AHMED İBN-İ SÜLEYMAN EL-ERVÂDÎ HAZRETLERİ (K.S.)
1 sayfadaki 1 sayfası
AHMED İBN-İ SÜLEYMAN EL-ERVÂDÎ HAZRETLERİ (K.S.)
AHMED İBN-İ SÜLEYMAN EL-ERVÂDÎ HAZRETLERİ (K.S.)
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri'nin en son halifesi Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî, Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti olan Trablusşam'ın Ervâd kasabasında doğdu. Ervâdî nisbesiyle tanındı. Nesebi Hz. Hüseyin RA yoluyla Peygamber Efendimiz'e ulaşır.
İlk tahsiline memleketinde başlayan Ervâdî, ilmini ikmal etmek için Mısır ve Şam'a çeşitli seyahatlar yapar. Bu memleketlerin meşhur alimlerinden dersler alır. Bunlar arasında Mısır ve Şam diyarının en mümtaz alimlerinden ve Ezher Üniversitesi şeyhlerinden İbrahim el-Bacûrî, Şeyh Muhammed el-Fudâlî; Mısır müftülerinden Şeyh Ahmed et-Temîmî, Şeyh Abdurrahman el-Uşmûnî, Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Halvetî en-Nakşıbendî, Mustafa el-Mübellad el-Ahmedî, Mustafa el-Bolâkî, Şeyh Abdurrahman el-Küzberî, Hüseyin ed-Decânî, Allame Muhammed İbn-i Abidîn'de bulunmaktadır.
İlim tahsilini bu hocalarda tamamlayarak icâzet alır. Bu sahada bazı hocalarını bile geride bırakacak kadar büyük bir mesafe kat'eder.
Zâhirî ilimlerde üstadlık payesini kazandıktan sonra kendisinde tarikata intisab duygusu uyanır. Bunun için muhitinin muhtelif bölgelerinde bulunan meczub, ümmi, veli ve arif şeyhlerin hizmetinde bulunur. Ekberiyye, Rıfâiyye, Desûkiyye, Ahmediyye (Bedeviyye), Halvetiyye ve Şâzeliyye'den icâzet alıp câmiu't-turûk bir hilâfet iznine sahip olur. Daha sonra Şam'da bir müddet Mevlânâ Hâlid'in hizmetlerine ve sohbetlerine devam ederek kısa zamanda Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Nakşıbendiyye, Müceddidiyye, Mazhariyye ve Hâlidiyye tarikatlarından da hilâfet-i tâmme ile icâzet alır. Memleketine dönerek şeyhinin işareti ile tarîkat neşrine başlar.
Hiçbir ilim yoktur ki Ervâdî hazretlerinin ondan büyük bir nasibi olmasın ve hiçbir tarîkat yoktur ki ondan büyük bir fazilete ermesin...
Ervâdî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere çok faydalı dersler takrir ettirir. Nefis terbiyesi ve tasfiyesi için kendisine gönül bağlayan müridlerine de, izinli olduğu tarikatlardan birinin usûl ve âdâbı ile, müridin kaabiliyetine göre değişen seyr u sülûk tarzı uygulardı.
Müridlerine; bazen Ekberiyye tarikatında olduğu gibi sadece teveccüh ederek, bazen Bedeviyye tarikatında olduğu gibi muhabbet nazarıyla bakarak, bazan de Rıfaiyye ve Halidiyye tarikatında olduğu gibi onları etrafına saf saf toplayıp, kalplerindeki havatırın def'i için teveccüh ederdi. Her müridin kabiliyetine göre kendi batınından feyz almasını sağlar, ledünnî ilmin gönüllerinde zuhuruna gayret gösterirdi.
Şeyh-i Ekber Muhiddin İbn Arabî'ye ait "R. Men Arefe Nefsehu Fekad Arefe Rabbeh" isimli eserin şerhinde Ervâdî, Nakşbendî tarikatında bulunan, nefsin yedi mertebesini kat etme keyfiyetini anlattıktan sonra şöyle diyor:
"Nefsin yedi tabakasını kat etmek bazı tarikatlarda esmâ-yı seb'ayı (yedi isim) geçmekle, bazılarında şeyhin mürîde teveccüh etmesiyle, bazılarında şeyhin mürîde muhabbet nazarıyla bakmasıyla, bazılarında ise şeyhle bir araya gelerek ilim ve feyiz almak suretiyle olur. Bu durumda mürid şeyhin dediklerini duymasa bile, şeyhle biraraya gelmek suretiyle ilimle dolup taşar. Nitekim şeyhim Hâlid-i Bağdâdî'nin dersinde hazır bulunduğum zamanlar, istiğrak haline girer, ne dediğini duymaz ve bir şey görmez olurdum. Şam'daki medresesinde bulunduğum sırada, bazı alimler bana şeyhin derste takrir ettiği şeylerden sordukları zaman, söylediklerinin hepsinin hafızamda fazlasıyla mevcud olduğunu görür ve onları tek tek açıklardım."
Ervâdî bir müddet memleketinde bulunduktan sonra şeyhi tarafından İstanbul'a gönderilmiştir. Mevlânâ Hâlid-i bağdâdî KS, halifesi Ervâdî'yi İstanbul'a gönderişindeki ulvi gayeyi şöyle anlatıyor:
"Ey dost! Parıltısı ile Kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Uzak Doğu'nun aydınlanacağı zat için İstanbul'a git, onu ara bul. O henüz açılmamış bir velâyet goncasıdır. İstanbul'a senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de, onun nasibi ezelde sana tevdi ve tensib edilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira o bizden sonra sahib-i zaman ve rehber-i tarikat olacaktır."
Bu sözler üzerine Ervâdî, İstanbul'a giderek Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî Hazretlerini bulur ve ona tarikat telkininde bulunur.
Osmanlı Devleti'nin her bölgesine, her köşesine halifeler gönderen Bağdâdî, İstanbul'a gönderdiği halifelerin özellikle uymaları gereken hususları belirlemiş, bunların yerine getirilmesini istemişti. Bunun sebebi, İstanbul'un Dâru'l-Hilâfeti'l-Aliyye olarak İslam dünyası içindeki özel konumu ve hemen hemen bütün tarikatların temsil edildiği zengin bir tasavvuf muhîtine sahip oluşuydu. İstanbul halîfelerinin uyması gereken şartlar şunlardı:
1. İstanbul'a gidecek olan halife vezirler ve devlet adamları ile yakın alaka kurmaktan kaçınıp, gerek bizzat ve gerek bir vasıta ile onlardan bir maaş tayini veya yakınlık istemeyecek. Tekke ve zaviye adına bile olsa, bundan sakınılmalıdır.
2. Tekke ve zaviyesine genç kadınların tarikat ve telkin alma bahanesi ile olsa da, gidip gelmelerine izin verilmemelidir.
3. İstanbul hilafetini kabul eden kişi basit bir meselede dahi olsa ihtiyatı ve haberleşmeyi elden bırakmamalı, bağımsız hareket etmemelidir.
4. Beraberinde götürdüğü hanımı üzerine İstanbul hanımlarından biri ile evlenmemeli, irşad hizmetlerinin verimini düşürücü böyle bir tutumdan sakınmalıdır.
5. Mürid ve müntesiplerin şahsi işlerinde, tekke ve tarikat adını kötüye kullanmalarına asla fırsat verilmemelidir.
6. Dünya işlerinde kanaatkar olmalı, Peygamber Efendimiz SAS'in, "Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar ahiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allah için ateşinin yakıcılığına tahammülün kadar cehennem için çalış!" hadis-i şerifini hatırdan uzak tutmamalıdır.
İstanbul'da hizmet görmesi düşünülen Hâlidîler için ileri sürülen bu emir ve tavsiyeler, Mevlânâ Hâlid'in tarikat prensiplerini gösterdiği kadar, zamanın şartları çerçevesinde tarikatlara yönelik tenkit noktalarını da giderici mahiyet arzetmektedir.
Halifelerinde mânevî kemal ve kabiliyetten başka anılan bu şartlara da riayeti şart koşan Bağdâdî'nin halifelerinden Ervâdî'yi sırf Gümüşhânevî'yi irşad etmek üzere mânevî bir işaretle göndermiş olması, onun İstanbul şartlarında ve konulan esaslara göre tarikat neşrind e bulunabilecek kaabiliyet sahibi olduğunu gösterir.
Ervâdî'nin Günüşhanevî Hazretleri'nden başka müridleri ve halifeleri de vardır. Halifelerinden Salim el-Mesûtî, Ervâdî hazretleri de şahid olduğu kerâmetleri şöyle anlatıyor:
"Bir gün elinde, çok az miktarda su alan bir ibrik gördüm. Şeyhim abdest almaya başladı. Su yetmedi ve bitti. Sonra, Hazret ibriğe baktı, aniden bardak su ile doldu, tekrar bitti, tekrar bakınca ibrik su ile doldu. Üç veya dört defa tekerrür eden bu halden sonra abdestini tamamladı. Bir defasında da çok uzaklarda, haksız yere hapsedilmiş olan ve kendisinden istimdat eden müridini, bir anda tayy-ı mekan ederek bulunduğu yere varıp hapisten kurtarmıştır."
Halifelerinden biri de Abdüllatif ibn-i Ömer el-Buhârî'dir.
Mevlânâ Hâlid'in kendisine "Sana Şam sahillerinin şeyhi denilse yeridir." diye iltifat ettiği Ervâdî, açık bir sırrın, berrak bir nurun, bol bir feyzin, güzel koku gibi yayılan şeref ve fazîletin ve seyyid olma şerefinin sahibi idi.
Alim ve ârif olarak zamanının büyüklerinden olduğunda şüphe olmayan Ahmed ibn-i Süleyman el-Ervâdî'nin yüzden fazla eseri bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda şâirdir.
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî eserlerinden Câmiu'l-Usûl'ün sonlarında, Ervâdî'nin Kasîde-i Râiyye adlı meşhur şiirini şöyle takdim ediyor:
"Bu kasîde büyük imam ve mürşidimiz efendimiz, ârif-i billâh, şeyh Hazret-i Ahmed ibn-i Süleyman el-Ervâdî'nindir."
Ervâdî hazretlerinin önemli eserleri şunlardır:
1. Ferâid-i Fevâid
2. Mir'âtü'l-İrfân
3. Tarîh-i Kebîr
4. Elfiye fî Ulûmi'l-Edeb
5. Kifâyetü'l-Mürîd min Mühimmâti'l-Tarîk
6. Kitâbu'n-Nuri'l-Mazhâr fî Şerhi Salâti'l-Vüstâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber
7. R. fî Rabıta beyne fîha Şemâili'r-Ricâli't-Tarîka
8. Risâle fi'l-Halvet
9. Evrâd
10. Manzûme fî Esmâi'llâhi'l-Husnâ
11. İlhâmâtü'r-Rabbâniyye fî Şerhi's-Saliti'z-Zâtiyye
12. Keşfu's-Sutûr an Meâni Salâti'n-Nûr
13. Et-Tibrü'l-Mesbûk fî nihâyeti's-Sülûk
Ervâdî, 1261/1845 senesinde şeyhinin işareti ile İstanbul'a gelmişti. Burada müridi Gümüşhânevî'ye yaptırdığı ilk halvetten sonra, bir ara memleketine gider. Bir yıl sonra İstanbul'a gelen Ervâdî, iki sene Ayasofya Camii'nde hadis dersi okutmuştur. İcra edilen ikinci halvetin ardından, Gümüşhânevî'ye izinli olduğu bütün tarikatlardan hilafet-i tâmme ile icâzet verir. Ervâdî 1264/1848'de Gümüşhânevî'ye İstanbul'daki Halidi şeyhlerinden Abdülfettah el-Ukari (1281/1864)'ye sohbet şeyhi olarak bağlanmasını tavsiye ederek, memleketi Trablusşam'a dönmüştür. Trablusşam Müftüsü diye de anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî 1275/1858 senesinde memleketinde vefat etmiş, Diba Mescidi'ndeki medfen-i mahsusuna defnedilmiştir.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri'nin en son halifesi Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî, Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti olan Trablusşam'ın Ervâd kasabasında doğdu. Ervâdî nisbesiyle tanındı. Nesebi Hz. Hüseyin RA yoluyla Peygamber Efendimiz'e ulaşır.
İlk tahsiline memleketinde başlayan Ervâdî, ilmini ikmal etmek için Mısır ve Şam'a çeşitli seyahatlar yapar. Bu memleketlerin meşhur alimlerinden dersler alır. Bunlar arasında Mısır ve Şam diyarının en mümtaz alimlerinden ve Ezher Üniversitesi şeyhlerinden İbrahim el-Bacûrî, Şeyh Muhammed el-Fudâlî; Mısır müftülerinden Şeyh Ahmed et-Temîmî, Şeyh Abdurrahman el-Uşmûnî, Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Halvetî en-Nakşıbendî, Mustafa el-Mübellad el-Ahmedî, Mustafa el-Bolâkî, Şeyh Abdurrahman el-Küzberî, Hüseyin ed-Decânî, Allame Muhammed İbn-i Abidîn'de bulunmaktadır.
İlim tahsilini bu hocalarda tamamlayarak icâzet alır. Bu sahada bazı hocalarını bile geride bırakacak kadar büyük bir mesafe kat'eder.
Zâhirî ilimlerde üstadlık payesini kazandıktan sonra kendisinde tarikata intisab duygusu uyanır. Bunun için muhitinin muhtelif bölgelerinde bulunan meczub, ümmi, veli ve arif şeyhlerin hizmetinde bulunur. Ekberiyye, Rıfâiyye, Desûkiyye, Ahmediyye (Bedeviyye), Halvetiyye ve Şâzeliyye'den icâzet alıp câmiu't-turûk bir hilâfet iznine sahip olur. Daha sonra Şam'da bir müddet Mevlânâ Hâlid'in hizmetlerine ve sohbetlerine devam ederek kısa zamanda Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Nakşıbendiyye, Müceddidiyye, Mazhariyye ve Hâlidiyye tarikatlarından da hilâfet-i tâmme ile icâzet alır. Memleketine dönerek şeyhinin işareti ile tarîkat neşrine başlar.
Hiçbir ilim yoktur ki Ervâdî hazretlerinin ondan büyük bir nasibi olmasın ve hiçbir tarîkat yoktur ki ondan büyük bir fazilete ermesin...
Ervâdî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere çok faydalı dersler takrir ettirir. Nefis terbiyesi ve tasfiyesi için kendisine gönül bağlayan müridlerine de, izinli olduğu tarikatlardan birinin usûl ve âdâbı ile, müridin kaabiliyetine göre değişen seyr u sülûk tarzı uygulardı.
Müridlerine; bazen Ekberiyye tarikatında olduğu gibi sadece teveccüh ederek, bazen Bedeviyye tarikatında olduğu gibi muhabbet nazarıyla bakarak, bazan de Rıfaiyye ve Halidiyye tarikatında olduğu gibi onları etrafına saf saf toplayıp, kalplerindeki havatırın def'i için teveccüh ederdi. Her müridin kabiliyetine göre kendi batınından feyz almasını sağlar, ledünnî ilmin gönüllerinde zuhuruna gayret gösterirdi.
Şeyh-i Ekber Muhiddin İbn Arabî'ye ait "R. Men Arefe Nefsehu Fekad Arefe Rabbeh" isimli eserin şerhinde Ervâdî, Nakşbendî tarikatında bulunan, nefsin yedi mertebesini kat etme keyfiyetini anlattıktan sonra şöyle diyor:
"Nefsin yedi tabakasını kat etmek bazı tarikatlarda esmâ-yı seb'ayı (yedi isim) geçmekle, bazılarında şeyhin mürîde teveccüh etmesiyle, bazılarında şeyhin mürîde muhabbet nazarıyla bakmasıyla, bazılarında ise şeyhle bir araya gelerek ilim ve feyiz almak suretiyle olur. Bu durumda mürid şeyhin dediklerini duymasa bile, şeyhle biraraya gelmek suretiyle ilimle dolup taşar. Nitekim şeyhim Hâlid-i Bağdâdî'nin dersinde hazır bulunduğum zamanlar, istiğrak haline girer, ne dediğini duymaz ve bir şey görmez olurdum. Şam'daki medresesinde bulunduğum sırada, bazı alimler bana şeyhin derste takrir ettiği şeylerden sordukları zaman, söylediklerinin hepsinin hafızamda fazlasıyla mevcud olduğunu görür ve onları tek tek açıklardım."
Ervâdî bir müddet memleketinde bulunduktan sonra şeyhi tarafından İstanbul'a gönderilmiştir. Mevlânâ Hâlid-i bağdâdî KS, halifesi Ervâdî'yi İstanbul'a gönderişindeki ulvi gayeyi şöyle anlatıyor:
"Ey dost! Parıltısı ile Kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Uzak Doğu'nun aydınlanacağı zat için İstanbul'a git, onu ara bul. O henüz açılmamış bir velâyet goncasıdır. İstanbul'a senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de, onun nasibi ezelde sana tevdi ve tensib edilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira o bizden sonra sahib-i zaman ve rehber-i tarikat olacaktır."
Bu sözler üzerine Ervâdî, İstanbul'a giderek Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî Hazretlerini bulur ve ona tarikat telkininde bulunur.
Osmanlı Devleti'nin her bölgesine, her köşesine halifeler gönderen Bağdâdî, İstanbul'a gönderdiği halifelerin özellikle uymaları gereken hususları belirlemiş, bunların yerine getirilmesini istemişti. Bunun sebebi, İstanbul'un Dâru'l-Hilâfeti'l-Aliyye olarak İslam dünyası içindeki özel konumu ve hemen hemen bütün tarikatların temsil edildiği zengin bir tasavvuf muhîtine sahip oluşuydu. İstanbul halîfelerinin uyması gereken şartlar şunlardı:
1. İstanbul'a gidecek olan halife vezirler ve devlet adamları ile yakın alaka kurmaktan kaçınıp, gerek bizzat ve gerek bir vasıta ile onlardan bir maaş tayini veya yakınlık istemeyecek. Tekke ve zaviye adına bile olsa, bundan sakınılmalıdır.
2. Tekke ve zaviyesine genç kadınların tarikat ve telkin alma bahanesi ile olsa da, gidip gelmelerine izin verilmemelidir.
3. İstanbul hilafetini kabul eden kişi basit bir meselede dahi olsa ihtiyatı ve haberleşmeyi elden bırakmamalı, bağımsız hareket etmemelidir.
4. Beraberinde götürdüğü hanımı üzerine İstanbul hanımlarından biri ile evlenmemeli, irşad hizmetlerinin verimini düşürücü böyle bir tutumdan sakınmalıdır.
5. Mürid ve müntesiplerin şahsi işlerinde, tekke ve tarikat adını kötüye kullanmalarına asla fırsat verilmemelidir.
6. Dünya işlerinde kanaatkar olmalı, Peygamber Efendimiz SAS'in, "Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar ahiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allah için ateşinin yakıcılığına tahammülün kadar cehennem için çalış!" hadis-i şerifini hatırdan uzak tutmamalıdır.
İstanbul'da hizmet görmesi düşünülen Hâlidîler için ileri sürülen bu emir ve tavsiyeler, Mevlânâ Hâlid'in tarikat prensiplerini gösterdiği kadar, zamanın şartları çerçevesinde tarikatlara yönelik tenkit noktalarını da giderici mahiyet arzetmektedir.
Halifelerinde mânevî kemal ve kabiliyetten başka anılan bu şartlara da riayeti şart koşan Bağdâdî'nin halifelerinden Ervâdî'yi sırf Gümüşhânevî'yi irşad etmek üzere mânevî bir işaretle göndermiş olması, onun İstanbul şartlarında ve konulan esaslara göre tarikat neşrind e bulunabilecek kaabiliyet sahibi olduğunu gösterir.
Ervâdî'nin Günüşhanevî Hazretleri'nden başka müridleri ve halifeleri de vardır. Halifelerinden Salim el-Mesûtî, Ervâdî hazretleri de şahid olduğu kerâmetleri şöyle anlatıyor:
"Bir gün elinde, çok az miktarda su alan bir ibrik gördüm. Şeyhim abdest almaya başladı. Su yetmedi ve bitti. Sonra, Hazret ibriğe baktı, aniden bardak su ile doldu, tekrar bitti, tekrar bakınca ibrik su ile doldu. Üç veya dört defa tekerrür eden bu halden sonra abdestini tamamladı. Bir defasında da çok uzaklarda, haksız yere hapsedilmiş olan ve kendisinden istimdat eden müridini, bir anda tayy-ı mekan ederek bulunduğu yere varıp hapisten kurtarmıştır."
Halifelerinden biri de Abdüllatif ibn-i Ömer el-Buhârî'dir.
Mevlânâ Hâlid'in kendisine "Sana Şam sahillerinin şeyhi denilse yeridir." diye iltifat ettiği Ervâdî, açık bir sırrın, berrak bir nurun, bol bir feyzin, güzel koku gibi yayılan şeref ve fazîletin ve seyyid olma şerefinin sahibi idi.
Alim ve ârif olarak zamanının büyüklerinden olduğunda şüphe olmayan Ahmed ibn-i Süleyman el-Ervâdî'nin yüzden fazla eseri bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda şâirdir.
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî eserlerinden Câmiu'l-Usûl'ün sonlarında, Ervâdî'nin Kasîde-i Râiyye adlı meşhur şiirini şöyle takdim ediyor:
"Bu kasîde büyük imam ve mürşidimiz efendimiz, ârif-i billâh, şeyh Hazret-i Ahmed ibn-i Süleyman el-Ervâdî'nindir."
"Ey ömrüne mağrur,
Ve ey, dünyada para biriktirmekle meşgul,
Medh ü senâ ve makam düşkünü,
Ve ey, Ehl-i Beyt'e gizli ve açık ezâ veren,
Sen kendini bir de takva sahibi mi sanıyorsun?
Bütün bu işlediklerin hidayet Rasûlüne harb ilanından başka bir şey midir?
Onları tarikata uymaktan men edersin,
Kadınların irşâdına sed çekersin de,
Bid'at, fesad, habâset, oyun ve eğlenceden onları ya niye nehyedemezsin?
Şüpheli yetim malı yemekten, haramlardan ve içkiden halkı niye alıkoymazsın?
Gıybet ve fısk u fücûr hikayelerini Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya kadar götürmekten çekinmezsin,
O kötü haller senin şahsiyetinin vasıfları değil mi?
Kendin uyuyorsun da bütün ömrünce,
Başkalarının meşrû uykusunu ayıplıyorsun!
Senden Hakk'a şikâyet edenler, ıstırap ve kahr içindeler.
Seni şikâyet edenlerden kendini koru.
Onların ceddi Fahr-ı Alem'dir!
Onlara Cebrâil yardım etmektedir,
Sen bundan haberdar değilsin!
Bil ki, Rasûlullah kadınlarla -el tutmadan- mübâyaa etmişlerdir.
Sen hiç Kur'ân okumaz mısın?
Senin başka bir kitabın mı var?
Herhangi bir müslüman takvâ bir zâta hizmet etmek isterse sana ne oluyor?
A miskin! Sen idrak etmez misin ki,
Bizim Peygamberimiz "Ebu Amr'a inâbe vermişti...!
Lakabı Zi'n-Nûreyn olan da hâkezâ böyle değil miydi?
Fâtımatü'z-Zehrâ'nın zevci de böyle...
Ben de onlar gibi Rasûlullah'ın vekîli olan şeyhe inâbe ettim.
Eğer sen benim bu sözlerimi inkar edersen akıl sahibi olamazsın!
Bâhusus Mevlânâ Hâlid'in rûhu mürşid olduğu zaman,
Sen Hakk'ı görürsün derim, eğer ruh ve sırra sahipsen
Hidayet yolunun diğer râbıta ehilleri,
Benimle râbıta halindedirler ve bu sözüm de fahrın hissesi yoktur.
Zira bundaki kuvvet ceddim Mustafa ve refik
Kadri yüce Ebâ Bekri's-Sıddîk'a,
Düşmanı ikiye bölen Farûk'a,
Ve zi'n-Nûreyn'e de,
Ve ceddim Haydar'ın kudretine dayanır ki,
O bab nebinin bedridir!
Ve benim şeyhim Abdülkâdir Geylânî der ki, ona mülakî olan aşkta yanar.
Ve şeyhim Bedevî ve Rıfâî; acizlerin sığınağı,
Ve şeyhim Desûkî ve Muhyiddîn-i Arâbî zi'l-fevzi kâlim Kezâlik şeyhim Bistâmî ile Şâh-ı Nakşıbend, zikr ve ilimde yektâ,
Abdü'l-ganiyyü'n-Nablûsî ve Mustafa Seyyidü'l- Bekrî ve şeyhim Ebu'l-Abbas bunların nakîbidir.
Ve bana yardım eden Seyyid Hızır ve bütün tarîkatların büyükleridir.
Ve benim şeyhim hidayete kulları davet eden Hâlid-i Bağdâdî'dir.
Bütün keriheleri kaldıran kuvveti, Ahmed'den bütün şerleri de def'etmeye say'eder.
Amma sen bilirsin ki, ben o Hazretin en son halifesiyim,
İsmim, onun şevki yıldızları aşan divanında yazılıdır!
Sana şu yetişir ki, ben hatemü'l-enbiyanın varisi,
Ve Hâlid-i Bağdâdî halifelerinin hâtimiyim.
Efendimiz ve ashâbına salât ü selâm olsun."
Ve ey, dünyada para biriktirmekle meşgul,
Medh ü senâ ve makam düşkünü,
Ve ey, Ehl-i Beyt'e gizli ve açık ezâ veren,
Sen kendini bir de takva sahibi mi sanıyorsun?
Bütün bu işlediklerin hidayet Rasûlüne harb ilanından başka bir şey midir?
Onları tarikata uymaktan men edersin,
Kadınların irşâdına sed çekersin de,
Bid'at, fesad, habâset, oyun ve eğlenceden onları ya niye nehyedemezsin?
Şüpheli yetim malı yemekten, haramlardan ve içkiden halkı niye alıkoymazsın?
Gıybet ve fısk u fücûr hikayelerini Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya kadar götürmekten çekinmezsin,
O kötü haller senin şahsiyetinin vasıfları değil mi?
Kendin uyuyorsun da bütün ömrünce,
Başkalarının meşrû uykusunu ayıplıyorsun!
Senden Hakk'a şikâyet edenler, ıstırap ve kahr içindeler.
Seni şikâyet edenlerden kendini koru.
Onların ceddi Fahr-ı Alem'dir!
Onlara Cebrâil yardım etmektedir,
Sen bundan haberdar değilsin!
Bil ki, Rasûlullah kadınlarla -el tutmadan- mübâyaa etmişlerdir.
Sen hiç Kur'ân okumaz mısın?
Senin başka bir kitabın mı var?
Herhangi bir müslüman takvâ bir zâta hizmet etmek isterse sana ne oluyor?
A miskin! Sen idrak etmez misin ki,
Bizim Peygamberimiz "Ebu Amr'a inâbe vermişti...!
Lakabı Zi'n-Nûreyn olan da hâkezâ böyle değil miydi?
Fâtımatü'z-Zehrâ'nın zevci de böyle...
Ben de onlar gibi Rasûlullah'ın vekîli olan şeyhe inâbe ettim.
Eğer sen benim bu sözlerimi inkar edersen akıl sahibi olamazsın!
Bâhusus Mevlânâ Hâlid'in rûhu mürşid olduğu zaman,
Sen Hakk'ı görürsün derim, eğer ruh ve sırra sahipsen
Hidayet yolunun diğer râbıta ehilleri,
Benimle râbıta halindedirler ve bu sözüm de fahrın hissesi yoktur.
Zira bundaki kuvvet ceddim Mustafa ve refik
Kadri yüce Ebâ Bekri's-Sıddîk'a,
Düşmanı ikiye bölen Farûk'a,
Ve zi'n-Nûreyn'e de,
Ve ceddim Haydar'ın kudretine dayanır ki,
O bab nebinin bedridir!
Ve benim şeyhim Abdülkâdir Geylânî der ki, ona mülakî olan aşkta yanar.
Ve şeyhim Bedevî ve Rıfâî; acizlerin sığınağı,
Ve şeyhim Desûkî ve Muhyiddîn-i Arâbî zi'l-fevzi kâlim Kezâlik şeyhim Bistâmî ile Şâh-ı Nakşıbend, zikr ve ilimde yektâ,
Abdü'l-ganiyyü'n-Nablûsî ve Mustafa Seyyidü'l- Bekrî ve şeyhim Ebu'l-Abbas bunların nakîbidir.
Ve bana yardım eden Seyyid Hızır ve bütün tarîkatların büyükleridir.
Ve benim şeyhim hidayete kulları davet eden Hâlid-i Bağdâdî'dir.
Bütün keriheleri kaldıran kuvveti, Ahmed'den bütün şerleri de def'etmeye say'eder.
Amma sen bilirsin ki, ben o Hazretin en son halifesiyim,
İsmim, onun şevki yıldızları aşan divanında yazılıdır!
Sana şu yetişir ki, ben hatemü'l-enbiyanın varisi,
Ve Hâlid-i Bağdâdî halifelerinin hâtimiyim.
Efendimiz ve ashâbına salât ü selâm olsun."
Ervâdî hazretlerinin önemli eserleri şunlardır:
1. Ferâid-i Fevâid
2. Mir'âtü'l-İrfân
3. Tarîh-i Kebîr
4. Elfiye fî Ulûmi'l-Edeb
5. Kifâyetü'l-Mürîd min Mühimmâti'l-Tarîk
6. Kitâbu'n-Nuri'l-Mazhâr fî Şerhi Salâti'l-Vüstâ li'ş-Şeyhi'l-Ekber
7. R. fî Rabıta beyne fîha Şemâili'r-Ricâli't-Tarîka
8. Risâle fi'l-Halvet
9. Evrâd
10. Manzûme fî Esmâi'llâhi'l-Husnâ
11. İlhâmâtü'r-Rabbâniyye fî Şerhi's-Saliti'z-Zâtiyye
12. Keşfu's-Sutûr an Meâni Salâti'n-Nûr
13. Et-Tibrü'l-Mesbûk fî nihâyeti's-Sülûk
Ervâdî, 1261/1845 senesinde şeyhinin işareti ile İstanbul'a gelmişti. Burada müridi Gümüşhânevî'ye yaptırdığı ilk halvetten sonra, bir ara memleketine gider. Bir yıl sonra İstanbul'a gelen Ervâdî, iki sene Ayasofya Camii'nde hadis dersi okutmuştur. İcra edilen ikinci halvetin ardından, Gümüşhânevî'ye izinli olduğu bütün tarikatlardan hilafet-i tâmme ile icâzet verir. Ervâdî 1264/1848'de Gümüşhânevî'ye İstanbul'daki Halidi şeyhlerinden Abdülfettah el-Ukari (1281/1864)'ye sohbet şeyhi olarak bağlanmasını tavsiye ederek, memleketi Trablusşam'a dönmüştür. Trablusşam Müftüsü diye de anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî 1275/1858 senesinde memleketinde vefat etmiş, Diba Mescidi'ndeki medfen-i mahsusuna defnedilmiştir.
YesilSancak!- Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz