Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 08 2008, 18:25

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey 05
Bir İman Abidesi Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

NUR ÜSTAD
Dinsizliği alkışlayanlar gün geçtikçe çoğalıyordu. Millet ve gençlik âdeta çıldırıyordu. Dindarlar, en mücrim adamlar gibi karakollara ve mahkemelere sevk ediliyordu. Milletimizin sinesindeki imanlar ezilmeye, yok edilmeye çalışılıyordu. Dinsizlik cereyanı, ölüm saçan bir kan seli hâlinde akıp gidiyordu. Gündüzler geceye kaybolmuştu. Dinsizlik ve dalâletin zifirî karanlığı ülkemizi sarsmıştı. Ulvî ruhlar, rikkatli kalpler kan ağlıyordu. Ehl-i İslâm’ı birbirinden ayıran derin uçurumlar açılıyor, kardeşi kardeşe düşman edecek entrikalar çevriliyordu. Sinsi din düşmanları, milleti içinden vuruyordu. Kanlı eller, bu büyük milleti dâhil ve hariçten yıkmaya çalışıyorlardı. Vicdanlara zincirler vurulmuş, millet inim inim inletiliyordu.

İşte böyle müthiş bir zamanda milletimizin muhtaç olduğu tarihî ve büyük hamleyi Bediüzzaman yapmış, dünya dinsizliğine tek başıyla meydan okumuş, dinsizliğin temel taşını tarumar eden ve atom kuvvetine malik Kur’an ve iman hakikatlerini telif ve neşrederek, kurtarmaya koşmuştur. Ehl-i imanı, dinsizliğin koca devlerini titreten bir iman kuvvetine sahip kılmak yolunda, cihad-ı diniye bayrağını açmıştır.

“Üstad, asil bir aslan gibi şahlanmış, hakkı ve hakikati gürleyen gür sesiyle müdafaaya başlamıştır. Ejder gibi istibdat zincirlerini parçalamıştır. Bu heybetli şahlanış, dinsiz zalimleri müthiş bir hâlde telâşa düşürmüştür.

“Zulümatlı kâşaneleri temelden sarsılmıştır. Dinsizliğin kızıl yangınını söndürmek için canını alevler içine atarcasına, fedakârane bir faaliyete geçmiştir. Yeni yetişen nesl-i cedit de, bu şahlanışın aşkıyla kanatlanmaya başlamıştır

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! C.tesi Eyl. 13 2008, 02:22

Zübeyir Ağabeyden Hatıralar

Günün birinde, Pakistan devlet adamlarından Ali Ekber Şah'ı, Emirdağ'dan yolcu etmek için; bu zatla birlikte on kilometre kadar yola iştirak ettikten sonra, Ekber Şah'la vedalaşırken, karşı istikametten gelen başka bir arabadan da, sevgili Kur'an talebesi Zübeyir Gündüzalp çıkagelmişti nurlu Üstadın yanına. Bu esnada Üstad şunları ifade ediyordu: "Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz!" Bu vedâ ve mülakattan sonra ise nurlu Üstad: "Hayır hayır, ben Zübeyir'i karşılamaya geldim!" diye düşüncelerini dile getiriyordu


Birgün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı. 'Burası benim medresemdir, ders okuyun' dedi. Biz de okuduk. 'Duymuyorum' diyerek faytonda olan iple üç kişi belimizden ağacın gövdesine bağladı ve bize iki-üç saat ders yaptı. "Umumî bir vasıta ile birgün Eskişehir'e gidiyoruz. Yanımızda da bir yabancı vardı. Sigara içiyordu. Ben de hiddetlenmiştim. Adama tokat vursam veya lâf söylesem Üstad Hazretleri kızacak diye düşünürken, baktım, Üstad Hazretlerinin yanında bir kişilik yer açıldı. Kalktım, oraya oturdum. Üstadımız ise hiçbir şey söylemedi, sükût etti. "Birgün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.
* * * "Üstad seher namazını eda ettikten sonra, bir bardak limonlu çay içerdi. Hz. Üstadımız her ne zaman olursa olsun, çaya ve limon konulacak yemeklere limon damlatırdı. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri asıl yemeği kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından evvel asıl yemeği yerdi. Ancak akşam namazından sonra okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi. Yatsı namazından sonra Resul-i Ekreme (a.s.m.) imtisalen hemen yatardı. Yatmadan evvel küçük bir lokmacık taam yerdi. Sonra 'Âyete'l-Kürsî' yi okur, yatardı. Seher vaktinden çok evvel kalkar, evradını okurdu, sabah namazından evvel veya sonraya kadar. Sabah namazını erken edâ ederek yanında bulunan hizmetkârlarına, basılan kitaplardan ders yaptırır, kendisi de eski hurufla yazılı aslından takip ederdi. Üstad Hazretleri çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (Bunu 75 yaşından sonra yerdi. Yemeğin üzerine 4-5 habbe üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu. 75-80 yaşlarında ömrünün sonuna kadar gördüğüme göre, kabuklarını soyar, çekirdeklerini çıkarır, yanındaki hizmetkârlarına lutuf ederdi.

* * *
"Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bir âyet-i kerimeye mânâ vererek, bir camide vaaz veriyor. Camide bulunan âlimler, şeyhler, ahali öyle müessir ve emsalsiz tefsiri, kütüb-ü İslâmiyede ve Kur'ân tefsirlerinde göremiyorlar. Çok hayran olup Üstadımıza minnettar oluyorlar. Fakat kıskanç bir şeyh, iki mürîdine emrediyor. 'Bediüzzaman'ı, sık sık gelip geçtiği şu tenha geçitte akşam namazından sonra mavzerle vurun!' diyor. Şeyhin müridleri aynı günde akşam namazından sonra, mezkûr geçitte Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin oradan geçmesini bekliyorlar. Hazreti Üstad geçide yaklaşınca o iki mavzerli müridleri görüyor. O iki mürid de Hazreti Üstadı görür görmez mavzerleri hemen kaldırıp Üstada ateş etmek üzere iken, kolları felç tutmuş gibi oluyor, mavzerler yere düşüyor. Merhum Üstad-ı Pâkimiz o iki müridin omuzlarına mübarek kollarını koyuyor ve 'Kabahat sizin değildir, ben size hakkımı helâl ediyorum' diyerek yoluna devam edip tek başına gidiyor. "Bu harikulade hâdise o gün şâyi oluyor. Merhum Üstad o zamanlar çok genç olduğundan, yaşlı ve büyük bazı âlim ve şeyhler, Üstadın 'Bediüzzaman' lâkabını benimseyemiyorlardı. Fakat bu hâdiseden sonra hakikaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerinin 'Bediüzzaman' olduğunu tasdik ve takdir ediyorlar."

Kur'ân'a hizmet yolunun gönüllü erlerinden olduğumuz günlerde İstanbul Fatih-Çarşamba-Beyceğiz semtindeki bir nur meclisinde cereyan eden tatlı bir hatırayı da, Mehmet Kaya namındaki gönül dostu, Nur talebesi şöyle anlatmaktadır:
Toplanan genç cemaatte Albay İbrahim Hulusi Yahyagil ve Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur da bulunmaktadır. Merhum Hulusi Bey yapılan dersi hatıralarla izah ederken, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz de, kapının yanında, her zamanki haliyle, diz üstü oturmuş, derin bir sessizlik ve huşu içinde Nur albayının derslerini dinliyordu. Ders esnasında Hulusi Bey, kendilerine dönerek: "Hazret! Vaziyetin ve haletin ermişlere benziyor.." diye latif bir şaka yapınca, anında Zübeyir Gündüzalp, Albay Hulusî Beye şu latifeyle cevap veriyordu:
"Efendim, ermiş konuşuyor..."
Gerçek büyüklerin şaka ve latifeleri bile büyük ve latif olmaktadır. Çünkü ermişlerin bahçesi Kur'ân kokusu ve Medine sürmesiyle sürmelenmiştir

Günün birinde, Pakistan devlet adamlarından Ali Ekber Şah'ı, Emirdağ'dan yolcu etmek için; bu zatla birlikte on kilometre kadar yola iştirak ettikten sonra, Ekber Şah'la vedalaşırken, karşı istikametten gelen başka bir arabadan da, sevgili Kur'an talebesi Zübeyir Gündüzalp çıkagelmişti nurlu Üstadın yanına. Bu esnada Üstad şunları ifade ediyordu: "Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz!" Bu vedâ ve mülakattan sonra ise nurlu Üstad: "Hayır hayır, ben Zübeyir'i karşılamaya geldim!" diye düşüncelerini dile getiriyordu

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! C.tesi Eyl. 13 2008, 02:45

Yirmi bir yaşındaki Fatih
Beş yüz küsur senedir kutladığımız mutlu fethin yine bir yıldönümündeydik. Haftalık İttihad gazetesi, at üzerinde Topkapı’dan şehre giren, başta Fatih olmak üzere büyük ilim adamları, hocalar ve mutlu fethin ordusunun renkli resmini basmıştı.
Bu resim, meşhur bir fetih tablosudur. At üzerindeki Fatih’i temsil eden kumandan, siyah ve gür sakallı, 40-50 yaşlarındaki birisini andırmaktadır.
Zübeyir Abi, bir meseleyi sorarken veya anlatırken, “Siz mekteplisiniz.” cümlesiyle, yani “Siz bilirsiniz.” manasında bu “mekteplisiniz” sözüyle anlatmak isterdi. Yine bizlere res­mi sormuştu.
“Fetih ordusunun Fatih’in kumandanlığında İstanbul’a girişini gösteriyor.” diyerek, manzaranın çok güzel olduğunu ifade etmiştik.
Zübeyir Abinin dikkatlerimizi çekmek istediği bahse bir türlü yanaşamamış, bizlere vermek istediği dersi bir türlü anlayamamıştık. Bizler anlamayınca, bu sefer:
“Siz mekteplisiniz, bunu bilirsiniz.” diye yine sordu, “Fatih, İstanbul’u kaç yaşında fethetti?”
Bir üniversiteli arkadaş hemen bu sualin cevabını verdi:
“Yirmi bir!”
Zübeyir Abi, istediği ve aradığı cevabı bulmuştu.
“Hah, işte şimdi oldu!” dedi. “Pekâlâ, bu İttihad’daki resimde görülen kumandan kaç yaşlarında göstermektedir?” sorusunu sordu bu defa.
Bizler Topkapı’dan şehre giren büyük fetih ordusunun kumandanı olarak görülen resimdeki siyah sakallı şahsın 40-50 yaşlarında gösterdiğini söyledik. Merhum Zübeyir Abi, burada gülümseyerek:
“Bu resmi yapanlar, fetih mucizesini küçültmek istiyorlar. Kırk-elli yaşlarındaki bir kumandanın bir zafer kazanması, bir beldeyi fethetmesi normaldir, kolaydır ve olağandır; ama 21 yaşındaki bir delikanlının böyle büyük bir fethi harikadır. Yirmi bir yaşındaki bir delikanlının henüz sakalı bile bu resimdeki gibi böylesine gür olmaz. Fatih, Efendimizin (a.s.m.) bin yıl evvel haber verdiği fetih mucizesinin mazharıdır. Bu resimdeki yaşlı adamla, İslâmiyetin düşmanları, bu büyük fetih mucizesini küçültmek istiyorlar; 21 yaşındaki genç Fatih Mehmed’in heybet ve ihtişamını basite döndürmek istiyorlar. İşte biz sâfi kalp Müslümanlar da böylesine bir düzene aldanmaktayız.” diyerek, bizim tarihimiz dâhil bütün varlığımızın düşmanlarının hilesini bizlere ders vermişti.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:25

Zübeyir GÜNDÜZALP AĞABEY'DEN ALTIN PRENSİPLER




Hayatımızda vazgeçemiyeceğimiz çok değerli prensipler... Yıllarca Nur Müellifine hizmet etmiş bir dava adamından altın değerinde tavsiyeler... Meslek ve aile hayatımıza ışık tutacak;bizi örnek bir insan ve örnek bir Müslüman haline getirecek sağlam kaideler... Her yaşta ve herkese gereken pırlanta hükmünde fikirler...




Gençlik



-Gençleri imana ve İslamî hayata heyecan ve aşkla donatmak gerekir. İdeal bir gence yakışan olgun ve yüksek bir müslüman olmak için ilim ve imana çalışmak, hayatını İslâmın yüce prensiplerine göre yaşayıp gençlik günlerini, boşu boşuna kayb olmasından kurtarmaktır.




İlim



-Tahkiki iman ilmini oku. Hakkı ve hakikatı öğren. Cahil kalma, aydın ol. Cahil bir insan ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir. Geridedir, aşağıdadır. Okuyan insan daima ileride, daima yükseklerdedir. Bilgili insan güneş gibi girdiği yeri aydınlatır.



İrade Terbiyesi



-İrade kudreti çok cehd sarfından ziyade zihnin bütün kuvvetinin aynı gaye ve istikamete doğru sevk edilmesiyle izah edilebilir. Terbiyenin en makbul olanı kendi kendimizi terbiye etmektir.




Hedefe Varmak



-Yüksek bir gaye ebedî canlı ve cazip bir maksad. İşte bütün sıcak heyecan ve fikirlerimizi bunun üzerine çevirmeliyiz. Böylece hedefe varabiliriz.




Başarıya götüren Sebepler



-Herşeyi bugün bilmek. Her an muvaffak ve muzaffer olacağım cehdi içinde olmalısın. Bir işi bitirmeden başka bir işe el atmamalısın. Kalemen, amelen, lisanen çalış. Gençlikte insan ne işle meşgul olursa istidatları onda inkişaf eder. Deha dikkati değil, dikkat dehayı verir.




Dikkat ve Hafıza



-Hafıza zekanın en büyük sermayesidir. Bir şeyi ne kadar dikkat ve alâkayla anlamaya çalışırsak, bellememiz ihtimali o kadar çok olur. Çok defa kolayca öğrenilen şeyler çabuk unutulur. Anlayarak ve dimağen hazm ederek ezberlemeli. Aynen ezber insanda terakki ve inkişaf için faydalıdır. Mealen ezber, muhakeme kabiliyetini inkişaf ettirir.




Kadınlara Hürmet


-Cenab-ı Hak, kadınlara lütuf ve ihsan, hayır ve itidalle muamele etmemizi emreder. Zira, onlar, anneleriniz, kızlarınız ve halalarınızdır. Onlara ne kadar lütf etseniz lâyıktır. Kadına yardım ediniz. Bir millet erkekle terakki eder. Kadınla tekamül eder. Peygamberimiz kadının namus, şeref ve hukukuna büyük ehemmiyet verirdi. Onlara rikkat ve şefkatle muamele buyururlardı.



Anne – Baba Hakları



-Anne ve babaya hayatlarında hizmet ve itaat etmek, onların meşru olan emirlerini yerine getirmek, bir evlat için en büyük vazifedir. Anne ve babanın iaşesini ve ıstırahatını temin etmek evladın en büyük borcudur. Anne ve babanın rızasını tahsil etmek, onlara hayır dualar etmek evladın en birinci vazifesidir.




Hizmet Esasları



-Kusurdan kurtulmak istiyorsanız, evvela kendi kusurunuzu görüp kendinizi kusursuz zannetmekle, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz. Baht’lı ve talihli kimse, başkasına vaz edilirken ibret alandır. Kusurlu hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla hürmet ve tevazu ile söyleyiniz. Kabullenmese dahi ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz. Başkalarını ıslah için evvela kendimizi ıslah etmek icab eder.



Merhamet



-Başkalarını sık sık af edin. Fakat kendinizi ve nefsinizi asla. Mümine eziyet haramdır. Merhamet tohumunu eken muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder. Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.




İslâm Gençliğinin Vasıfları



-Kur’an talebelerinin hedefi, Kur’anı ve İslâmı hakikatleri tek kelimeyle İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. Onların yolu mahz-a İslâmiyettir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir. Dine hizmeti gaye-i hayal edinenler, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçmayı seve seve can-u gönülden ifa ederler. Kur’an hakikatlerini her tarafa neşredip mü’minlerin imanını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışırlar.




Okumak



-Okudum, okudum, okudukça derin nefesler almaya ve dirilmeye başladım. Ruhum ve kalbim huzura kavuştu. Gözlerim dünyayı hakikatleriyle görmeye kulaklarım hakikat seslerini işitmeye başladı


En son YesilSancak! tarafından Ptsi Eyl. 15 2008, 01:26 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:26

Seni methedenlere aldanma!

Hâlini, etvârını, gidişatını başkasından dinle. Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni methedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler, senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek câiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.
Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hali olan bir kimseye her zaman, “İyi gidiyorsun” demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur. “Senin yolunda şöyle bir kuyu var” diyen insan senin hayırhâhındır.

Münekkit ve kusur sayıcılardan olma!

* A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi, bugün gene çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah’ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâd ettin, kaç tanesini saydın? Münekkit ve kusur sayıcılardan olma. Korkarım ki, zulümkâr olursun. * Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsânî şeyler, nefisleri kolayca harekete geçirir.

Kusur arayıcı ve gıybetçi olmak felâketi

Tenkitçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan; ahlâk-ı Muhammediye (a.s.m.), evliyâ, suleha ve ulemanın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuâtında bulunduktan sonra onların hâl ve kallerini, düşünce ve zihniyetlerini, hısım, akraba, çoluk çocuklarına karşı muamelelerini, din kardeşleri ve dâvâ arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini, ibadet, itaat ve takva hususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemâlât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve hayâ, azimet ve takva ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhîye el açıp “Aman yâ Rab, tenkitçi, kusur arayıcı, kusur görücü, gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden muhafaza eyle. Âmin” diyerek gözyaşları dökeceksin.

Ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et!

Ey ehl-i İslâm ve irfan! Din kardeşlerimin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki, çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadar olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, seni dinleyenlere aynı iştihâ, aynı maharetle sayıp döktün mü? Korkarım ki, zulümkâr olmuş olmayasın. Güzel huyları anlatanı dinle. Güzel huylu ol. Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden, din ve dâvâ arkadaşlarını metheden ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin. “Tahallakû bi ahlâkillah” emr-i cemîline inkıyad şerefiyle şereflenirsin. Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, “Buna benim nefsim müstehaktır” de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.

Kendini mihenk yapıp, başkalarını tenkit etme

Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri, başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkit etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlâhîde ihlâsa binâen makbuldür. Ey ferâsetli ve müdebbir ehl-i hizmet! Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu, tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakiyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikati bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.

Hizmette bulunanlar hürmete lâyıktır

Böyle bir zamanda, böyle bir kudsî iman hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet bir dağ, bir dirhem hizmet bir batmandır. Bu Nur hizmetinde az dahi olsa bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır. “Dane taşıyan bir karıncayı bile incitme.” Halk nazarında nice itibarsız, hakîr görünen Müslümanlar ve İslâma hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar ehl-i imana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah’ın rızası kâfi gelir.

Kusursuz arkadaş arayan arkadaş bulamaz

Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.
Sen bir mü’mine “fenadır” diye kötü zanda bulunabilirsin, halbuki o kimse Allah’ın makbûlüdür.
Arkadaş, gül padişahının yanında silâha davranmış diken var.
Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz. Bağışlamak, affetmek ve müsamaha göstermek, başkalarının hatalarından ziyade kendi hatalarını aramak, bulmak ve kurtulmaya çalışmak, olgunluğun, kâmilliğin şiârıdır. Peygamber ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

Kendi fikrinin isabetsizliğine ihtimal verebilmek

En büyük gaflet örneklerinden: Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması, İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, “Bana böyle dedi şöyle dedi” gibi, hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.

Gücenen ve gücendirenlerden olmayınız

En büyük gaflet örneklerinden:
Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir, meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Hakaret edip kalb kıranı kasdederek, “Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim” der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dâvâ arkadaşına küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır. Nur-u Kur'ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i iman içinde gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız. “Değmiyor bu dünya böyle şeylere.”

Şefkat ve merhamet

* İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah merhamet etmez.
* Rıfk ve merhametten mahrum olan kimse, bütün hayırlardan, iyiliklerden mahrum olabilir ve olur.
* Şefkatten daha hayırlı bir şey yoktur.
* Başkalarını affedin ama nefsinizi asla!
* Başkalarını sık sık affedin, fakat kendinizi ve nefsinizi asla.
* Rıfk, mülâyemet, nezaketle muamele. Bunun zıddı huşûnet ve sertliktir. Rıfktan mahrum olan, hayırlardan mahrum bulunur.
* Mü’mine eziyet haramdır.
* Lütuf; güzellik, tevazu ve mahviyetle, gönül alarak yapılan muameledir. Temiz kalplilik ve yüksek insanlık hislerinin eseridir. * Allah, yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulu sever.


En son YesilSancak! tarafından Ptsi Eyl. 15 2008, 01:28 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:28

İslâm, hamiyet hissinin kaynağıdır


* Yerde olanlara merhamet ediniz ki, size de gökte olanlar merhamet etsin.
* İslâm dini, hamiyet hissinin kaynağıdır. Her Müslüman, iman ve İslâmiyeti, namus ve haysiyetini, hizbü’l-Kur’ân müntesiblerini, birbirlerini dinsizlere karşı korumak, müdafaa etmek, ihtimam göstermekle mükelleftir. * İnsaf dinin yarısıdır.

Dâvâ adamı olabilmek


* Mağrib tarafındaki tövbe kapısı, halk için kıyamete kadar açıktır.
* Mesai arkadaşlarına hürmet ve sevgi beslemeyenler, dâvâ ve idare adamı olamazlar. Sevgi, şefkat, müsamaha, hürmet; müdebbir ve muvaffakiyetlere namzet bir dâvâ adamının mümtaz hasletleridir. * Hiçbir şey ilim ve hilimden daha efdal olarak toplanmış değildir.

Hizmet arkadaşlarına şefkat ve hürmet etmek


* Cemaatin bütün düzen ve âhengi, cemaat fertlerinin yekdiğerine şefkat, merhamet, sevgi, hürmetkâr münasebetiyle mümkündür. * Allah’ın rızasını kazanmak, aziz ve muhterem olmak istersen, din hizmetinde devamlı muvaffak olmanın sırrını ararsan, hizmet arkadaşlarının hürmete şayan olduklarını bil ve hürmet et. Onlara şefkat, müsamaha, muhabbet ve merhamet et.

Merhamet eken, huzur biçer


* Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.
* Allah merhamet edenlere merhamet eder. Sen de merhamet et ki; Allah’ın merhametine nail olasın. * Sulh, cenkten daha iyidir.

Dâvâ arkadaşlarına tatlılıkla muâmele etmek


* Dâvâ arkadaşlarınla ve ehl-i imanla bir iş göreceğin zaman tatlılıkla, mülâyemetle, mahviyet ve tevazu ile muamele et. Bu güzel ahlâklara riâyetle hâsıl olacak bir hizmette, sertlik, şiddet, hiddet, inatçılık göstermek mânâsız, hattâ ahmaklık olur. * İslâm düşmanları karşısında çarpışan yiğitlere şefkat, muhabbet ve hürmet et. Tâ ki, Kur’ân ve iman hizmeti yolunda başını koyarlarken, senden zorluk çekmesinler.

Babam bana “Oğlum!” dediğinde...

Babam beni “Oğlum!” diye kucakladığı zaman, kendimi taçlı bir padişah sanırdım.
Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.
Bir kitapta, “Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir” diye okumuştum. Hayır, yanlış söyledim, peygamberlerin âdetidir. Âciz kimsenin beline kuvvetli yumruğunu vurma. Olur ki, bir gün onun ayağına düşersin.

Herkesin mizacı bir olmaz

Hizmet-i iman meydanına yeni girenlerin veya fıtrî hususiyet taşıyanların iplerini uzat. Onları pek sıkma, kabiliyetine göre kaldırabileceği bir hizmet göster. Herkesin mizacı bir olmaz. Bu dirayet ve feraseti, müsamaha ve şefkati gösteremezsen, onun ipini koparmış, kaçırmış, bir adam kaybetmiş olursun. Bu acemilik, bu hamlık ve idaresizliği yapmamak için sık sık kendinle konuş, idare ve müsamaha icaplarını zaman zaman oku ve kendine ihtar et.


Allah bir kapı kaparsa, başka bir kapı açar

Cenâb-ı Hak, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl-u keremiyle başka kapı açar.
Muarız; lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan kötülük gelmez.
Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün. Ferasetli ve iyi adam, kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder. Şerri ve kötülüğünü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvaffak olur. Zira köpek bile ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.

Öfke zamanında merhamet etmek

Erler, hizmet ve dâvâ arkadaşlarını kendilere tercih etmekle muvaffakiyete berdevam olmuşlardır.
Kötülük düşünen, kötü kimsenin gönlünü iltifatla kap.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
Din ve dâvâ kardeşlerinden gelen acı tatlıdır; hakaret takdir; tokat, şefkattir; tükrük misk-ü amberdir. Bu da Nur-u Kur’ân hizmetkârlığının şiarı ve şe’nidir. Dünyada mağrur olan kimse, din yolunda selâmetli gidemez. Kendini gören kişi hakkı göremez.

Başkalarını büyük, kendini küçük görmek

Alçakların yaptığı gibi din ve dâvâdaki kardeşlerine hakaret gözüyle bakma, onları küçük görme; onları büyük, kendini küçük gör. Eğer yaşlı isen iman ve İslâmiyet davasında çalışan, Nur Risâleleriyle nurlanan gençleri, yaşı küçük ruhu büyük bil. Bu güzel ahlâk, ne güzel ahlâk... Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyan-ı nefisle (kendi nefsini unutarak) kendi kusurlarını unutmakla din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkit gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına, yakını uzaklaştırıcı, sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşlerinin kusurlarına ise, mikroskopla bakmaktır. Kendi kusurlarını gören, kardeşlerininkini örten, kendi kabahatini büyük, din ve dava kardeşinin kabahatini küçük gören, hattâ göremeyen Müslümanlar, Allah ve Resûlullahın rahmet ve mağfiretine nail olan, yüksek ahlâklı, yüksek seciyeli Müslümanlardır. Ehl-i iman nişanını taşıyan dindarlardır. Öyle fertlerden müteşekkil azlar çoktur, küçükler büyüktür, zayıflar kuvvetlidir.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:29

Merhametsizlik eden merhametsizlik bulur

Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada, ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, “Men dakka dukka.” (Eden bulur.) Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. Ger görmezsen dünyada mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.

Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanında hürmet ve muhabbet, cennetmekân kimselerin güzelliklerindendir.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel ahlâktır. Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.

Nisyan-ı nefis illeti

Güya kendisi kusurdan müberra olmuş, hattâ hata ve yanlışlarından kurtulmuş gibi, çoklarının ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak, merhametsizliktir. Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyan-ı nefis illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olma ihtimalinden titresinler. Ey nefsim, sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et! Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene murakıp olma yüksekliğine çık.

Rıfk ile davranmak

Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:
“Faziletiniz nedir?”
Onlar cevap verirler:
“Zulme uğradığımız vakit sabrederdik, bize kötülük edilince de, rıfk (yumuşak huyluluk) ile davranırdırk.” (Hadis meâli)
Allahü Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği ecir, sevap ve mükâfatları, rıfk ve mülâyemete verir. Rıfktan mahrum olan ev halkı, çok şeylerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli)
Rıfktan, şefkatten mahrum olanlar, hayırdan, sevaplı amellerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli) Hiddete getirilince kızmayıp, hilm ve sabır gösteren kimse, Allah’ın sevgisine mazhar olur. (Hadis meâli)

Kur’ân talebelerinin hedefi

Kur’ân talebelerinin hedefi, Kur’ânî ve İslâmî hakikatleri tek kelime ile, İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. Onların yolu mahza İslâmiyettir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir. Dine hizmeti gaye-i hayat edinirler. Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçmayı seve seve, cân ü gönülden ifa ederler. Kur’ân hakikatlerini her tarafa neşredip mü’minlerin imanını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışırlar.

Dine hizmeti gaye edinen güzide topluluk

Her asırda İslâmiyete hizmet eden güzide bir kavmi Cenâb-ı Hak, İslâmlar içinde meydana getirir. Bunları hizmet-i diniyede muvaffak kılar. Bu ehl-i hizmet, Cenab-ı Hak indinde çok makbuldür. Ve Allah Teâlâ’nın sevgisine mazhardır. Bunlar hakkında dünyevî ve uhrevî hayır ve saadetleri irade buyurur. O muhterem ve muazzez topluluk da Cenab-ı Hakkı sever. Dine hizmeti gaye-i hayat edinir. Halık-ı Kerim’e ibadet ve taâatı ve nehy-i İlâhîden (Allah’ın koyduğu yasaklardan), masiyet ve günahlardan kaçmayı seve seve, can ve gönülden îfâ ederler. Sahip oldukları tahkikî iman kuvvetiyle bunda müstesna bir sûrette muvaffak olurlar.

İman ve Kur’ân hizmetkârları

Her asırda İslâmiyete hizmet eden güzide bir kavmi Cenâb-ı Hak, İslâmlar içinde meydana getirir. İşte bu zamanda da o kavim, Kur’ân’ın parlak ve nurlu tefsirini kendilerine mürşid ve rehber edinen talebelerdir. Bunlar Kur’ân’ın hakikatlarıyla iman merâtibinde (mertebelerinde) terakkî eden ve onları her tarafa neşredip mü’minlerin imanlarını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışan, aşk ve şevkle gayret ve faaliyette bulunan Kur’ân ve iman hizmetkârlarıdır.
Hedefleri sadece iman ve İslâmiyeti kuvvetlendirmek ve yükseltmektir. Kur’ânî, dinî, imanî ve İslâmî hakikatları, tek kelime ile, İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. İslâm kardeşliğini, vahdet-i İslâmı (İslâm birliğini) parçalamak kasd-ı mahsusuyla birtakım dinsizler tarafından uydurulup neşredilen lâflara beş para ehemmiyet vermezler. Onların yolu mahza İslâmiyettir, bizatihî Kur’ân caddesidir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir

En yüksek gayemiz

En üstün gayemiz rıza-yı İlâhîdir. Bizim en birinci ve en yüksek gayemiz, bütün maddî ve manevî makam ve mertebelerden ve menfaatlerden vazgeçerek ve onlardan yüz çevirerek, Kur’ân-ı Azîmüşşan’da en yüksek makam olarak gösterilen “Rıza” makamına erişmektir. Rıza-yı İlâhî yolunda cehd etmektir. Bunun çare-i yegânesi de her ameli Allah rızası için işlemektir. Yani, ihlâstır

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:30

Kur’ân talebelerinin özellikleri

*Pısırık insanlar dine ve dünyaya yaramazlar. Onun için, Kur’ân hakikatlarından ders alan bu güzide talebeler, gözü pek, müteşebbis ve atılgandırlar. Tuttukları işi başarır ve yaşatırlar. Dâvâlarını en müşkil şartlar içinde yürütürler. Saf ve samimî însanlardır. İmanî ve İslâmî hususlarda gayet sağlam ve metindirler. Onlar için hizmet sahası her zaman açıktır. Serbest zaman beklemeye tenezzül etmezler.

*Aile hayatlarında mes’ut ve bahtiyardılar. Müdebbir ve zekîdirler. Müteşebbis ve hakikatlı insanlardır ve hamlecidirler. Muvaffak olmak için daima meşrû yollardan yürürler. Tedbirli ve ihtiyatlıdırlar. İhtiyat içinde faal ve hamlecidirler.
Meşreb ve ahlâkça kuvvetlidirler.
Her hareketlerinde ekseriya muvaffak olurlar. Manevî servet ve devlete naildirler. Muvaffak olmayınca sarsılmazlar, yıkılmazlar. Bilâkis, daha fazla hamle ve harekete doğru yürürler. Azimli ve sebatlıdırlar.


*Nur-u Kur’ân, tahkikî iman ve İslâmiyet, şefkat ve merhamet, adalet ve hakkaniyet, hak ve hakikat dersi alan bu talebeler, hadisât ve vukuatın mahiyet ve künhüne, menşe ve menbaına nüfuz etmekte ve vâkıf olmakta fevkalâde bir şuur ve ferasete, dirayet ve kıyasete, tedbir ve temkine mazhardırlar. Zira tahkikî ilm-i iman ve marifetullah dersleri, iman ve İslâmiyeti, fehm ve feraseti, basiret ve iz’anı inkişaf ettirir. Muhakeme ve muvazene melekesini ihya eder ve kuvvetlendirir. Buna binaen, Kur’ân hizmetkârlarının mücadelesi, müsbet metodların tatbikatından ibarettir. Onlar çok masumların kanını ve hukukunu zayi eden fitnelere girmezler. Kur’ân talebeleri fitnelere zıt ve emniyet ve asayişi temine medardırlar.


*Bütün himmetlerini hakaik-ı imaniyenin (iman hakikatlarının) ve akaid-i İslâmiyenin (İslâm inançlarının) takviyesine sarf ederler. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.
Kur’ân talebeleri uhuvvet (kardeşlik) ve ihlâs düsturlarına riâyet ederek, birbirlerini tenkit etmezler. Birbirlerine yaşça ve faziletçe, mânen büyük de olsa, pederâne, mürşidane muamelede bulunmazlar.


*Kusurları örterler, nâhoş halleri teşhir etmezler, yaymazlar. Kendi kusurlarıyla meşgul olmayı birinci vazife bilirler. Birbirlerinin gönlünü hoş edecek, ruhunu ferahlandıracak şekilde, görüşme ve konuşma kaidesine dikkat ederler. Daima iman ve İslâmiyetle meşgul olur, meşgul oldukları nurlu meselelerin haricine çıkmadan sohbet etmek arzusunu taşırlar.

*Onlar, “Hizmet-i imaniye uğrunda can verirsem şehidim, böyle bir şehitliğin izzetiyle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih ederim” diyen İslâm fedaileridir. Evet, Allah yolunda hayatlarını feda eden şehitlerin yüksek mertebelerini ve ebedî bir hayata mazhar olacağını Kur’an-ı Kerim bizlere müjdeliyor. Dinî cihadda ölenler, ölmezler. Onlar, Rabbı Rahimilerinin nezd-i manevîsinde ebedî bir hayata nailiyet içinde diridirler.

*Onlar Cenâb-ı Hakk’a mânen kurbiyet (yakınlık) şeref-i âlîsi ve nimet-i uzmâsı içinde mesrur ve memnundurlar. Lüzumunda şehit olmak iştiyakıyla yanmaktadırlar.
Her gün ilm-i iman ve marifet-i İlâhiyenin kaynağı ve hazinesi olan parlak tefsir-i Kur’ân’ı büyük bir şevkle ve derin bir zevkle ve sevgiyle okumaktadırlar. Okudukça tefekkür kabiliyetleri tekâmül etmektedir. Marifet-i İlâhiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında (zevklerinde) ve envârında (nurlarında) ilerleme ve yükselmeye mazhar olurlar. Hak ve hakikat yolunu güneş gibi aydınlatan bu İlâhî meş’alenin şuâ ve ziyalarıyla (ışıklarıyla) nurlandıkça, dalâlet ve bid’at karanlıklarına, şüphe ve vesvese girdabına düşmekten kurtulurlar.
*Kur’ân talebeleri tahkikî iman ilmiyle imanlarını taklitten kurtarırlar. Kuvvetli bir imana sahip olarak, ilmiyle âmil olmaya çalışırlar. “Amelin ruhu ihlâstır, ihlâsın ruhu niyettir” hakikatına bağlı olarak, ihlâs ve takvaı kazanmaya cehd ederler. İman ve İslâmiyetin en hakikî ve fedai hizmetkârlarıdırlar.
*Bu asırda iman ve İslâmiyetin fedakâr hizmetçileri olan bu Kurân talebeleri, Kur’ân’ın emirleri mucibince mü’minlere şefkat ve merhametle muamelede bulunurlar. Din kardeşleri karşısında tevazû ve mahviyetle hareket eder, fakat İslâm düşmanları tarafından zulme giriftar edilip sigaya çekildikleri vakit, o din yıkıcılarına mukabil izzet-i diniyeyi muhafaza aderler. O zalim dinsizlere karşı her birisi âdeta Allah’ın arslanı kesilerek, ölümü hiçe sayarak, hak ve hakikatı izzetle müdafaa ederler. *Hizb-i Kur’ân’ın muazzez efradı olmak şerefi ve nimetine erişen bu fedakâr insanlar, dinlerinde salâbet ve maharet sahibidirler. Din düşmanlarından korkmazlar. Onlara sinek kanadı kadar kıymet ve ehemmiyet vermezler. Yaydıkları dedikodu ve iftiralara kıymet vermezler. O yaygaralardan teessür duyup sarsılarak hizmetlerini bırakmazlar. Bu yüksek vasıflar o bahtiyar insanlara bir lütf-u Rabbânî ve fazl-ı İlâhîdir. Eltâf-ı sübhaniyeye (Allah’ın lütuflarına) mazhar olan bu halis talebeler, ömürleri boyunca iman ve İslâmiyeti vatanımızın en ücra köşelerine kadar aktar-ı dünyada (dünyanın her yerinde) neşretmeye çalışırlar.
*Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun, ziyaret ettiğim Anadolu’nun güzide beldelerinde öyle halis, öyle fedakâr Kur’ân talebeleri gördüm ki, ihlâs sırrını muhafaza ediyorlar. İslâm düşmanları ve onların desiselerine aldanan muarızları gizliden gizliye sûret-i haktan görünerek o kadar tefrika vermeye çalıştıkları halde, bunlar harika bir şekilde vahdet ve tesanüdlerini muhafaza ediyorlar.
Muvakkat iftira ve dedikoduları, aldıkları dersle reddederek ve kasıtlı ittihamlardan ibaret olduğunu keskin ferasetleriyle anlayarak tesanüd ve teavünlerini kaybetmediklerini gördüm. Hakikî bir tesanüdle birbiriyle el ele, omuz omuza, baş başa vererek Kur’ân’ın nurlu hakikatlarını en ücra yerlere kadar yaydıklarına kemal-i şükranla şahit oldum. Müstesna bir mahviyet içinde ihlâslarıyla, Kur’ân’ın hizmetine cansiperâne koştuklarına takdir ve tahsin hisleri içinde vâkıf oldum. Yüksek bir ihlâs ve mahviyetle mü’min kardeşlerine hürmet ve merhametle muâmele ederek harika bir ittihad ve ittifakı vücuda getirdiklerini gözlerimle görerek, Cenâb-ı Hakka nâmütenâhî şükürler ettim.
Nur-u Kur’ân hizmetini dünyada herşeye tercihan, hayatının en büyük maksadı olarak, fedai ve fedakâr rehberlerini nümune edinerek ve ona uyarak, Kur’ân ve iman hakikatları hesabına hadsiz sürur ve şükürler ederek sohbet ettim. Onların yüksek seviye ve harika fedakârlıklarından ders alarak istifade ettim.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:31

Kur’ân hizmetkârı olmak


Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyâr edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevî makamları maksad ve gàye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızâsı için hizmet yapmıştır. Basîretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyân etmiştir.

Bediüzzaman nâdire-i hilkattir


Millî Müdâfaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet görmüş muhterem, âlim bir zâtın, bir kısım arkadaşlarımızla ziyâretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki: “Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için Risâle-i Nur külliyâtını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misâl olarak, yalnız dünyevî iktidârı bakımından derim ki: Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idâre edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir.”
Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattir. Fakat, yirmi beş senedir hem kendini, hem talebelerini siyâsetten men etmiştir, dünyevî işlerle meşgul değildir. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’u telif ettiği zamanlarda ve hizmet-i Kur’âniyede istihdam edildiği anlarda; zekâsı, fetâneti, aklı, mantığı, zihni, hayâli, hâfızası, teemmülü, ferâseti, seziş ve kavrayışı, sür’at-i intikali ve rûhî, kalbî, vicdânî hâsseleri, duyguları ve mânevî letâifinin emsâlsiz bir tarzda olması, istihdam edildiğine âşikâr bir delildir ki, kendi ihtiyârıyla, keyfiyle değil, inâyet-i İlâhiye ile Kur’ân’a hizmetkârlık etmiş bir derecede olduğu, basîretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçe musaddak ve müstahsendir.



Risâle-i Nur, İslâmın elmas kılıcıdır


Risâle-i Nur, İslâmiyetin gayet keskin ve elmas bir kılıcıdır. Bu hakikatlere bir delil ise, Bediüzzaman’ın zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkâr ederek, hakikati pervâsızca tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsizlik kuvvetine mukabil hakàik-ı Kur’âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdâdın en koyu devrinde neşretmesi ve bu kudsî hakikate, cansiperâne hizmet etmesídir.



Dinamik ve enerjik bir zât


Bir müdde-i umumi, iddiânâmesinde, “Bediüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir”; Denizli mahkemesi ehl-i vukuf raporunda, “Evet, Said Nursî’de bir enerji vardır. Fakat bu enerjisini tarîkat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur’ân hakikatlerini beyân ve dine hizmete sarf ettiği kanaatine varılmıştır” denilmektedir. Din aleyhindeki eski hükümetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzâkeresi esnâsında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın hârika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muârızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.



Bediüzzaman böyle derse...

Said Nursî, bâzan bir talebesine Risâle-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risâleyi şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”
Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”
Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslâha muhtacım.” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.

Bediüzzaman şöhretten kaçtıkça...


Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğnâ etmiştir. Arabî bir eserinde, şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nâm ve şöhret isteyen adam, halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musîbete düşersen, ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ de.”
Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdetâ bir sevk-i İlâhî varmış gibi, istimdatkârâne ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler. Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risâle-i Nur gibi cihanşümûl bir esere hâdim olmuştur.



İstiğna sahibi bir zat


Bediüzzaman, küçük yaşından beri halkların mukabilsiz hediyelerinden istiğnâ etmiştir. Hediye kabul etmemeyi meslek edinmiştir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiği zamanlarda, ihtiyarlığın tahmîl ettiği zarûretler içinde dahi, bu seksen senelik istiğnâ düsturunu bozmamıştır. En has bir talebesi, bir lokma bir şey hediye etse, mukabilini verir; vermese dokunur.
Neden hediye kabul etmediğinin sebeplerinden birisi olarak der ki: “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imâniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.
Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse, mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:32

Hakikati hiçbir şeye âlet etmeyen bir zat


Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân, imân ve dine yaptığı hizmetinde, senelerden beri, mütemâdî bir tarassud ve tecessüs, tâkibât ve tetkîkat altında bulundurulmuştur. Yalnız ve yalnız rızâ-i İlâhî için, yalnız ve yalnız hakikat için İslâmiyete hizmet ettiği ve hizmet-i Kur’âniyesini hiçbir şeye âlet etmediği müteaddit mahkemelerde de sabit olmuştur.
Eğer bu mezkûr hakikatlere ve eserlerindeki hak ve hakikati gören hakperestlerin Bediüzzaman ve eserlerinde gördükleri ve neşrettikleri âlî meziyet ve yüksek hakikate mugâyir en küçük bir şey olsa idi, en büyük ilâvelerle, şâşaalarla ve yaygaralarla, bu yirmi beş sene içinde, din düşmanları tarafından dünyaya ilân edilecekti.
Nitekim, bütün bütün iftira ve ittihamlarla, cebbâr, müstebid din düşmanlarının tahrikatıyla mahkemelere sevk edildiği zaman, gazetelerin birinci sayfalarında, bire yüz ilâvelerle teşhir ettirilmesi, tahkîkat ve muhâkeme neticesinde hiçbir suç olmadığı tahakkuk ederek, beraat ettiği vakit sükût edilmesi, bu hakikatin âşikâr çok delillerinden bir tanesidir.

O, âlem-i İslâmın ıztırabıyla muztaripti


Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyâde şefkatlidir. Onların elemleriyle elem çektiği, İslâm dünyasında hürriyet ve istiklâl için can veren, fedâi İslâm mücâhidlerinin acılarıyla muztarip olduğu, Kur’ân ve İslâmiyete yapılan darbeler ânında çok ıztıraplar çektiği, böyle acı acıların tesirâtıyla, zâten pek az yediği bir parça çorbasını da yiyemediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.
Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir Nur Talebesinin yazdığı gibi, “Ey millet-i İslâmın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyen müşfik Üstâdım! Senin devam eden hastalıkların cismânî değildir. Dinimize icrâ edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ıztırâbın dinmeyecektir.” Evet biz de bu kanaatteyiz.



Çare-i yegâne Kur’ân’a sarılmak


O elîm acılar, Bediüzzaman’ı aslâ yeise düşürmemiş, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihâda ve duâ ve ubûdiyete sevk etmiştir ki: “Kurtuluşun çare-i yegânesi, Kur’ân’a sarılmaktır” demiş ve sarılmış. Kur’ân’da bulduğu devâ ve dermanları kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ı İslâm ve nev-i beşerin saadetine medâr olan Risâle-i Nur eserlerini meydana getirmiştir.

Mezalimi tesirsiz bırakan azim himmet


Hunhar din düşmanlarının, dünyevî satvet ve şevketleri Bediüzzaman’ı katiyen atâlete düşürtememiştir. “Vazifem Kur’ân’a hizmettir. Galip etmek, mağlûp etmek Cenâb-ı Hakka âittir” diye imân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamıştır. Evet, Hazret-i Üstad öyle bir himmet-i azîmeye mâliktir ki, ona icrâ edilen müthiş mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaya mahkûm olmuştur.


Bediüzzaman’ın tefekkürü


Bediüzzaman, arz ve semâvâttaki mevcudâtı hayret ve istihsanla temâşâ eder, kırlarda ve dağlarda husûsan bahar mevsiminde çok gezinti yapar, o seyrangâhlarda zihnen meşguliyet ve dakîk bir tefekkür ve dâimî bir huzur hâlindedir. Ağaç ve nebâtât ve çiçekleri, Mâşâallah, Barekâllah, Fetebârekâllahu Ahsenü’l-Hâlıkîn “Ne güzel yaratılmışlar” diyerek, ibret nazarıyla onları seyreder, kâinat kitabını okur. Her âzâ ve hâsseleri gibi, gözünü de dâimâ Cenâb-ı Hak hesâbına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübârek arısı derecesindedir.

Hem mütevazi, hem vakur


Üstad Bediüzzaman, hususî hayatında mütevâzi, vazife başında vakurdur. Tevâzu ve mahviyette numûne-i misâl olacak bir mertebededir. Bu mevzuda der ki: “Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, ‘Hak budur’ derim, başımı eğmem.”


Dâhî bir müellif


Bediüzzaman, ihlâs-ı tâmmeye mâlik, hârikulâde, hakiki bir müfessir-i Kur’ân’dır. Hem ihlâs-ı etemme vâsıl olmuş, kahraman ve yektâ bir hâdim-i Kur’ân’dır. Risâle-i Nur’un müellifi olmak itibâriyle hem bir mütekellim-i âzamdır, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i mantığın yüksek, nazîrsiz bir üstâdıdır.
Ta’lîkat nâmındaki telifâtı, mantıkta bir şâheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur’ân’la barışık müstakîm felsefenin hakîkatperver bir feylesofudur, hem nazîrsiz bir sosyolog (içtimâiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyâtçı) ve bir pedagogdur (terbiyeci), hem dâimâ hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve emsâlsiz ve dâhî bir müellif ve edibdir.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:32

Âlem-i İslâm, Risâle-i Nur gibi bir eseri bekliyordu


Bediüzzaman’ın öyle bir ilim ve sıfata mâlik olduğuna en mûteber ve en birinci ve en hakikî delilimiz, Bediüzzaman Said Nursî’dir. Kimin şüphesi varsa, Risâle-i Nur’u okusun. Evet, biz zikrettiğimiz ve edeceğimiz bu hakâik-ı uzmâyı, bütün İslâm dünyasına ve umum beşeriyet âlemine ifşâ ve ilân ediyoruz. Evet, bin seneden beri âlem-i İslâmiyet ve insâniyet, Risâle-i Nur gibi bir esere intizar ediyordu.


‘Zaman, imânı kurtarmak zamanıdır’


Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müstesnâ birer eser yazabilirdi. Fakat o “Zaman, imânı kurtarmak zamanıdır” demiş ve bütün himmet ve mesâisini ve hayatını ulûm-u imâniyenin telif ve neşrine hasretmiştir. Evet, Hazret-i Üstad, ulûm-u imâniyeyi neşretmekle, âlem-i İslâm ve âlem-i insaniyeti hayattar ve ziyâdar eylemiştir. Cenâb-ı Hak, o büyük Üstaddan ebediyen râzı olsun, uzun ömürler versin. Âmin, âmin, âmin.



Risâle-i Nur kalplerin fatihidir

Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsirdir. Evet, Risâle-i Nur kalblerin fâtihi ve mahbubu, ruhların sultânı, akılların muallimi, nefislerin mürebbî ve müzekkîsidir.

Risâle-i Nur, uzun yolu kısaltıyor

Risâle-i Nur’un bir hususiyeti de, Mektubât’ın birinci cildinin yüz yirmi dokuzuncu sayfasındaki şu bahistir:
“Bâzı Sözlerde, ulemâ-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ, bir su getirmek için, bâzıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat, her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz, herbir yerde suyu buldukları gibi; aynen öyle de, ulemâ-i ilm-i kelâm, esbâbı nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhâliyeti ile kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Ammâ, Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbir âyeti, birer asâ-i Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. ‘Ve fî külli şey’in lehû âyetün tedüllü alâ ennehû vahid’ düsturunu her şeye okutturuyor.
“Hem, imân yalnız ilim ile değil, imânda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir sûrette inkısam edip tevzî olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.”
İşte, Risâle-i Nur her yerde suyu buluyor, çıkartıyor. Evvelce gidilen uzun yolu kısaltıyor ve müstakîm ve selâmetli yapıyor.
Eski hükemâ, ahkâm-ı şer'iyeden ve akàid-i imâniyeden bâzıları için, "Bu nakildir, imân ederiz, akıl buna yetişmez" demişler. Halbuki, bu asırda akıl hükmediyor. Bediüzzaman Said Nursî ise, "Bütün ahkâm-ı şer'iye ve hakàik-ı imâniye aklîdir. Aklî olduğunu ispata hazırım" demiş ve Risâle-i Nur'da ispat etmiştir.


Risâle-i Nur’da, müstesnâ bir edebiyat ve belâgat vardır

Risâle-i Nur’da, müstesnâ bir edebiyat ve belâgat ve îcâz, nazîrsiz, câzib ve orijinal bir üslûp vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, başka üslûplarla muvâzene ve mukayese edilemez. Eserlerin bâzı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üslûplara nazaran pek münâsip düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gayet ince bir nükte, bir îmâ veya ince bir mânâ veya hikmet vardır. Ve o beyân tarzı, oraya tam muvâfıktır. Fakat, o ince inceliği âlimler de birden pek anlamadıklarını itiraf etmişlerdir. Bunun için, Bediüzzaman’ın eserlerindeki hususiyet ve incelikleri Risâle-i Nur’la fazla iştigal etmemiş olanlar, birden intikal edemezler.
Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftihârı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde, “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demiştir.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:33

Ayrılık zahirîdir

Edib ve şâirler, zevâl ve firaktan ağlamışlar, ölümden vâveylâ etmişlerdir. Güz mevsimini hüzünle tasvir etmişlerdir. Hattâ, dünyaca meşhur Arap edibleri, “Eğer firak olmasa idi, ölüm ruhlarımızı almak için yol bulup gelemezdi” demişlerdir. Bediüzzaman ise, “Kâinattaki zevâl, firak ve adem zâhirîdir. Hakikatte firak yok, visâl var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta her şey bir nevi bekàya mazhardır. Ölüm, bu âlem-i fânîden âlem-i bâkîye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur’ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesîledir. Hem hakiki vatanlarına girmeye vâsıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostân-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur. Azrâil Aleyhisselâm bugün gelse, hoş geldin, safâ geldin diye gülerek karşılayacağım” diyor.


Risâle-i Nur’un tarzı

Bediüzzaman, beşeri Risâle-i Nur’la sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkip etmiyor. Gayr-i meşrû bir lezzetin içinde yüz elemi gösterip, hissi mağlûp ediyor. Kalb ve ruhu hissiyâta mağlûp olmaktan muhâfaza ediyor. Risâle-i Nur’da muvâzenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduğunu ve dünyada dahi Cehennem azapları çektirdiğini ve imân ve İslâmiyet ve ibâdette bir Cennet çekirdeği ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduğunu, dünyada dahi bir nevî mükâfata nâil eylediğini ispat ediyor.

Risâle-i Nur, güzel ahlâka sahip kılar

Risâle-i Nur, nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesâdı kaldırıp, kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir. Risâle-i Nur mesleğinin bir esâsı da budur.
Risâle-i Nur, gurur ve kibir ve hodfüruşluk ve zillet gibi ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevâzu ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kılar. Risâle-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrını derk ettirir. Bediüzzaman der ki: “İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur.”

Öyle bir rehbere muhtacız ki...

Ey bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapan bir milletin torunları olan cengâver ruhlu kardeşlerim! Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur’ân-ı Azîmüşşânın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki, tahkîkî imân dersleriyle, imân mertebelerinde terakkî ve teâlî ettirsin. Hem, korkak değil, bilâkis Risâle-i Nur Talebeleri gibi cesur ve kahraman ve faal ve amel-i sâlih sahibi, mütedeyyin, müttakî ve bununla beraber şahsî rahatlık ve menfaatlerini imân ve İslâmiyetin kurtuluşu uğrunda fedâ eden, fedâi ve mücâhid Müslümanlar yetiştirsin, neme lâzımcılıktan kurtarsın. Hem, taarruz ve işkenceler ve ölüm ihtimâlleri karşısında, tahkîkî imân kuvvetinden gelen bir cesâretle, Kur’ân ve İslâmiyet cephesinden aslâ çekilmeyen, “Ölürsem şehidim, kalırsam Kur’ân’ın hizmetkârıyım” diyen ve yılgınlık hâline düşmeyen sâdık ve ihlâslı, yalnız Allah rızâsı için hizmet eden, Nur Talebeleri gibi İslâmiyet hâdimleri yetiştirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin. Evet, bu asra öyle bir Kur’ân tefsiri lâzım ve elzemdir ki, Risâle-i Nur gibi, akıl, fikir ve mantığı çalıştırsın, ruh ve kalb ve vicdânı tenvir etsin. Müslümanları, beşeri uyandırsın, intibah versin, gafletten kurtarsın, sırât-ı müstakîm olan Kur’ân yolunu göstersin. Sünnet-i Seniyyeye ve İslâmiyetin şeâirine muhâlif olarak yaptırılan ve yapılan şeyleri fark ettirip sünnet-i Peygamberîye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ittibâı ders versin ve ihyâ etmek cehdini uyandırsın.

Numûne-i imtisâl fedâiler

Evet, hem Risâle-i Nur’la imân hizmetine bütün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar “gaddar din düşmanlarının” çok defalar tecavüz ve taarruzuna ve taharriyâta mâruz kaldığı halde, Risâle-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeylerimiz, bizlere birer numûne-i imtisâl olan imân ve İslâmiyet fedâileridir.

İhlâslı Nur talebeleri...

O ihlâslı Nur Talebeleri ki, “Cenâb-ı Hak Hafîz’dir. Ben onun inâyeti ve himâyeti altındayım. Başıma ne gelirse hayırdır” diye imân etmekle beraber, amel ederler. İmân hizmetini yaparlar. Din düşmanlarına yakalanmamak ve canlarından kıymetli olduğuna inandıkları Nur Risâlelerini onlara kaptırmamak için de ihtiyat ederler. Şahıslarına gelecek zararları nazar-ı itibâra almadan hizmetlerine devam ederler. Hapse, zindana atılıp, işkence yapıldığı zamanda, onlar yine üstadları Bediüzzaman ile alâkadardırlar. Eğer gizlice bir imkân bulurlarsa, onlar yine Risâle-i Nur ile meşguldürler. Hattâ, “Belki hapse atılırım, Nur Risâlelerimi vermezler, çalışmaktan mahrum kalırım” diye bâzı Nurları ezberleyen talebeler de olmuştur. Muhlis bir Nur Talebesi, hapishâneden çıkarıldığı vakit, güyâ o kırbaçlı, falakalı, türlü türlü işkenceli hapishâne, ona bir kuvvet, bir enerji kaynağı olmuş, sadâkat ve teyakkuzla Nur hizmetinde koşturmak için bir kırbaç tesiri yapmış gibi, Üstâdına daha ziyâde yakınlaşır ve eskisinden daha fazla Nurlara çalışır, neşriyat yapar.

Sadakat ve fedakârlığın böylesi...

Afyon hâdisesinde, Bediüzzaman hapiste iken, muallim bir Nur Talebesi, savcılıkta Risâle-i Nur ve Üstâdı hakkında kahramanca cevaplar verdiği için, savcı kızmış, “Şimdi seni hapse atarım” diye tehdit etmiş. O İslâm fedâisi muallim de cevaben, “Ben hazırım, derhal hapse gönderin” demiştir. Yine Afyon mahkemesinde, bir Nur Talebesi hakkında tevkif kararı veriliyor, fakat adliye bulamaz. O talebe bundan haberdar olur. Diğer Nur kardeşleri gibi, “Üstâdım ve kardeşlerim hapiste iken, nasıl hariçte kalabilirim?” diyerek, savcılığa teslim olup, hapse girer. Aynı bu hapishânede, bir Nur Talebesini sehven tahliye ederler. O da, “Üstâdım ve kardeşlerim henüz hapistedirler. Hem istinsâhını tamamlayacağım yeni telif edilen Nur Risâleleri var” diye düşünerek, hapishâne müdürüne, “Benim kırk gün sonra tahliye edilmem lâzım. Ceza müddetim daha bitmedi” der. Hesap ederler ki, hakikaten böyledir, tekrar hapse koyarlar.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:34

Bediüzzaman’a yapılan takdirler şahsına ait kalmıyor

Üstâdın şahsının mazhar ve âyine olduğu Kur’ânî hakikatler ve Nurlar itibâriyle ve neşrettiği imân ve İslâmiyet dersleriyle, ihlâs-ı tâmme ile, umumî ve küllî bir tarzda Kur’ân’a ve dine hizmet etmesiyle, onun hakkındaki takdir ve tahsinler, mânâ-i harfî ile şahsına âit kalmıyor. Kur’ân ve İslâmiyete râci’dir. Allah nâm ve hesâbınadır. Din düşmanları tarafından, ona yapılan düşmanlık ve taarruzlar da, Bediüzzaman’ın hâdimliğini yaptığı Kur’ân ve İslâmiyetin ortadan kaldırılması maksad-ı mahsusuna mâtuftur. Zîrâ hakàik-ı Kur’âniye ve imâniyeyi câmi’, o cihanşümûl Risâle-i Nur eserleri ona ihsan edilmiştir.


Bu can, bu kafesten çıkıncaya kadar, Risâle-i Nur’u okuyacağız

Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki, din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibâret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikati izhâr tarzıyla müdâfaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zâlimâne ve cebbârâne haksızlıkları irtikâb eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve Risâle-i Nur’un hakkàniyetini ilân ederek, o acîb yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve safderunluk olmaz mı ki, Kur’ân ve imânın hunhar ve müstebid zâlim düşmanları, Kur’ân ve İslâmiyeti ve dini, Risâle-i Nur’la, küfr-ü mutlaka karşı müdâfaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemâdiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz, hak ve hakikati beyân ve ilân etmekte sükût edelim, susalım? Veya “Biraz susun” gibi birşeyle, paravanalar, perdeler arkasında icrâ-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Aslâ ve kellâ, kat’ a ve aslâ susmayacağız! Ve hem susturamayacaklardır. Durmayacağız ve hem durduramayacaklardır. Bu can bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh bu cesedden ayrılıncaya kadar, bu nefes bu bedenden gidinceye kadar, Risâle-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz. Risâle-i Nur’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıyla münezzeh ve müberrâ olduğunu, iftiracı ve tertipçi, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhâr ve ilân edeceğiz.

Bediüzzaman’ın muvaffakiyeti emsâlsiz

Kıymetli kardeşlerim,
İslâm tarihinde, altın sayfalarda mevkîleri bulunan büyük ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriyle kàbil-i kıyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükümetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı tahtında olmaksızın Kur’ân ve İslâmiyete hakkıyla ve hâlis bir sûrette hizmet etmişlerdi. Tarihte eşine rastlanmayan bir istibdâd-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esâret içinde bırakılan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalışan din düşmanlarına mukàbil, bir şahs-ı mânevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin sünnetine tam ittibâ ederek, yaptığı dinî cihâd-ı ekberinde, beşer tarihinde misli görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.

Tarihte kime nasip olmuştur?

Bediüzzaman gibi, yüz otuz parça imânî eserlerini şiddetli bir istibdad, tazyikàt ve takyidât altında, gizliden gizliye telif edebilmek, hem kuvvetli bir takvâ ve ubûdiyete sahip olmak ve hem de bunlarla beraber, harb cephesinde fedâi olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiş olmak ve harb cephesinde avcı hattında dahi, fırsat buldukça Kur’ân’ın en ince nüktelerini ve hârika i’câzını beyân eden bir Kur’ân tefsiri telif etmiş olmak ve aynı zamanda nefis mücâdelesinde de galip olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasb edilerek, ücrâ bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azaplar içinde ablukaya alınıp engizisyon zulümlerini çok geride bırakan hâkim bir kuvvetin tazyikàtı altında, câni canavarların pek vahşî işkenceleri içinde “sırren tenevveret” sırrıyla, perde altında Risâle-i Nur eserleri gibi eserler neşretmek ve böylece cihânın maddî, mânevî “Fâtih”i olan Resûl-i Ekremin (a.s.m.) Sünnet-i Seniyyesinin bir hizmetkârı olarak, bugün milyonlara bâliğ olan bir câmiayı, inâyet-i İlâhî ile, Kur’ân-ı Hakîmin cadde-i kübrâsında selâmetle ilerletmek ve mü’minlerin ve beşeriyetin sâdece dünyalarını değil, ebedî saadetlerini temine Risâle-i Nur gibi bir eserle vesîle olmak, bu mezkûr hususiyetlerin mânevî şahsında toplanması, Risâle-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi bir zâta daha nasip olmuştur acaba?

Risâle-i Nur öyle bir ziya neşrediyor ki...

Evet kardeşlerim,
Risâle-i Nur, öyle bir ziyâ-i hakikat, öyle bir bürhân-ı hak ve bir sirâc-ı hakikat neşrediyor ve iki cihânın saadetini temin edecek Kur’ân ve imân hakikatlerini ders veriyor ve öyle bir lütf-u İlâhîdir ki, yirmi beş seneden beri çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, muallimi feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi, herbir tabaka-i insaniye, bu Nurun âşığı, bu Nurun pervânesi, bu Nurun meclûbu, bu Nurun muhibbi olmuşlar, bu Nura koşmuşlar, bu Nurun sînesine atılmışlar, bu Nurdan medet istemişler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:36

Risâle-i Nur muazzam hakikatleri ders veriyor

Mahzen-i mu’cizât ve mu’cize-i kübrâ olan Kur’ân-ı Azîmüşşânın hakikî bir tefsiri olan Risâle-i Nur, o kadar merakâver, o kadar câzibedar, o kadar dehşetli ve muazzam hakikatleri ders veriyor ve mesâili ispat ediyor ki, imân ve İslâmiyetin kıtalar genişliğinde inkişaf ve fütûhâtına medâr oluyor ve olacaktır.

Risâle-i Nur kendi kendini neşretmiştir

Evet, Risâle-i Nur, kalblere o derece bir aşk ve muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiş, akıl ve mantıkları öyle bir tarzda iknâ etmiş ve öyle bir itminân-ı kalb hâsıl etmiştir ki, milyonlarca Nur Talebelerine, kendini defalarca okutmuş, yazdırmış ve bir ömür boyunca mütâlâa ettirmiş ve senelerden beri âdetâ kendi kendini neşretmiştir.

Musibet saadeti netice verdi

Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti imhâ için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de öyle desîselerle entrikalar çevirmişler, hâince dolaplar döndürmüşler, hunharâne ve vahşiyâne zulümler irtikâb ve şeytânî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalâtta bulunmuşlar; iblisâne, sinsi metodlar tâkip etmişler ve kardeşi kardeşle çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâmın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribâtlar yapmıştır.
Fakat, o musîbetler, Cenâb-ı Hakkın imdâdı ile, tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi ihlâs-ı tâmmı kazanmış olan bir zât vâsıtasıyla, rahmet-i İlâhî ile mededres ve şifâresân ve cihanpesend ve cihanşümûl bir mahiyeti hâiz Risâle-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebep olmuştur. Ve aynı zamanda, Müslümanları uyandırmış; onları halâs, kurtuluş çarelerini aramaya sevk etmiştir. Ebedî âhiret hayatlarını kurtarmak için, hakiki imân derslerini almak ve Allah’a ilticâ ve emirlerine itaat etmek ihtiyacını şiddetle hissettirmiş ve bu husustaki gaflet ve kusurâtı; o musîbetlerin ihtar ettiğini idrâk ettirmiştir. Zâten, insanların, mü’minlerin başına gelen belâ ve musîbetlerin hikmeti budur.

‘Cemâhir-i müttefika-i İslâmiye’

Ecnebîlerin canavarlar gibi yaptıkları muâmele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklâl ve ittihâd-ı İslâm cereyânını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intâc etmiştir. İnşaallahü Teâlâ, cemâhir-i müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlâhîden kuvvetle ümit ve niyaz ediyoruz.


Risâle-i Nur, Kur’ân’la tedavi ediyor

Risâle-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, öyle bir mücâhid-i İslâmdır ki ve telifâtı Risâle-i Nur öyle uyandırıcı ve öyle halâskâr ve öyle fevkalâde ve cihangir bir eserdir ki, din aleyhindeki bütün o komitelerin bellerini kırmış, mezkûr muzır ve habîs faaliyetlerini akamete dûçâr ve dinsizlik esaslarının temel taşlarını, param parça etmiş ve köküyle kesmiştir. Ve İslâmî ve imânî fütûhâtı, perde altında kalbden kalbe inkişaf ettirmiş ve Kur’ân-ı Azîmüşşânın hâkimiyet-i mutlakasına zemin ihzar etmiştir.
Evet, Risâle-i Nur o tahribâtı Kur’ân’ın elmas hakikatleriyle ve Kur’ân-ı Kerîm’deki en kısa ve en müstakîm bir tarîkle tâmir ve o yaraları Kur’ân-ı Hakîmin eczahâne-i kübrâsındaki edviyelerle tedâvi ediyor ve edecektir.

Yegâne çare Risâle-i Nur

Mâsum Müslümanların kanlarını sömüren ve servetleri tahaccür etmiş millet kanı olan parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onların içimizdeki, sâdece şahsî menfaat zebûnu, zâlim, hunhar, harîs ve müstebid uşaklarını, hâk ile yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ı mutlakla mağlûp eden ve edecek yegâne çarenin, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın bu asırda bir mu’cize-i mânevîsi olan Risâle-i Nur eserleri olduğunda, basîretli İslâm mücâhidleri ve âlimleri, icraat ve müşâhedâta müstenid yakînî bir kanaat-i katiye ile müttefiktirler.

Papalık’tan “dinsizliğe karşı cihad” tebriği

Tarih-i beşer, Risâle-i Nur gibi bir eser göstermiyor. Demek anlaşılıyor ki Risâle-i Nur Kur’ân’ın emsâlsiz bir tefsiridir.
Evet, Bediüzzaman Said Nursî’ye yalnız âlem-i İslâm değil, Hıristiyan dünyası da medyûn ve minnettardır ki, dinsizliğe karşı umumî cihâdında mazhar olduğu muvaffakıyet ve galibiyetten dolayı Roma’daki Papa dahi, kendisine resmen tebrik ve teşekkürnâme yazmıştır.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:38

Risâle-i Nur dersi yaparken...

Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesine Risâle-i Nur’dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: “Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izah etmiş. Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidâdı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır.”

Okunan Türkçe veya Arapça bir risâlenin izahı, başka bir risâlede varsa, onu getirip okuyor. Risâle-i Nur’daki gayet ince nükteleri derk eden basîretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat Risâle-i Nur’u cemaate okurken tafsilâta girişip eski malûmâtlarıyla açıklarsa, bu izahâtı, Risâle-i Nur’un beyân ettiği asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevap veren hakikatlerin anlaşılmasında ve tesirâtında ve Risâle-i Nur’un mahiyetinin derkinde bir perde olabilir. Bunun için, bâzı lûgatların mânâlarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir. İstanbul Üniversitesindeki kardeşlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hulâsaten deriz ki: Risâle-i Nur, gayet fasîh ve vecîzdir. Sözün kıymeti îcâzındadır, kısalığındadır. Bir mesele-i imâniye ve Kur’âniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde daha fazla istifâza ve istifâde vardır.

Devirden devire intikal edecek Ey Üstâdımız Efendimiz,

Umum kadirşinas insanlar Risâle-i Nur’u ve sizi ebediyen tebcîl ve tekrîm edeceklerdir. Tahkikî imân dersleriyle imânımızı kurtaran cihanbahâ ve cihandeğer bir kıymette olan Risâle-i Nur’u bütün ruh u cânımızla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve tekrîm ediyoruz. Bu aşk ve bu muhabbet, bu tâzim ve bu hürmet, nesilden nesile, asırdan asıra, devirden devire intikal edecektir.

Risâle-i Nur’daki kuvvet-i Kur’âniye

Evet, Risâle-i Nur’daki hakaik-ı Kur’âniye öyle bir kuvvettir ki, bu kudret karşısında küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin temelleri târ ü mâr olacak, inhidam çukurlarına yuvarlanarak geberecektir. Bakî kalanlar, imân ve Kur’ân nuruyla felâh ve necât bulacaklardır. Evet, dağları, taşları pamuk gibi dağıtacak, demir ve granitleri yağ gibi eritecek derecede olan bu kuvvet-i Kur’âniye, dünyayı nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-u Kur’ân, imânların kurtuluşunda dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır.

Kur’ân’ın kıymetini anlatan bir eser

Ben, Risâle-i Nur’a kavuşuncaya kadar matbuatımızda ve kitaplarımızda Kur’ân-ı Kerim’in kıymetini anlatan tek bir yazı okumamıştım. Sonradan anladım ki, Kur’ân-ı Kerim’i—yarım asırdan fazladır, bizde yetişen ediplerden ziyade—ecnebî büyükleri takdir ediyorlarmış. Amerika’da Beyaz Saray’da bütün dünyanın ve kâinatın güneşi olan Kur’ân-ı Hakîm yeşil ipekliler arasında lâyık olduğu yüksek mevkie konuyormuş. Mucitler, filozoflar, psikologlar, sosyologlar, pedagoglar Kur’ân-ı Kerim’i esas tutarak yazılmış olan eserleri okuyorlar; o şahsiyetler bu mukaddes kitaptan aldıkları malûmat ile eserler yazarak dünya çapında şöhret kazanıyorlar. İnsanlığa, milletlerine hizmet ediyorlarmış. İsveç, Norveç ve Finlandiya’da en büyük ilim adamlarından müteşekkil bir heyet meydana getirmişler, gençlerin kurtuluşunu sağlayacak halâskâr bir kitabı senelerce aramışlar, nihayet gençliği en yüksek ahlâk ile ahlâklandırmak ve dünyada açık fikirli, müstakim ilim adamı yapmak için Kur’ân-ı Kerim’i okutmanın yegâne çare olduğu neticesine varmışlar. İslâmiyeti ve Kur’ân’ı takdir eden yabancılar çoktur, daha birçok misâller vermek mümkündür.

İşte Müslüman olmayan kimseler, İslâm kitabının kıymetini takdir edip istifade ederlerse, uyanık Müslüman Türk gençliği acaba daha fazla durabilir mi? Kat’a ve aslâ duramaz ve uyuyamaz. Ma’bûd-u Zîşanımız olan Cenâb-ı Hak, gençliğimizin en ulvî ve en kudsî ihtiyaçlarına tam cevap verecek bir ilm-i hakikat hazinesini yirminci asırda da meydana getirmiştir. İşte bu zengin define-i ilmiye, Kur’ân-ı Kerim’in hakikî ve parlak bir tefsiri olan Risâle-i Nur’dur.

Risâle-i Nur, Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir

Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Hakimden tereşşuh etmiş ve onun esasları dairesinde yazılmıştır. Eseri telif eden Bediüzzaman’dır. Bütün hakikî ilim adamları müttefikan Risâle-i Nur’un bu muhteşem müellifinin “Bediüzzaman” denmeye lâyık bir şahsiyet olduğunu tasdik etmişlerdir. Risâle-i Nur eserlerinin millet ve gençliği dalâlet ve sapkınlık girdaplarından kurtaracak bir tefsir-i Kur’ân olduğunu takdir ve tahsinlerle tasdik etmişlerdir.


Gençlik Risâle-i Nur’a muhtaç

Evet, Abdülkadir-i Geylânî, İmam-ı Gazâlî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rumî gibi İslâmiyetin birer güneşi olan dâhî büyüklerimizin eserlerini ve hakikî kıymetlerini bugünkü gençlik nasıl bilemiyorsa, Bediüzzaman Said Nursî gibi misilsiz bir müfessir-i Kur’ân’ı da tam tanıyamamıştır. Esasen gizli ve aşikâr din düşmanlarının birtakım kasd-ı mahsuslarıyla tanınmasına meydan verilmemiştir. Fakat böyle büyük bir müfessirin ve bir İslâm dâhîsinin bu asırda da mevcut olduğunu şahsî gayretleriyle öğrenenler Bediüzzaman’ın tarihî ve cihanşumül değerini derhal idrâk etmekte ve eserlerinden faydalanmak için can atmaktadırlar.
Kat’î ve kâmil bir kanaatla diyebiliriz ki: Bu asırdaki insanları saadete kavuşturacak, onları aklen ve kalben ikna edecek eser ancak Risâle-i Nur’dur. Bu hüküm Nur Risâlelerini okuyan münevverlerin kat’î bir hükmüdür. Hem bu kanaatın isabetini Risâle-i Nur’daki ilmî kudret ve orijinallik açıkça göstermektedir.

Risâle-i Nur okuyan gençler

Nasıl Kur’ân-ı Kerime sarılanların dünya ve âhiretleri mâmur olursa, onun parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de hakikî saadete erişeceklerdir. Bu imanî eserleri okuyan gençlerin imânı kuvvetlenecek, istikballeri parlayacak, ilim ve irfan sahibi olacaklardır. Hem vatana, hem millete, hem anne ve babalarına faydalı, yüksek ahlâka sahip gençler olarak temayüz edeceklerdir. Allah’ın halis bir kulu, Peygamberin hakiki bir ümmeti haline gelmek bahtiyarlığına nâil olacaklardır.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:40

Risâle-i Nur hakkında fikir edinmek

Risâle-i Nur hakkında bilgi soran arkadaşlarımıza gelince; bu hususta bir fikir edinebilmek için hiçbir yerden izahat almaya lüzum yoktur. Siz bu feyyaz eserleri okuyun, bizzat kendi cehd ve şahsî gayretinizle onu anlamaya ve tanımaya çalışın. O ilim ve irfan hazinesine bizzat giriniz, işte ancak o zaman arzu ettiğiniz malûmatı hakkıyla elde etmiş olacaksınız.

Risâle-i Nur’u okudukça...

Evet, Risâle-i Nur’u okudukça, Kur’ân nuru içinize dolacak, o Kur’ânî hakikatlar aklınızı ve kalbinizi tenvir edecek ve imanınızı inkişaf ettirip kuvvetlendirecektir. Nur Risâlelerini okudukça İlâhî bir feyiz, ruh ve mâneviyat âleminizi kaplayacaktır. Hayatta, sizlere büyük bir huzur ve saadetin refahı içinde yaşayabilmenin kapıları açılacaktır. Dünyanın bir âhiret mezraası olduğunu ve bu fâni dünyaya, ebedî bir hayatın kazanılması için geldiğinizi bu eserlerden öğrenecek ve bu iman cihetinden dünyanın cennetten daha zevkli olduğunu hissedeceksiniz. İşte böyle sonsuz ve mânevî bir şevk ve aşkla dünyayı, şu geçici hayat için değil, ebedî bir hayatı ve bâkî bir saadeti kazanmak için seveceksiniz.
Hem namaz kılmanın ve ibadetin büyük ve kudsî bir zevk olduğunu bir kat daha anlayacaksınız. Namazda Rabb-i Rahîmimizin, Allah’ımızın huzurunda durmaktan o kadar derin ve ilâhî bir zevk duymaya başlayacaksınız ki; namazsız geçen günleriniz ıztırap ve sıkıntılarla dolacak; en sevinçli, en mesut anlarınızı Allah’a ibadet ve taatta bulacaksınız.

Risâle-i Nur’u devamlı ve dikkatle okumalı

Risâle-i Nur, yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlıklarından ve müthiş dalâlet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyariyle değil, bir ihsan-ı İlâhî olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir. İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teenni ile ve lûgatların mânâlarını öğrenerek, dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. Hem gayet cevval ve faal bir hâle gelirsiniz. O kudsî eserleri günlerce okuyabilmenin İlâhî hazzı ile çırpınırsınız. Bu gibi kıymeti ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için beş dakikayı bile boşa gidermezsiniz. Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak, daima okumak için zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, Nurları okumak heyecanıyla, Nurları okumak ihtiyacıyla yanacaksınız.

Risâle-i Nur’a çalışmak

Risâle-i Nur’a çalışanlar, imân ve İslâmiyet hizmeti uğrunda öyle bir feragat ve fedakârlığa sahip olmuşlar ki, onlarda menfaat-i şahsiye denilen âdi ve bayağı maksatlar yer bulamamış ve tutunamamıştır. Zira Nur talebelerinde en birinci maksat ve en büyük gaye rıza-i İlâhîdir. Allah’a hadsiz şükürler olsun Risâle-i Nur’a çalışmanın, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Azîmüşşana hizmet olduğunu öğrenen uyanık ve kıymettar ve fedakâr arkadaşlarımız milyonları geçmiştir. Aklı yerinde olanlar için pek âşikâr olarak görünen bu hakikati hiçbir ferd inkâr edememektedir. Allah için bir çalışma olan Risâle-i Nur faaliyetlerinde, İlâhî bir aşk ve şevkle, kalbî ve ruhî bir sevgiyle gece uykularını dahi feda edenler olmaktadır.
Bakınız! Risâle-i Nur’a hizmet eden Nur’un öyle hakiki talebeleri var ki, onlardan birisine denilse, “Risâle-i Nur yerine şu kitapları istinsah et de Amerikalı milyarder Ford’un servetini sana verelim.” Risâle-i Nur’un satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan o bahtiyar talebe şöyle cevap verecektir:
“Dünyayı servetiyle ve saltanatıyla verseniz kabul etmem. Çünkü, Cenâb-ı Hak, bize Risâle-i Nur’un mütalâası ve hizmetiyle tükenmez, bâkî bir hazine verecektir. Acaba sizin o dünyevî servetiniz beni mes’ut edecek midir? Bu şüphelidir, fakat Rabbimizin ihsan edeceği bâkî servet ile hakikî bir saadete kavuşacağımızda şek ve şüphe yoktur.”

Geçici gençliği sonsuzlaştırmak

Risâle-i Nur’un yüksek değerini anlamakta veya onu işitip tanımakta biraz gecikmiş olan gençler içleri sızlaya sızlaya şöyle demektedirler:
“Şu geç uyanan kıymettar gençliğimi fâni, geçici şeylerle zayi etmeyeceğim. Ancak ve ancak Kur’ân’a ve imâna hizmet uğrunda, sevgili Allah’ım ve sevgili Peygamberimin (asm) emirlerine itaat yolundaki hizmetlere vakfedeceğim. Ancak böylelikle, bu muvakkat gençliğimde bâkî bir gençliği elde etmiş olacağım.”

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:41

Mânevî gıdaya da her gün muhtacız

Risâle-i Nur’a bu kadar bağlanıldığını görünce dünyadan alâkamızın kesildiği zannına varılmasın. Bilâkis, bu cihet şu hatt-ı hareketimizle tebarüz eder: Mücerred isek işlerimizi, talebe isek derslerimizi, memur isek vazifemizi, tüccar isek ticaretimizi yapıyoruz. Dünyevî meşgalemiz ne kadar fazla bulunursa bulunsun, ders ve imtihanlarımız ne derece sıkı olursa olsun Risale-i Nur’a çalışmaya ve hizmete yine vakit buluyoruz ve bulabiliriz; zaman ayırıyoruz ve ayırabiliriz. Zira nasıl ki, hergün ekmek, su ve havaya ihtiyaç var. Aynen öyle de bunlardan daha fazla olarak hergün Kur’ân ve imân hakikatlarından mânevi gıdalarımızı almaya muhtacız.

Risâle-i Nur’la meşguliyetin kazandırdığı

Evet, Risâle-i Nur’la olan iştigalimiz, iş ve derslerimizdeki muvaffakiyeti kat kat arttırarak bize kuvvet ve heves veriyor. Bizde dünyaya din için çalışmak fikrini uyandırıyor. Bize vaktin kıymetini idrâk ettiriyor, takvim yapraklarının geri dönmeyeceğini kalb ve aklımıza tesirli bir surette ihtar ederek, ömür sermayesi olan zamanımızı kıymetlendirmek şevk ve azmini veriyor. Çalışma saatlerinde şurada burada boşu boşuna veya lüzumlu zannına kapıldığımız ve fakat bizce faydasız şeylerle vakitlerimizi öldürmekten bizi kurtarıyor. Hattâ istirahat zamanlarında dahi imân hakikatlarına çalışma sevgisini husule getirerek rahmet-i İlâhînin hareket içine dercettiği faaliyet zevkini tattırıyor, böylece fâni bir ömürde bâkî bir hayatı kazanmanın yolunda yürütüyor.

Risâle-i Nur’un değeri

Risâle-i Nur’un yüksek değerini tam beyan etmek mümkün değildir. Onun kıymeti, onu daimî ve sadakatla okuyanların ruhunu o kadar sarıyor, o kadar kendine râm ve meftûn ediyor ki, tahkikî imân mertebelerinde terakkî eden o fedakârlardan birinin başına bütün din düşmanları toplanıp Risâle-i Nur’dan vazgeçirmeye çalışsalar yine muvaffak olamazlar ve olamadılar.
Ben ki, Risâle-i Nur’u telifle vazifelendirilen ve istihdam edilen Üstadın hizmetçisi olmayı en büyük bir nimet bilirim. Hizmetçisinin hizmetçiliğini yapmayı bir şeref addederim. Bu kalbî ve samimî bağlılığı çok görenler olabilir, fakat hiç de fazla bulmamalıdır. Meselâ, kıymetli bir eser okuruz, müellifine karşı içimizde az çok bir takdir hissi belirir. Molière’in, Hugo’nun, Goethe’nin eserlerine bir hayranlık duyarız. Acaba İslâm dininin rehberi olan Kur’ân-ı Hakimi tefsir eden bir İslâm dâhisinin şahsına karşı bağlılığın derecesi nasıl olmalıdır? O meşhurlardan birinin eseri kâğıda yazılırsa, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur’ân tefsiri olan Nur Risalelerini altın sayfalara nakşetmek lâzımdır. Dine muarız olmayan müstakim bir filozofun eserini tetkik için saatlerce çalışılırsa, iki cihanın saadetini ders veren Bediüzzaman’ın eserlerini okumak için uykularımızı terk etmek gerektir. Evet, dünyevî bir kitaba beş lira ödersek, Risâle-i Nur gibi dünya ve âhirette insanı mes’ud kılan ve en yüksek bir mevki ve şerefe nâil olan bir tefsir-i Kur’ân’a yüz lira veririz ve veriyoruz. İcap ederse onun neşri uğrunda servetimizi de feda etmek İslâm cengâverlerinin torunları olan biz gençlere lâzım ve elzemdir arkadaşlar!

Hizmette el ele verelim

Nurların dersinde diz dize, hizmetinde el ele, cihad-ı diniyede omuz omuza verelim, Nurlardan Nur almaya, imânî derslerinden ders almaya şiddetle muhtaç olduğumuz Nur Risâlelerine beraberce çalışalım, görüşelim, konuşalım. Allah yolunda, din yolunda koşalım. Dinsizlere karşı mücadele bayrağını açarak cihad-ı diniye meydanlarında, hizmet-i imâniye muhitlerinde tatlı canlarımızı feda edelim.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:42

Ümit ve Nikbinlik (İyimserlik)
Zübeyir Gündüzalp


Her şeyin iyi cihetini ve güzel veçhesini görmek, yani imanlı bir nikbinliğe (iyimserliğe) malik olmak, gü­zel huy ve ahlâkla meşru dairede yaşamak ve bundan İlâ­hî bir haz duymak akıl, kalp ve ruhun her zamanki du­rumu ol­malıdır.

Ruh, akıl ve kalp eğer maarif-i İlâhiye ile, ilm-i iman ve ma­rifetullahı ders veren Risale-i Nur’la salim ise; en tehlikeli anlarda, bedbinlik veren en ümitsiz hallerde, yaşamayı çok acı bulduğun en bunaltıcı ve buhranlı çağlarda, inim inim in­lediğin saatlerde bile nikbin (iyimser) olabilirsin.



Nikbin olmakla da hayatın dağlarvari dağdağaları al­tın­da ezilmekten kurtulmak için şahlar gibi şahlanabilirsin ve şahlanmalısın.



Bilhassa yeis, ümitsizlik ve bedbinlik hislerinin sana mu­sallat olduğu çağlarda ve zamanlarda bütün nikbinlik ve ce­saretini ele alarak yeisin attığı sefahet yatağından fırlamalı­sın ve fırlayacak kudretin özünde mevcut olduğunu bilmeli­sin.



Gözlerinin ümit, saadet ve muvaffakiyet sürurunun ve sevincinin parlak kıvılcımlarıyla parladığını âyineye bakıp görmelisin.

Sakın hiçbir zaman deme ki; her işin kötü gittiği bir sı­rada, insan nasıl ümitvâr ve nikbin olabilir?



Nikbin bir vaziyete sahip olmak demek; daima kuvvet-i imanla dayanmaya, en kötü durumlarda bile herşeyi iyi görmeye, hadiseleri mümkün olabilen en müsbet, yani en olabilir taraflarını elde edebilecek surette karşılamaya hazır bulunan ruhun müsbet bir durumuna erişmektir.

Ruh böyle bir durumu birden bire elde edemez. Ancak bilmelidir ki irade, sabır, sebat ve enerji ile herşeye vasıl olunur.

Gelişigüzel yaşayan adam ölüme sürüklenir. Hadiseleri ve güçlükleri yenmek elinde değilse bile hiç olmazsa kendi kendine telkinlerde bulunmalısın ve istiğfar ve “hasbünallâ­hu ve ni’me’l-vekil” duasına devam etmelisin.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:43

Risâle-i Nura her kesim muhtaç

Risâle-i Nur da çok üstün meziyet ve hususiyetler vardır. O mümtaz ve müstesna hâsiyetler şimdiye kadar telif edilmiş olan hiçbir eserde görülmüyor. Ömrünü okumakla geçiren hakiki ilim adamlarından Risâle-i Nur u okuyanlar bu hakikatı izhar ediyorlar. Ve o kadirşinas ve üstün şahsiyetler bu zamanda yaşayan insanların, ilmi ne kadar zengin olursa olsun Risâle-i Nur u okumaya muhtaç oldukları kanaatına varıyorlar. Enaniyet ve ilmî kıskançlık gibi hastalıklara müptela olmaktan korkan faziletli âlim ve münevverler Risâle-i Nur a derhal sarılıyorlar. Bazıları altmış yetmiş yaşlarında olduğu halde yine Nur Risâlelerine talebe olmak şeref ve nimetini kazanmaya çalışıyorlar.

Risâle-i Nur’dan, her kesim istifade ediyor

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri diyor ki: “Risale-i Nur başka kitaplar gibi yalnız ilim vermiyor, onun mânevi dersi de vardır.” İşte bu mânevî dersin tesiridir ki, Risâle-i Nur’u okuyanların ruh ve kalbleri, vicdan ve lâtifeleri o feyyaz dersten hisselerini ve gıdalarını alıyorlar. Bu mânevi dersin nüfuzu değil midir ki, Nur Risâlelerini okuyanların mânevi âlemleri İlâhî Nurlarla yıkanıyor. Ve İlâhî bir câzibe ve İlâhî bir tesirle imân hakikatlarına musahhar ve meftun ve meclûp bir hale gelerek Allah ve Resûlullah (asm) yolunda yükseliyorlar. İlm-i imân âşıkları Risâle-i Nur okuyor. Dinî malûmat meraklıları Risâle-i Nur okuyor. Hakikat arayıcıları Risale-i Nur okuyor. Mücadeleci mücahid fıtratlar Risâle-i Nur okuyor. Hamâset, bahadırlık ve kahramanlığın şâhikasına erişmek isteyen kabiliyetler Risâle-i Nur okuyor. Milliyetçiler Risâle-i Nur okuyor. Fen ve san’at erbabı Risale-i Nur okuyor. Müsbet ilim hayranları Risâle-i Nur okuyor. Ehl-i tasavvuf Risâle-i Nur okuyor. Edebiyat meraklıları Risâle-i Nur okuyor. Demek herbir tabaka-i insaniye Risâle-i Nur’a ruhunda büyük bir ihtiyaç duymakta ve ondan istifade etmektedirler.

Risâle-i Nur, ikna kabiliyetini geliştirir

Risâle-i Nur’u okuyanların ikna kabiliyeti artar, akıl ve mantığı işler ve kuvvet bulur. Herhangi bir mevzuu seviyesi nisbetinde muknî bir surette ifade edebilmek meziyetine sahip olur. Zira o Nurcu baştanbaşa aklî, mantıkî ve muknî bir şâheserin şâhâne dersleriyle tenevvür ve tefeyyüz etmektedir.

Gerçek medeniyetin kaynağı Kur’ân’dır

Hakikî medeniyetin ve yüksek içtimâiyâtın, insanlık kanunlarının menbaı ve esası Kur’ân’dır. Kur’ân umum nev-i beşere hitap eden bir hatîb-i umumîdir. Kur’ân-ı Hakimin hakikî ve berrak ve parlak bir tefsiri olan Risâle-i Nur’da aradığınız imânî ve İslâmî, aklî ve fikrî, kalbî ve ruhî birçok ihtiyaçlarınızın tatmin edildiğini göreceksiniz. Kafanızdaki bir kısım istifhamların tam ikna edici bir tarzda cevaplandırıldığını büyük bir hayranlık ve şükran hisleri içinde müşahede edecek ve Risâle-i Nur’un kendinize hitap eden İlâhî hakikatlar mecmuası olduğuna kani olarak sonsuz bir huzur içinde mes’ûdâne bir hayat yaşamaya başlayacaksınız. O Nurları defalarca ve hattâ bir ömür boyunca okumak zevk ve sevgisinden kendinizi kurtaramayacaksınız

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:44

Akıl tam anlamasa da, kalp ve ruh hissesini alır

Kur’ân-ı Kerimin mânâsı bilinmese de, okunduğu ve dinlendiği zaman ruhlarda nasıl ki mânevî ve derunî bir tesir husule gelir. Zira kelâm, Allah kelâmıdır. Bu Kelâmullah’taki ve İslâmiyetteki mânânın kudsiyetidir ki, Türkler İslâmiyetle cihangir oldular, kıtalar, beldeler fethettiler. Bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmaktadırlar. Aynen öyle de, Kur’ân’ın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlayamazsanız da onun mânevî tesiri ve mânevî feyzi, ruh ve kalbinize nüfuz eder; mânâ âleminizi istilâ eder, kat’iyen istifadesiz kalmazsınız ve kalmıyoruz. Hem insan yalnız akıldan ibaret değildir; kalb, ruh, sır ve vicdan gibi mânevi lâtife ve cihazata da mâliktir. Aklınız herbir mesele-i imâniyeyi birinci okuyuşta hakkıyla kavrayamasa da kalb ve ruh ondan hissesini alır.

En kuvvetli iman cereyanı

Risâle-i Nur’un ilk telifi zamanında sekiz-on Nur talebesi varken, şimdi milyonlar olmuştur. Dünya fikir cereyanları içinde en kuvvetli bir imân cereyanı olarak Anadolu’yu istilâ etmiş; Avrupa, Amerika, Asya kıtalarına kadar varlığını ve kuvvetini kabul ettirmiş, din düşmanlarını dehşete düşürerek mağlûbiyete dûçar etmiş, imân ve İslâmiyete hayat ve hareket vermiş, nesl-i cedidi ihtizaza getirmiş ve kahraman ve cengâver fıtratları inkişaf ettirerek cihad-ı İslâmiye meydanlarında her şeyini imân uğrunda feda ettirecek derecede koşturmuştur ve koşturmaktadır. Nihayet dünyanın ve âlem-i İslâmın fevkalâde takdir ve hayranlığına mazhar olmuş ve olmaktadır.
Bunun için, devamlı okumaya hergün devam ediniz. Kendini tekrar tekrar, zevkle ve şevkle okutan bu şâheser külliyatını okudukça anlayışınız ziyadeleşecektir; anlamanın tek çaresi, Nurlarla başbaşa kalıp zihnî cehd sarf ederek tekrar tekrar okumak sevgisiyle pâyidar olmaktır.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:45

Aziz muhterem kardeşim ...

Mademki islam'ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, O halde iyi dinle :
VAZİFEN, dikenler arasında güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. BUNA SEViNECEKSİN. Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Musa'ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, SEVİNECEKSİN.
Çöllere sürülsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen , ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu SABIRLA SEYREDECEKSİN. Karanlık zindanlara salarlarsa; ışık, paslı vicdanları görürsen; ümit, imansız kalplere rastlarsan NUR vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın. Ve buna ŞÜKREDECEKSİN..
Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kuran 'a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi NUR arayanları bulacaksın... Bulamazsan üzülmeyeceksin.
MAKAMLAR, SERVETLER verirlerse, NEFSİNİ UNUTACAKSIN. Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, HİSSİYATINI TERK EDECEKSİN ...
Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma! nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kuran etrafındaki surların yıkıldığını görürsen; hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlaktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedai ister. Nasıl olsa sende içinde fedai olacaksın .
Bu mektubu okuyunca, Mesneviyi okuyan Yunus Emre gibi "uzun olmuş" diyeceksin. O'nun gibi ben olsa idim: "Ete, kemiğe bürünürdüm, Yunus diye görünürdüm" derdim dediği gibi, sen de ne lüzumu vardı uzun uzun saymağa, kısaca "KURAN TALEBESİ OLACAKSIN" deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira, İslam yoluna giren; bilir ki, bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Her kişinin işi değil, er kişinin yoludur.
Seni bütün ruhu canımla kucaklar, gözlerinden öper, dualarına mukabele eder, Allah rızası dairesinde bulunmak üzere mektubuma son verirken, dalalete düşen din kardeşlerimin, kısa bir zamanda sizin gibi hidayete ermelerini Cenab-ı Vacib-ul Vucud olan Hazret-i Allah'tan niyaz eylerim. Amin .

Zübeyir Gündüzalp

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:47

Risâle-i Nur’un üslûbu

Risâle-i Nur’un üslûbu emsâlsiz ve hiçbir üslûpla kabil-i kıyas olmayan câzip bir üslûptur. Bediüzzaman Said Nursî bir müfessir-i Kur’ân olmakla beraber asrımızın en büyük edibi ve kuvvetli bir beliğidir. Fakat lâfzın gösteriş ve tantanasına değer veren ediplerden değildir. Bilâkis en fazla mânâya ehemmiyet ve kıymet verip lâfzın hatırı için mânâdan fedakârlık yapmayan, elbise için vücuddan kesmeyen bir müelliftir. O, zâtına has ve gayet müessir ve gayet cazibedar bir üslûb-u beyana sahiptir. Bunun için Nur Risalelerinde, Kur’ân ve imân hakikatları en berrak ve en mükemmel, en câzip ve en müessir bir tarzda izah ve ispat edilmiştir.

Risâle-i Nur, zihni teferruatla dağıtmaz

Risâle-i Nur câmi hakikatlar ve veciz sözler hazinesidir. Bir cümlede bir sayfalık, bir sayfada on sayfalık, bir risâlede bir kitaplık mânâ ifade eden ve câmiülkelim hususiyetine mâlik olan bir şâheserdir. Bunun içindir ki, dersleri çok tesirlidir ve gayet nâfizdir. Mütehassıs zatlarca malûmdur ki, imanî meselelerde fazla tafsilât, dersin tesir ve tefhimini zorlaştırabilir. O derslerin kanaat verici ve tatminkâr olmasında çok defa faydalı bir netice elde edilemez. Bu hakikate binaen, bilhassa imânî hakikatların mücmel olarak ders verilmesi daha tesirli ve daha verimli ve daha anlayışlı olur ve olmaktadır. Bu düstura istinaden Risale-i Nur tafsilâta ve teferruata dalmamıştır. Zihni teferruatla dağıtmamak metodunu esas tutmuştur.

Risâleleri anlayarak, kabul ederek okumak

İmân ilmine müştak arkadaşlarım,
Bediüzzaman Said Nursî, İhlâs Risâlesinin sonunda bizlere çok büyük bir müjde veriyor. O kadar harika bir kolaylığı beşere takdim edebilmek asrımıza kadar hiçbir müellifte görülmemiştir kanaatindeyiz.
Diyor ki: “Bu Risâleleri anlayarak ve kabul ederek bir sene okuyan, bu zamanın hakikatlı bir âlimi olabilir.”
Evet, fen bütün hızıyla ilerlemektedir. Mâneviyatta yükselmek de, bununla muvazîdir. Maddî alanda bir saatlik yolun bir saniyeye indirildiği bir devri yaşıyoruz. Mâneviyat sahası ise daha sür’atli ve daha vüs’atlidir. Eski zamanda yarım asırda elde edilebilen ilm-i hakikat, şimdi kısa bir zamanda kazanılabiliyor. Belki de daha az bir müddette aynı semere ve netice hâsıl oluyor. Cenâb-ı Hakkın rahmet ve keremiyle bu asır Müslümanlarına ve insanlarına lûtuf buyurduğu bu kadar selâmetli ve kolay elde edilebilecek İslâmî bir maarifin, imâni bir neticenin mevcudiyetini işiten ve aklı başında olan her insan, hususan her Müslüman, bu zengin servete mâlik olmak için Nur Risâlelerine büyük bir sadakat ve sevgi ile çalışmaktan nasıl geri kalabilir

İmanî ve İslâmî gıdamız

Risâle-i Nur gibi, o kadar değerli, o kadar kıymettar bir eser külliyatını bir an evvel okumak ve onlardan hergün imânî ve İslâmî gıdalarınızı almak için bütün himmet ve varlığınızla çalışacağınızdan eminim, böyle olmanızı temenni ediyorum. Zira gençlik gidiyor, ömür geçiyor, zamanlar geri gelmiyor.
Evet, biz ne muallimlerimizden bir medet ve ne de peder ve validelerimizden bir teşvik beklemiyoruz ve beklemeyiz. Biz ancak Allah’ın inayetiyle kendi kendimizi yetiştirmek zaruret ve sebatındayız. İnşaallah devam ve sadakatla çalışarak mutlaka yükseleceğiz. Tâ imân ve İslâmiyet merâtibinin zirvesine ulaşacağız. Kalbimizi Nur-u Kur’ân’la, kafamızı ilm-i imânla aydınlatacağız. Kalb ve aklımızı çalıştıracağız. Allah’ın has ve hâlis, fakat mücahid bir kulu, Resulullahın ihlâslı, fedakâr ve cengâver bir ümmeti olmak yolunda Nur Risâleleriyle yürüyeceğiz ve ilerleyeceğiz.

Risâle-i Nur ve Kur’ân harfleri

Kur’ân yazısıyla olan Nur Risâlelerini yazmaktaki kazancımız çok büyüktür. Eskimez yazıyı kısa bir zamanda öğreniyoruz., hem yazarken malûmat elde ediyoruz. Hem, Risâle-i Nur eczalarını çoğaltmakla imâna ve Kur’ân’a hizmet edildiği için pek büyük mânevî kazançlar elde ediyoruz. Hem yazılarak edinilen bilgi hâfızaya daha esaslı yerleşiyor. Bunun için şimdiye kadar binlerce genç Risâle-i Nur’u yazarak Kur’ân yazısını öğrenmiş ve öğrenmektedir.

Risâle-i Nur, insana hayatı sevdiriyor

Risâle-i Nur’daki harikulâde ilmî kuvvet, taklidî imânı tahkikî imâna çeviriyor; insanı salâbetli ve kuvvetli bir Müslüman, ilmiyle amel eden bir mü’min-i kâmil olmaya doğru götürüyor. Menhus, pis zevklerden nefret ettirip vazgeçiriyor. En ulvî ve en temiz, ebedî ve sermedî zevk ve hazlar verecek hareketlere sevk ediyor. İnsana hayatı sevdiriyor. Bedbinlikten kurtarıp imânlı bir nikbinlik veriyor. Uyuşuk ve tembelleri cevval yapıyor; ruhî bir cevelân insanın iç âleminde hüküm-ferma oluyor. Orta halli değil, en ileri ve en yüksek bir insan olmak hevesini uyandırıyor. Gurur ve kibir gibi kötü ahlâkları kaldırıyor. İnsanı, tevazu, mahviyet ve vakar gibi faziletlerle değerlendiriyor. Hasım tarafları barıştırıyor. Fenalığa, fenalıkla değil, iyilikle mukabele etmek dersini veriyor. Siz gibi temiz ve terbiyeli gençleri fena bir muhitin fena görenekleriyle ahlâksız hale düşmek felâketinden muhafaza ediyor.

Risâle-i Nur’u sadakat ve devamla okumak

Risâle-i Nur’u sadakat ve devamla okuyan hakikî bir Nur talebesi, ahlâken düşük insanlar arasında kalsa da ahlâkını bozmadan onlardan uzaklaşıp kendini kurtarıyor. Hem ahlâk ve terbiyesini yükseltmek için nefis mücadelesine girişiyor. Risâle-i Nur’dan aldığı malûmat ve imânî kuvvetle muvaffak oluyor. Hem kendini o bozuk cemiyete ve kimselere kaptırmıyor; bilakis Risâle-i Nur’u neşrederek imânî esasların zayıflaması neticesi olarak bozulan o cemiyeti ikna ve ıslâh etmek cehdine sahip oluyor. İçtimaî yüksek esaslarla mücehhez bir ıslâhatçı gibi gaye ve prensibinde terakkiler kaydediyor. Dâvâsını yürütmekte ve yerleştirmekte âdetâ zaferden zafere koşmaya başlıyor.

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:50

Sosyal yaralarımızın tedavisi Risâle-i Nur’da

Bugün, içtimaî dert ve yaralarımızı halledip tedavi edecek en esaslı ve en tesirli faktör ve nizamı hâvi olan bir hakikat kaynağı vardır. O da, Risâle-i Nur’dur. Bunun içindir ki, hakikatı idrâk edebilen hakikî münevverler ve uyanık mektepliler büyük bir çoğunlukla Risâle-i Nur’a sarılmaktadırlar.

İman ilminde aza kanaat etmemeliyiz

Evet, düşüncemiz daima terakkî etmekte olacaktır. Bu muvakkat dünyanın, ebedî saadeti kazanmak için bir ticarethane olduğunu Risâle-i Nur bize ders veriyor. Biz de, bütün hakikî ilimlerin madeni, esası, nuru ve ruhu olan imân ilmini tahsil ve iktisab etmek için ve mukaddes dâvâmızda muvaffak ve kudsî mücadelemizde muzaffer olmak için aza kanaat etmeyeceğiz. Daima yükselmek, daima ilerlemek, daima terakki etmek için Nur Risâlelerine çalışacağız ve çalıştıracağız.

Risâle-i Nur Talebesi olduğumu gizleyemem

Evet, Risâle-i Nur Talebesi olduğumu memnuniyetle ve ilân edercesine söyleyebilirim. İnkâr etmek, Risâle-i Nur’un bana verdiği fazilet dersleriyle zıt olduğu için, bu cürmü işlemem. Risâle-i Nur’un okuyucusu olan bir kimse, okuduğunu gizleyemez. Bilâkis, iftiharla, bilâpervâ söylemekten çekinmez. Zira çekingenliği icap ettirecek hiçbir cümlesi veya kelimesi yoktur.
(Afyon Mahkemesi müdafaasından - 1948)

Kur’ân-ı Hakîm’in hakikî bir tefsiri

Risâle-i Nur’un emsalsiz müellifi Üstadım Bediüzzaman Said Nursî, müteaddit defalar gizli düşmanları tarafından iftira edilerek mahkemeye verilmiş ve hepsinde de beraat etmiştir. Risâle-i Nur Külliyatı profesör ve İslâm âlimlerinden müteşekkil bir heyet tarafından satırı satırına tetkik edilerek bu eserlerin fevkalâde bir vukufiyetle telif edildiği ve Kur’ân-ı Hakîmin hakikî bir tefsiri olduğunu bildiren raporlar verilmiştir.

Risâle-i Nur, ahlâksızlık ve sefahete engel

Risâle-i Nur’u okuyan kimseler, bilhassa idrakli gençler, kuvvetli bir imana sahip oluyorlar. Sarsılmaz ve fedakâr bir dindar, bir vatanperver oluyorlar. Yıpranmaz bir imanın bulunduğu bir yere, menfî bir ideolojinin aşıladığı ahlâksızlık ve sefahet giremez. Bu sarsılmaz imana sahip olanlar çoğaldıkça masonluğun ve komünizmin dairesi asla genişleyemiyor. Komünistlerin dayandığı materyalist (maddiyyun) felsefenin hak ve hakikat ile hiç bir ilgisi olmadığını, nazariyelerinin tamamen asılsız olduğunu Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Kerîmin âyetleriyle ve gayet kuvvetli bürhan ve hüccetlerle aklen, fikren ve mantıken ispat ediyor. O çürük fikir karanlıklarına düşenleri tenvir edip kurtarıyor. Yalnız gözünün görebildiği yere inanan maddecilere dahi, Allah’ın varlığını, inkâr ve itiraz kabil olmayan kuvvetli delillerle ispat ediyor. Bilhassa lise ve üniversite tahsil gençliğine, bu harika eserler orijinal ve çekici üslûbu ve yüksek edebî san’atıyla kendini okutturuyor.

'Risâle-i Nur için servetim olsa hepsini sarf ederdim’

Risâle-i Nur eserlerinde hak ve hakikatı görmüş, öğrenmiş ve inanmışız... Bizi insanlık seviye ve seciyesinde en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakkiyatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aşkını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi feda ettirecek hakikî bir dinperver olarak bizleri yetiştiren Risâle-i Nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız. Evvelce de arz ettiğim vecihle, Risâle-i Nur'dan pek az okuduğum halde, pek fazla istifade ettim. Vatan ve millet ve bütün insanlıkça gayet azîm faydaları temin edecek olan bu çok nâfi eser külliyatını, eğer servetim olsaydı, neşrettirmek için hepsini sarf ederdim. Zira dinimin, vatan ve milletimin ebedî saadet ve selâmeti uğrunda bütün mevcudiyetimi feda etmeye hazırım.

Beşeriyeti ıslâh eden bir eser

Risâle-i Nur’a safdilâne inanmamışım. Otuz üç âyât-ı Kur’âniye ve Hazret-i Ali (r.a.) ve Abdülkadir-i Geylâni (r.a.) Hazretleri, Risâle-i Nur’un telif edilip bu asırdaki insanları irşad edeceğini gaybî bir sûrette bildiriyorlar. Bununla beraber, Risâle-i Nur’dan okuduğum kitaplar, bu eser külliyatının hak ve hakikatı öğreten ve beşeriyeti ıslâh eden eserler olduğu kanaatini vermiştir.

Risâle-i Nur’u okuduğumda ondan ayrılamadım

Ruhumda büyük bir boşluk hissederek, okuyacak kitap ararken, Risâle-i Nur’u okuduğum zaman elimde olmayarak ondan ayrılamadım. Kalbimdeki o büyük ihtiyacı Risâle-i Nur eserlerinin karşıladığını hissettim. İlmî ve imanî şüphelerden kurtaran aklî ve imanî ispatları onda buldum. Böylelikle vesveselerin verdiği sıkıntılardan kurtuldum. Bu hakikatlerden anladım ki, Risâle-i Nur, bu asrın insanları olan bizler için yazdırılmıştır.

Kuvvetli iman şart

Ahlâk, edep ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahip olabilmek için, kuvvetli bir imana sahip olmak lâzımdır. İman hakikatleri, Risâle-i Nur’da gayet kuvvetli deliller ve açık misallerle anlatıldığı için, okudukça imanım kuvvetlenmiştir. Bu sayede dalâlete düşmekten, en yüksek medeniyet esaslarını câmi, hak ve hakikat olan dinimden dönüp kızıl ejderin hapı olmak felâketinden kurtuldum

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Empty Geri: Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey

Mesaj tarafından YesilSancak! Ptsi Eyl. 15 2008, 01:55

Zübeyir Gündüzalp/Gençlik Rehberi'ni İlk Okuduğumda Hissettiğim Duygular

Para ve zevk. Bu iki nesnenin bitmez, tükenmez, zehirli, boş hülyaları. O erişemediğim ve eriştiğim takdirde dahi beni hayatta mesut edemeyeceğini sonradan anladığım o neticesiz hayaller, o kupkuru tasavvurlar. Ben neyim? Niçin yaşıyorum? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Yoksa şu bir sürü başıboş mahlûklar gibi ipi boğazına atılmış bir yaratık mıyım? Hayır! Bu izzetime dehşetli dokunuyordu. Ben hayvan olamazdım. Ben hayvan gibi yaşayamazdım. Fikriyatım işliyordu. Ben bir insandım. Öyle ise insan gibi yaşayacaktım. Ama bu başıboş yaşayışım, acaba bir insanca yaşayış mıydı? İnsan olan insan, böyle mi hayat geçiriyordu? Bilemiyorum, fakat bu düşüncelerin verdiği tereddütlü tutum içinde, âdeta çırpınıyordum diyebilirim.
Baba dostu muhterem bir ihtiyar vardı. Onu görünce merhum ve muhterem sevgili babamı hatırlarım. O da beni görünce, bir baba şefkati ile halimi hatırımı sorardı. Onun o şefkati, kederli günlerimi neşelendirirdi. Bir oğlu vardı. Sınıf arkadaşımdı. Onun namaz kıldığını, namaz vakti gelince okul penceresinde, bazen hademe odasında namaz kıldığını görüyordum. Ona ruhumda bir takdirkârlık, hatta bir gıpta hissi duyuyordum. “Acaba,” diyordum, “Benim hayatım mı, yoksa onun hayatı mı insanca bir hayattır?” ayırt edemiyordum.
Bu sınıf arkadaşım nihayet üniversiteyi kazandı. Anadolu’nun saf, temiz ve sakin havasından (Ermenek) kalabalık bir şehre (Konya) geldi. Birgün bu arkadaşımın yanında bir sima: O da tanıdık! Hatırlayacak gibi oluyorum. Arkadaşım, okuduğu kitaptan bir aralık başını kaldırdı. Göz göze geldik. O da beni tanıdı. Tanıştık, seviştik.
“Gençlik mevzuunda bir bahis okuyordum” dedi.
Dedim: “Ben de dinleyeyim, devam edin.”
Evvelâ kitaba baktım: Gençlik Rehberi.
Müellifi: Bediüzzaman Said Nursî.
Biraz durakladım. Çünkü gazetelerde bu isim hakkında menfî şeyler işitmiştim. Fakat dinlemeliydim. İşte tam fırsattı. Dinlediklerim ile duyduklarımı karşılaştırıp bir hükme varmalıydım. Yaratılış itibarı ile biraz tahkikçiydim, körü körüne, ezbere, şu veya bu dedikodulara kulak asmayı mertlik hissime lâyık görmüyordum. Arkadaşım okuyordu, dinliyordum.
Ben öyle kendimi okunan kitaba vermiştim ki, bir aralık kendime geldim; iki saat geçmiş. Bu müddet içinde ruhumda bir kıpırdanış, bir başkalık oldu. Allah Allah! Ne olmuştum? Bir sihre mi tutulmuştum? Yoksa bir mıknatisiyet beni kendine mi çekmişti?
Ayrıldım. Fakat benim aklıma fikrime şunlar yer etmişti, yoksa akıl fikir ve ruhî varlığımı istilâ mı etmişti? Yoksa kalp ve dimağıma, silinmez bir yazı ile mi yazılmıştı, ne olmuştu. Ne olmuşsa olmuştu. Evet, şu cümleler kulağımda çın çın çınlıyordu, aklımı dimağımı kaplıyordu:
“Gençlik muhakkak gidecek!”
Dedim, “Dönmeliyim. Eyvah, ya oradan ayrılmışsa! Niçin adresini almadım?”
Koştum, gün batıyor. Dolmuşa bindim. Ah! Kalbim ferahladı. Arkadaşım hâlâ kitapla meşgul.
“Geldim!” dedim.
“Bana bu eseri bir haftalığına veremez misiniz? Yahut nereden temin edebilirim? Bir tane muhakkak almak istiyorum.”
Aldım, o gece geç vakte kadar okudum. Okuyordum. Çok yerlerini tam anlayamıyordum. Bu nasıl kitaptı? Hem anlamıyordum, hem anlıyordum. Anlamıyordum; zira anladığımı ifade edemiyordum. İfadeden aciz kalıyordum. Fakat içimde bir inkılâp, ruhumda bir sükûn, kalbimde bir sürur, derin tesir duyuyordum.
Sabahleyin uyandım. Güneş doğmuştu. İçimde bir hüzün, hem acı bir hüzün vardı. Acaba neden öğle vaktiydi? Minareden ezan sesi, İlâhî davet sesi kulağıma geldi. O ses, acımın sebebini ihtar etti. Sabahtan beri niçin namaz kılmamıştım? Bu acıyı ilk defa duyuyordum. O günde, evet o bahtiyar günde namaza başladım.
İşte Risale-i Nur’dan bir Gençlik Rehberi, o da, başta sadece bir kısmını okumakla, beni nasıl böyle İlâhî bir inkılâp, böyle insanca, Müslümanca yaşayışa doğru götüren bir kuvvet meydana getirmiş ve beni nasıl değiştirmişti.


Nurun Sadık Kahramanı, Zübeyir Gündüzalp


Hayatı, Mefkuresi, Yeni Asya Neşriyat, s. 85

YesilSancak!

Mesaj Sayısı : 278
Rep :
Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Left_bar_bleue0 / 1000 / 100Zübeyir GÜNDÜZALP Ağabey Right_bar_bleue

Points : -4
Kayıt tarihi : 05/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz