastalıklardan, bir Evliyanın elinde tevbe etmekle kurtulunur. Daha sonra zikir ve hizmet yapmakla, insandan bu manevi hastalıklar izale olur. Allah-u Zülcelal herşeyi kural ve kaideye bağlamıştır.
İnsan, kural ve kaidelere, Allah-u Zülcelal'in zikrine, ibadetine devam ede ede ve tevbe etmek suretiyle zamanla bu manevi hastalıklardan kurtulur. İnsandan bu manevi hastalıklar zail olduktan sonra, kolaylıkla Allah-u Zülcelal'in ibadetini yapabilecek duruma gelir.
Şunu iyi bilmeliyiz ki; Allah-u Zülcelal'in ibadetinde devamlı olursak, o zaman dünya bizim için hayırlıdır. Aksine dünyaya müptela olursak, dünya bizim için hayırlı değil demektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Size hayırlınızın kim olduğunu söyleyeyim mi? Hayırlınız, ömrü uzun, amelleri güzel olanınızdır." (Ahmed bin Hanbel, İbn Hıbban, Beyhaki, Hakim)
İşte bunu böyle bilmeliyiz. Eğer biz ömrümüzü salih amel işle-yerek geçiriyorsak, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlıdır. Bu durumda Allah katında zengin oluyoruz demektir. O da yaptığımız amele göre bize mükafaat verecektir. Yok eğer -Neuzübillah- günahlara müptela isek, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlı değil, şerlidir demektir.
Ahmed bin Sehl şöyle anlatmıştır:
"Bir gece rüyamda Yahya bin Eksem'i görerek: "Ey Yahya, Rabbin sana ne şekilde muamele etti?" diye sordum. Bana şöyle dedi;
"Allah, "Ey kötü ihtiyar, yaptın yapacağını!" deyince, buna karşılık ben de O'na:
"Dünyada bana merhamet yapacağına umutluydum. Ya Rabbi! Ben sadece sana dayanan bir sözü naklettim." dedim. Allah-u Zülcelal bana:
"Nasıl naklettin?" diye sorunca, şu cevabı verdim:
"Ben Abdurrezzak'dan, Abdurrezzak Muammer'den, Muammer Zühri'den, Zühri Urve'den, Urve Hz. Aişe'den, Hz. Aişe Peygamberimizden, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail'den, Cebrail de Sen'den duyduğuna göre, Sen şöyle buyurdun:
"Ben, İslam da ağaran saç ve sakala azap etmekten haya ederim."
Allah-u Zülcelal bu sözlerime şöyle cevap verdi:
"Bu söylediklerinin hepsi doğru söylediler, ben de doğru söyle-dim. Ey Yahya! Ben gerçekten müslüman olarak ihtiyarlayanları azaba çarptırmam."
Sonra Allah-u Zülcelal amel defteri sağdan verilenlerle birlikte, benim de cennete sevkedilmemi emretti."
İşte biz de Allah-u Zülcelal'den ümitli olalım. Hem dünyada ve hem de ahirette O'ndan hayır isteyelim. O'nun affını isteyip, daima O'na yalvaralım.
Anlatıldığına göre, İmam-ı Maturidi'nin hocası, seksen yaşına vardıktan sonra talebesine:
"Git bana seksen yaşında bir köle getir. Ben seksen yaşında bir köle azad edeyim ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet günü beni cehennem ateşinden azad etsin." dedi ve talebesi olan İmam-ı Maturidi'yi çarşıya gönderdi.
İmam-ı Maturidi çarşı pazarı aradı, fakat seksen yaşında hiç köle göremedi. Çünkü köleler seksen yaşına varmadan önce ihtiyarladıkları için azad oluyorlardı. İmam-ı Maturidi bu şekilde çarşı pazarı dolaştıktan sonra tekrar hocasının yanına geldi ve:
"Hocam bulamadım. Herkes diyor ki; seksen yaşında köle olmaz. O yaşa gelmeden önce onlara merhamet ederek azad ederler. Onun için seksen yaşında köle bulamadım." dedi. Bunun üzerine hocası şöyle dedi:
"Ya Rabbi! İnsanlar kul olduğu halde kölelerine merhamet edip azad ediyorlar. Oysa ben Senin kulun ve kölenim. Seksen yaşına geldim ve zayıfladım. Bana merhamet ederek kendi ateşinden azad et."
İşte biz de daima bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvaralım. Bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvardığımız zaman, O bize merhamet edecektir. Fakat hiçbir şey yapmamışız gibi, şimdi işimiz yerinde diye emin olursak, kıyamet gününde çok perişan oluruz.
Bazı insanlar: "Ben hasta oldum, virdimi çekemiyorum, namazım biraz ağır geliyor, teheccüde kalkamıyorum." diyorlar. Fakat: "Ben hasta oldum, şeytan benim kalbimi istila etmiştir, o şeytanı kovmak için hemen çaba sarfetmem lazımdır." demiyorlar. İşte böyle, sanki hiç bir şey olmamış gibi davranamayız.
Mesela kolu kırılan bir insan hemen doktora gidiyor. Çünkü gidip tedavi olmazsa ya kolu kesilir veyahut da ölür.
Manevi yönden hasta olan insan da aynen böyledir. Eğer bu insan -Neuzübillah- tedavi olmazsa, sonu cehennem ateşi olabilir. Onun için hemen tedavi olmamız gerekir. Ahiret bakımından hasta olmak, ebedü'l-ebed olan hayatı tehlikeye atmak demektir. Tedavi olmayıp bu şekilde kalmak doğru değildir.
Onun için her gün kendi nefsimizle hesap görelim. Nefsimize:
"Ey nefsim! İşte durum böyledir. Senin Rabbin, senin Peygamberin sana bu şekilde nasihatta bulunuyor. Sen de kendini ona göre ayarla!" deyip devamlı olarak hesap görmemiz lazımdır.
Şunu iyi bilmeliyiz ki, hakikatler Allah-u Zülcelal'in yanındadır. Hakikat ne ise, mutlaka kıyamet günü açığa çıkacaktır. Haklı isek ne âlâ, eğer -Neuzübillah- haksız isek sonumuz felakettir. Onun için daha fırsat elimizde iken kendimizi düzeltmemiz gerekir.
Eğer tek başımıza yapamıyorsak, gelin elele vererek, cemaat şeklinde Allah-u Zülcelal'e ibadet yapalım ve O'nun rızasına beraber gidelim. Bunun için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim İslam cemaatinden bir karış ayrılırsa, İslam halkasını boynundan çıkarmış olur." (Ebu Davud, Tirmizi)
Bunun için hep birlikte el ele verelim ve Allah-u Zülcelal'e yönelelim.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Görüldüğü gibi, seher vaktinde Allah-u Zülcelal'e yalvararak tevbe istiğfar eden kimseleri, Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimede methetmiştir. Daha sonra seher vaktinde istiğfarda bulunan kimselerin, güzel bir amel işlediklerini beyan etmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teala, her gecenin üçte biri kalınca rahmeti ile dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Mülkün sahibi benim. Dua eden kim ise, onun duasını kabul edeyim. Kim benden bir şey isterse, ona vereyim. Kim benden bağışlanmayı isterse, onu bağışlayayım." (Buhari, Müslim)
İnsan, Allah-u Zülcelal'in rahmetine muhtaç olarak, geceleri hiç olmazsa uykusundan az bir miktar feda ederek Allah-u Zülcelal'e en azından iki rekat namaz kılarsa, bu fedakarlığa bakarak Allah-u Zülcelal de:
"Kulum, diğer insanlar uykudayken, uykusunu bölüp bana ibadet yaptı." diyerek, o kulunu af ve mağfiret edebilir. Yeter ki insan onun affına müşteri olsun.
Geçmiş Evliyaların yaşantılarına baktığımız zaman, ömürleri boyunca seher vakitlerini ibadetle geçirdiklerini görürüz. Nitekim Şakik-i Belhi şöyle demiştir:
"Kabrimin aydınlık olmasını istedim, onu seher vaktinde namaz kılmakta buldum."
Onun için her insan her ne kadar onlar gibi yapamıyorsa da, denizden bir damla da olsa hiç olmazsa onlara mutabaat yapmaya gayret göstermesi gerekir.
Anlatıldığına göre, Allah-u Zülcelal Davud aleyhisselam'a şöyle vahyetmiştir:
"Ey Davud! Akşamın karanlığı yayılınca yatıp sabaha kadar uyuyan kimse, beni sevdiğine dair iddiasında yalancıdır."
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında gece uyanmadan sabahlayan birinden bahsettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Şeytan onun kulağına bevl etmiştir." buyurdu. (Buhari, Müslim, Nesai)
Gece ibadeti, ahirette çok büyük mükafatları kazanmaya vesiledir. Bütün bunlardan sonra, insan gece uykusundan fedakarlık yaparak korku ve ümit içerisinde Allah-u Zülcelal'e yalvarmalıdır. İnsan nasıl ki bir yolculuğa çıkarken hazırlık yapıyorsa, kıyamet yolculuğunda da gece ibadeti gibi kendisine faydalı olacak esbablara sarılmalıdır.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde; 17)
Demek ki ibadetle vaktini geçiren kimse, kendisi için hazırlanan mükafatı ve hazineleri bilemez. Onun için bundan kendimizi mahrum etmeyelim.
Bu kıymetli olan mükafatın, herkes kendisine nasip olmasını ister. Fakat dünya muhabbeti, nefs ve keyf-ü sefa, insana hicap ve mani oluyor.
İnsanın kalbi bir kale gibidir. Şeytan, insanın kalbine girip orasını istila etmek ister. Buna göre insana düşen görev, kalbinin düşmana karşı giriş yerlerini kapamaktır. İnsan bu kapıları kapatırsa, şeytanın kalbine girmesine mani olmuş olur. Peki, bu kapılar nedir? İşte bunu insanın bilmesi gerekir. Bu kapılardan bir kaç tanesini izah edelim.
Mesela kızmak! Kızmak, insanın aklını tesirsiz hale getirir. Dikkat edersek, bir insan kızdığı zaman akılsızca davranışlarda bulunuyor. Onun için Vehb bin Münebbih şöyle demiştir:
"İnsan kızdığı zaman, çocuğun top ve topaçla oynaması gibi, şeytan onunla oynar."
Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Beni Allahu Teala'nın kızgınlığından hangi amel korur?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Senin O'nun kullarına kızmaman." (Taberani)
Burada kıyamet gününe inanan mü'minler için çok büyük bir ders vardır. İnsan Allah'ın yarattıklarına karşı şefkatli davranıp kızmaması lazımdır. Bununla birlikte Allah-u Zülcelal'in gazabından da muhafaza olunur. Allah-u Zülcelal'in gazabından muhafaza olmak, insan için en büyük ni'mettir. Önümüze her hangi kızabileceğimiz bir olay geldiğinde bu hadis-i şerifi hatırlamak lazımdır. İnsan bu şekilde bu hadis-i şerifi hatırlayıp da kızmaktan vazgeçerse, Allah-u Zülcelal de o kuluna kıyamet gününde inşallah gazabı yerinde rızasını nasip edecektir. Onun için bu emirleri yerine getirmeye gayret edelim...
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem birgün ashab-ı kirama:
"Size göre pehlivan kimdir?" diye sordu. Ashab-ı kiram:
"Pehlivan sırtı yere getirelemeyendir." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hayır! Gerçek pehlivan, kızdığı anda kendine hakim olan kimsedir." (Müttefekun Aleyh)
Onun için hiç kızmamak gerekir. Anlatıldığına göre, bir adam Rebi bin Haysem'e kötü bir söz söyledi. Rebi bin Haysem kızmayıp: "Cennetle aramda bir mesafe vardır. Eğer onu aşamazsam, ben senin söylediğinden daha kötüyüm." diye karşılık vermiştir.
Evet, kızgınlığı yutmak Peygamberlerin, velilerin ve alimlerin huyudur. Kızmak ise zalimlerin, hainlerin ve cahillerin ahlakıdır.
Önceki bir semavi kitapta şöyle denilmiştir:
"Ey İnsan! Kızdığın zaman beni hatırla ki, bende kızdığım zaman seni hatırlayayım da seni de azabımla helak ettiklerim içinde helak etmeyeyim."
Bir gün bedevilerden biri Hz. Ömer radıyallahu anh'a:
"Vallahi sen adaletle hükmetmiyor ve bol vermiyorsun!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh öfkelendi. Öyleki kızdığı yüzünden belli oldu. O vakit orada bulunanlardan bir kişi: "Ey mü'minlerin emiri! Allahu Zülcelal:
"Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir." (A'raf; 199) buyuruyor. Bu adam cahillerden biridir." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh'in kızgınlığı dindi ve adamı affetti.
İnsan ne vakit öfkesini yutarsa Allah için yutmalıdır. Bunun Allah nezdinde sevabı çok büyüktür. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Her kim öfkesini yenerse Allah o kimseden azabını men eder. Her kim Rabbine istiğfar ederse Allah onun istiğfarını kabul eder. Her kim dilini kötü söylemekten muhafaza ederse Allah o kimsenin ayıplarını örter." (Beyhaki)
Öfkelenen kişi euzü besmele çekmeli ve kelime-i tevhidi söylemelidir. Ayakta ise oturmalıdır. Oturuyorsa yan üstü yatmalıdır. Soğuk su ile abdest alması da müstehaptır. Zira öfke ateştendir ve ateşi de su söndürür.
İnsan Allahu Zülcelal'in kullarına kızmayıp, onlara karşı şefkat ve merhametli olması lazımdır. Bu güzel sıfatı elde edebilmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de gayret göstermelidir. Bu tavsiyeleri yerine getirdiğimiz zaman kızmamız gider ve şeytan, kızmamızdan fırsat bulup, bizi günaha götüremez.
Şeytanın kalbe giriş yollarından birisi de kıskançlık ve hırstır. Kıskançlık ve hırs, insanı mahveder. Bunlar da şeytan için büyük bir fırsattır. Bu konuda Evliyalardan bir zat şöyle anlatmıştır:
"Kıskançlıktan sakınınız. Çünkü kıskançlık, gerek göklerde ve gerekse yeryüzünde Allah'a karşı gelmeye ilk yol açan günahtır. Bilindiği gibi şeytan, Adem aleyhisselam'ı kıskandığı için:
"Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın!" diyerek ona secde etmek istememiş ve kıskançlığı yüzünden Allah'ın lanetine uğramıştır. Hırsın ilk örneği de Adem aleyhisselam da görülmüştür. Bilindiği gibi Adem aleyhisselam'a:
"Şu ağaç dışında her şey sana mübahtır." dendiği halde, hırsı kendisini o yasak ağacın meyvesinden yemeye sürüklediği için cennetten çıkarılmıştır.
İnsanın dağlar kadar ameli de olsa, kıskançlık bütün bu amellerin sevabını yok eder. Halbuki insan binbir zahmetle, nefsini zorlayıp amel yaparak sevap kazanıyor, bu sevaplarını da kıskançlık yaparak boşu boşuna mahvetmesi çok yazıktır. Hased eden kimse Allahu Zülcelal'in ni'metlerinin düşmanıdır. O'nun takdirine kızgındır. O'nun kulları arasındaki yaptığı taksime razı değil demektir.
Hırs da; dünya malının üstüne haris, yani arzu sahibi olmaktır. Mesela, kadının altına ve güzel elbiselere meraklı olması, erkeğin de ticarette çok mal biriktirme sevdasına tutulmasıdır. Bazı insanlar çok mal biriktirmeye çalışıyor ve bu nedenle namazdan, ibadet ve zikir-den maalesef geri kalıyor. Fakat insan hırsla değil, ancak kanaatle zengin olur. Onun için denilmiştir ki:
"Kanaattan daha üstün bir zenginlik, haris (hırslı) olmaktan da daha şiddetli bir fakirlik yoktur. Çünkü insanın rızkı, henüz annesinin karnında yüzyirmi günlük iken yazılmaktadır."
İnsanın az bir şeyi olsa da kanaat etse, yine zengin olur. Fakat insan ihtiras sahibi olursa, bütün dünya da kendisinin olsa, bu dünya ile yetinmeyip ikinci bir dünya isteyecek olursa, içinde daima huzursuzluk meydana çıkacaktır.
Şeytanın diğer giriş kapıları ucub, kibir ve cimriliktir. Bütün manevi hastalıkların kapısı da bunlardır. İnsan bu manevi hastalıklardan kolay kolay kurtulamaz. Ancak bu hastalıklardan, bir Evliyanın elinde tevbe etmekle kurtulunur. Daha sonra zikir ve hizmet yapmakla, insandan bu manevi hastalıklar izale olur. Allah-u Zülcelal herşeyi kural ve kaideye bağlamıştır.
İnsan, kural ve kaidelere, Allah-u Zülcelal'in zikrine, ibadetine devam ede ede ve tevbe etmek suretiyle zamanla bu manevi hastalıklardan kurtulur. İnsandan bu manevi hastalıklar zail olduktan sonra, kolaylıkla Allah-u Zülcelal'in ibadetini yapabilecek duruma gelir.
Şunu iyi bilmeliyiz ki; Allah-u Zülcelal'in ibadetinde devamlı olursak, o zaman dünya bizim için hayırlıdır. Aksine dünyaya müptela olursak, dünya bizim için hayırlı değil demektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Size hayırlınızın kim olduğunu söyleyeyim mi? Hayırlınız, ömrü uzun, amelleri güzel olanınızdır." (Ahmed bin Hanbel, İbn Hıbban, Beyhaki, Hakim)
İşte bunu böyle bilmeliyiz. Eğer biz ömrümüzü salih amel işle-yerek geçiriyorsak, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlıdır. Bu durumda Allah katında zengin oluyoruz demektir. O da yaptığımız amele göre bize mükafaat verecektir. Yok eğer -Neuzübillah- günahlara müptela isek, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlı değil, şerlidir demektir.
Ahmed bin Sehl şöyle anlatmıştır:
"Bir gece rüyamda Yahya bin Eksem'i görerek: "Ey Yahya, Rabbin sana ne şekilde muamele etti?" diye sordum. Bana şöyle dedi;
"Allah, "Ey kötü ihtiyar, yaptın yapacağını!" deyince, buna karşılık ben de O'na:
"Dünyada bana merhamet yapacağına umutluydum. Ya Rabbi! Ben sadece sana dayanan bir sözü naklettim." dedim. Allah-u Zülcelal bana:
"Nasıl naklettin?" diye sorunca, şu cevabı verdim:
"Ben Abdurrezzak'dan, Abdurrezzak Muammer'den, Muammer Zühri'den, Zühri Urve'den, Urve Hz. Aişe'den, Hz. Aişe Peygamberimizden, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail'den, Cebrail de Sen'den duyduğuna göre, Sen şöyle buyurdun:
"Ben, İslam da ağaran saç ve sakala azap etmekten haya ederim."
Allah-u Zülcelal bu sözlerime şöyle cevap verdi:
"Bu söylediklerinin hepsi doğru söylediler, ben de doğru söyle-dim. Ey Yahya! Ben gerçekten müslüman olarak ihtiyarlayanları azaba çarptırmam."
Sonra Allah-u Zülcelal amel defteri sağdan verilenlerle birlikte, benim de cennete sevkedilmemi emretti."
İşte biz de Allah-u Zülcelal'den ümitli olalım. Hem dünyada ve hem de ahirette O'ndan hayır isteyelim. O'nun affını isteyip, daima O'na yalvaralım.
Anlatıldığına göre, İmam-ı Maturidi'nin hocası, seksen yaşına vardıktan sonra talebesine:
"Git bana seksen yaşında bir köle getir. Ben seksen yaşında bir köle azad edeyim ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet günü beni cehennem ateşinden azad etsin." dedi ve talebesi olan İmam-ı Maturidi'yi çarşıya gönderdi.
İmam-ı Maturidi çarşı pazarı aradı, fakat seksen yaşında hiç köle göremedi. Çünkü köleler seksen yaşına varmadan önce ihtiyarladıkları için azad oluyorlardı. İmam-ı Maturidi bu şekilde çarşı pazarı dolaştıktan sonra tekrar hocasının yanına geldi ve:
"Hocam bulamadım. Herkes diyor ki; seksen yaşında köle olmaz. O yaşa gelmeden önce onlara merhamet ederek azad ederler. Onun için seksen yaşında köle bulamadım." dedi. Bunun üzerine hocası şöyle dedi:
"Ya Rabbi! İnsanlar kul olduğu halde kölelerine merhamet edip azad ediyorlar. Oysa ben Senin kulun ve kölenim. Seksen yaşına geldim ve zayıfladım. Bana merhamet ederek kendi ateşinden azad et."
İşte biz de daima bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvaralım. Bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvardığımız zaman, O bize merhamet edecektir. Fakat hiçbir şey yapmamışız gibi, şimdi işimiz yerinde diye emin olursak, kıyamet gününde çok perişan oluruz.
Bazı insanlar: "Ben hasta oldum, virdimi çekemiyorum, namazım biraz ağır geliyor, teheccüde kalkamıyorum." diyorlar. Fakat: "Ben hasta oldum, şeytan benim kalbimi istila etmiştir, o şeytanı kovmak için hemen çaba sarfetmem lazımdır." demiyorlar. İşte böyle, sanki hiç bir şey olmamış gibi davranamayız.
Mesela kolu kırılan bir insan hemen doktora gidiyor. Çünkü gidip tedavi olmazsa ya kolu kesilir veyahut da ölür.
Manevi yönden hasta olan insan da aynen böyledir. Eğer bu insan -Neuzübillah- tedavi olmazsa, sonu cehennem ateşi olabilir. Onun için hemen tedavi olmamız gerekir. Ahiret bakımından hasta olmak, ebedü'l-ebed olan hayatı tehlikeye atmak demektir. Tedavi olmayıp bu şekilde kalmak doğru değildir.
Onun için her gün kendi nefsimizle hesap görelim. Nefsimize:
"Ey nefsim! İşte durum böyledir. Senin Rabbin, senin Peygamberin sana bu şekilde nasihatta bulunuyor. Sen de kendini ona göre ayarla!" deyip devamlı olarak hesap görmemiz lazımdır.
Şunu iyi bilmeliyiz ki, hakikatler Allah-u Zülcelal'in yanındadır. Hakikat ne ise, mutlaka kıyamet günü açığa çıkacaktır. Haklı isek ne âlâ, eğer -Neuzübillah- haksız isek sonumuz felakettir. Onun için daha fırsat elimizde iken kendimizi düzeltmemiz gerekir.
Eğer tek başımıza yapamıyorsak, gelin elele vererek, cemaat şeklinde Allah-u Zülcelal'e ibadet yapalım ve O'nun rızasına beraber gidelim. Bunun için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim İslam cemaatinden bir karış ayrılırsa, İslam halkasını boynundan çıkarmış olur." (Ebu Davud, Tirmizi)
Bunun için hep birlikte el ele verelim ve Allah-u Zülcelal'e yönelelim.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz