Bir Şehid Ailesinin Hikayesi!
:: EDEBİYAT DÜNYASI :: Makaleler
1 sayfadaki 1 sayfası
Bir Şehid Ailesinin Hikayesi!
Ebû Hureyre (ra)’dan rivâyetle Resûlullah (asm) buyurdu ki: “Şehidin duyduğu ölüm acısı herhangi birinizin duyduğu çimdik acısı kadardır.” (Tirmizî, 1326) Hani bir de Nemrut, İbrahim (as)’ı da ateşe atmıştı da, ateş de onun hakkında gül gülistan olmuştu. “Demek hayatlarını Allah’a adayanların bir mükafatı da bu olsa gerek” dedim. Bende ferahladım…
Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Katiyen beyan ediyorum ki kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyesi dahi fıtratlarındaki ulvî seciyelerindedir. Bu seciyeleri bozulmaktan kurtarmanın yegâne çaresi dâire-i İslâmiyetteki terbiye-i dîniyeden başka yoktur. (Hanımlar Rehberi)
Terbiye-i din ile fıtratındaki ulvî seciyelerini îmanıyla muhafaza eden mü’mine bir hanım kardeşimizin; başa gelebilecek en müthiş musibetler karşısında sarsılmadan nasıl ayakta durduğunu, kalbindeki îmanın tecellisi neticesinde sükûnete ve teselliye kavuştuğunu, o dehşetli hadiseleri hüsn-i nazarıyla kendi hakkında nasıl rahmete dönüştürdüğünü, kendisinden dinleyelim:
Hayatımın en zor pazar günüydü…
Sabah hiç bir şeyden habersiz eşimi her zamanki gibi göreve yollamıştım. Gidişinden bir saat sonra 9:30’da kapıma gelen polisler, arkadaşları olan eşimin şehid olduğu haberini bana ilettiler. Bütün dünya o an sanki başıma yıkılmıştı. Ne acı bir andı Yâ Rab!
Eşim özel harekât timinde görevli bir polis ti. Vazifesi özel zırhlı araç ile araziyi taramaktı. O sabah yine vazifeye çıkmıştı. Hiç beklenmedik bir anda uzaktan kumandayla patlatılan bomba ile araçlarını infilak ettirerek eşimi ve arkadaşlarını şehid etmişlerdi. O haberle içim o güne kadar hissetmediğim bir acıyla doldu ve gözlerimden sel gibi yaşlar akıyordu. Rabbime yalvarmaya başladım: “Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Sen yardım et! Sen bana metanet ver! Sen bana sabır ihsan et!”
Aynı günün akşamı eşimin defin merasimi için bir günlük mesafedeki köyümüze doğru yola çıktık. Başıma gelenleri idrak edemiyor ve acımı dindiremiyordum. Daha sabah üniformasıyla göreve gönderdiğim eşim tabutun içerisindeydi. Nasıl bir imtihandı. “Yâ Rab! Ben bu yükü kaldırabilecek miyim?” Dört aylık oğlum kucağımda, sekiz yaşındaki kızım yanımda, eşim önümüzdeki tabutda ilerliyorduk. Hepimiz şaşkındık. “O ölmedi” dedim. Bak önümüzde bize yol gösteriyor. O an kızımla göz göze geldik. Onunda gözleri yaşlıydı. Hadiseleri o küçük aklıyla anlamaya çalışıyordu. “Anne!” dedi. “Babama ne oldu? Yoksa öldü mü? Nereye gidiyor, bir daha yanımıza gelmeyecek mi?” dedi. Bir an durakladım. Ben de dehşete düştüm. Gerçekten eşimi ve çocuklarımın babasını bir daha göremeyecek miydik? Kızım ve ben teselli arıyorduk. Kızıma dedim. “Hayır kızım! Baban ölmedi. O şehid oldu. Cennete gidiyor. Bizim de vaktimiz geldiğinde biz de onun yanına gideceğiz.” dedim. Sonra kendime Risâle-i Nûr’dan ezberlediğim şu hakikati söyledim:
“Mevti veren odur. Hayat vazifesinden terhis eden de odur. Mevt îdam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir fâil-i hakîm tarafından bir terhistir. Bir tebdil-i mekândır. Saadeti ebediye tarafına vatan-ı asliyelerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” Bu sözler imdadımıza Hızır gibi yetişti. Ölümün hakîkatini gösteren bu sözlerle o vahşetli ahval birden hakkımız da ibretli tenezzühgâha dönüştü.Yol boyunca ilerliyorduk. Bir an ölüm anı geldi aklıma. Yanarak can vermişti eşim. Bu yüzden cesedini göstermediler bana. Tabutunu hiç açtırmadılar. Yine içim yanmaya başladı. Onun ölüm anındaki acısını düşündüm. “Ne acı bir ölüm anıdır.” dedim. “Çok acı çekti mi Yâ Rab?” Yine tarif edilmez bir duyguyla gözlerimden yaşlar akarken kalbime teselli de Rabbimden geldi.
Ebû Hureyre (ra)’dan rivâyetle Resûlullah (asm) buyurdu ki: “Şehidin duyduğu ölüm acısı herhangi birinizin duyduğu çimdik acısı kadardır.” (Tirmizî, 1326) Hani bir de Nemrut, İbrahim (as)’ı da ateşe atmıştı da, ateş de onun hakkında gül gülistan olmuştu. “Demek hayatlarını Allah’a adayanların bir mükafatı da bu olsa gerek” dedim. Bende ferahladım…
Kalbimden Rabbim’e sordum. “Rabbim! Ben bu çocuklarımı nasıl tek başıma terbiye edip büyüteceğim? Babalarının eksikliğini kendilerinde nasıl hissettirmeyeceğim? Daha çok küçükler!” Sonra kalbime geldi ki! “Senin vazifen şehidimizin evlatlarını muhafaza etmek ve yuvayı ayakta tutup şefkatinle, merhametinle terbiye-i diniye içinde büyütmektir. Gerisi Allah’ın vazifesidir.” denildi. Resûlullah’ın hadîs-i şerifinde belirttiği gibi, “Yetimi koruyup kollamak bana aittir. Onlar bana emanettir.” “Hasbunallâhü veni’mel-vekîl” dedim. Duâ etmeye başladım...“Peki” dedim! “Bu zâlimlerin zulmü mazlumların ahı yerde mi kalacak? Bu dünyada zalim zulmüyle kalıyor.” “Demek ki” dedim! “Mahkeme-i Kübra var. Rabbimin tabiriyle yapılan en küçük bir iyiliğin mükâfatı ve en küçük bir kötülüğün mücazatı verilecek olan dar-ı ahiret var. Madem Allah var. O zaman her şey var. Biz onları idam-ı ebedi olan cehennem hapsine mahkum görmekle intikamımızı onlardan alacağız inşaallah.”
Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi, bende derim.
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
Gün ağarmaya başlamıştı. Gözlerimden akan yaşlar yüzümde kurumuştu. Köyümüze varmıştık. Mahşerî bir kalabalık karşıladı bizi. Lisanlarda tekbirler, gözlerde öfke vardı. Şehîdimizin tabutu binlerce ellerin üstündeydi. Eşim dünyadaki son durağı olan kabre götürülüyordu cesedi toprağa indirilirken ardından Mehmet Akif’in lisanından şöyle seslendim:
“Ey bu toprak için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer.
Sana dar gelecek makberi kimler kazsın.
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber.
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.”
Ey şehidim, öbür yanım, evlatlarımın babası, vatanımın koruyucusu, sen rahat ol! Dünyadaki evine ben sahip çıkarım. Çocuklarını aynı senin gibi vatana ve millete hayırlı bir evlat, Allah’ın râzı olduğu bir kul gibi yetiştireceğim. Benim de senden isteğim şudur ki! Şefaatinden bizi mahrum eyleme. Rabbim de inşaallah bizi birbirimizden ayırmaz. Canımızı, malımızı Allah yolunda sarf ettirmeyi bizlere de nasip eyler. Âmin. Âmin. Âmin.
Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Katiyen beyan ediyorum ki kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyesi dahi fıtratlarındaki ulvî seciyelerindedir. Bu seciyeleri bozulmaktan kurtarmanın yegâne çaresi dâire-i İslâmiyetteki terbiye-i dîniyeden başka yoktur. (Hanımlar Rehberi)
Terbiye-i din ile fıtratındaki ulvî seciyelerini îmanıyla muhafaza eden mü’mine bir hanım kardeşimizin; başa gelebilecek en müthiş musibetler karşısında sarsılmadan nasıl ayakta durduğunu, kalbindeki îmanın tecellisi neticesinde sükûnete ve teselliye kavuştuğunu, o dehşetli hadiseleri hüsn-i nazarıyla kendi hakkında nasıl rahmete dönüştürdüğünü, kendisinden dinleyelim:
Hayatımın en zor pazar günüydü…
Sabah hiç bir şeyden habersiz eşimi her zamanki gibi göreve yollamıştım. Gidişinden bir saat sonra 9:30’da kapıma gelen polisler, arkadaşları olan eşimin şehid olduğu haberini bana ilettiler. Bütün dünya o an sanki başıma yıkılmıştı. Ne acı bir andı Yâ Rab!
Eşim özel harekât timinde görevli bir polis ti. Vazifesi özel zırhlı araç ile araziyi taramaktı. O sabah yine vazifeye çıkmıştı. Hiç beklenmedik bir anda uzaktan kumandayla patlatılan bomba ile araçlarını infilak ettirerek eşimi ve arkadaşlarını şehid etmişlerdi. O haberle içim o güne kadar hissetmediğim bir acıyla doldu ve gözlerimden sel gibi yaşlar akıyordu. Rabbime yalvarmaya başladım: “Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Sen yardım et! Sen bana metanet ver! Sen bana sabır ihsan et!”
Aynı günün akşamı eşimin defin merasimi için bir günlük mesafedeki köyümüze doğru yola çıktık. Başıma gelenleri idrak edemiyor ve acımı dindiremiyordum. Daha sabah üniformasıyla göreve gönderdiğim eşim tabutun içerisindeydi. Nasıl bir imtihandı. “Yâ Rab! Ben bu yükü kaldırabilecek miyim?” Dört aylık oğlum kucağımda, sekiz yaşındaki kızım yanımda, eşim önümüzdeki tabutda ilerliyorduk. Hepimiz şaşkındık. “O ölmedi” dedim. Bak önümüzde bize yol gösteriyor. O an kızımla göz göze geldik. Onunda gözleri yaşlıydı. Hadiseleri o küçük aklıyla anlamaya çalışıyordu. “Anne!” dedi. “Babama ne oldu? Yoksa öldü mü? Nereye gidiyor, bir daha yanımıza gelmeyecek mi?” dedi. Bir an durakladım. Ben de dehşete düştüm. Gerçekten eşimi ve çocuklarımın babasını bir daha göremeyecek miydik? Kızım ve ben teselli arıyorduk. Kızıma dedim. “Hayır kızım! Baban ölmedi. O şehid oldu. Cennete gidiyor. Bizim de vaktimiz geldiğinde biz de onun yanına gideceğiz.” dedim. Sonra kendime Risâle-i Nûr’dan ezberlediğim şu hakikati söyledim:
“Mevti veren odur. Hayat vazifesinden terhis eden de odur. Mevt îdam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir fâil-i hakîm tarafından bir terhistir. Bir tebdil-i mekândır. Saadeti ebediye tarafına vatan-ı asliyelerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” Bu sözler imdadımıza Hızır gibi yetişti. Ölümün hakîkatini gösteren bu sözlerle o vahşetli ahval birden hakkımız da ibretli tenezzühgâha dönüştü.Yol boyunca ilerliyorduk. Bir an ölüm anı geldi aklıma. Yanarak can vermişti eşim. Bu yüzden cesedini göstermediler bana. Tabutunu hiç açtırmadılar. Yine içim yanmaya başladı. Onun ölüm anındaki acısını düşündüm. “Ne acı bir ölüm anıdır.” dedim. “Çok acı çekti mi Yâ Rab?” Yine tarif edilmez bir duyguyla gözlerimden yaşlar akarken kalbime teselli de Rabbimden geldi.
Ebû Hureyre (ra)’dan rivâyetle Resûlullah (asm) buyurdu ki: “Şehidin duyduğu ölüm acısı herhangi birinizin duyduğu çimdik acısı kadardır.” (Tirmizî, 1326) Hani bir de Nemrut, İbrahim (as)’ı da ateşe atmıştı da, ateş de onun hakkında gül gülistan olmuştu. “Demek hayatlarını Allah’a adayanların bir mükafatı da bu olsa gerek” dedim. Bende ferahladım…
Kalbimden Rabbim’e sordum. “Rabbim! Ben bu çocuklarımı nasıl tek başıma terbiye edip büyüteceğim? Babalarının eksikliğini kendilerinde nasıl hissettirmeyeceğim? Daha çok küçükler!” Sonra kalbime geldi ki! “Senin vazifen şehidimizin evlatlarını muhafaza etmek ve yuvayı ayakta tutup şefkatinle, merhametinle terbiye-i diniye içinde büyütmektir. Gerisi Allah’ın vazifesidir.” denildi. Resûlullah’ın hadîs-i şerifinde belirttiği gibi, “Yetimi koruyup kollamak bana aittir. Onlar bana emanettir.” “Hasbunallâhü veni’mel-vekîl” dedim. Duâ etmeye başladım...“Peki” dedim! “Bu zâlimlerin zulmü mazlumların ahı yerde mi kalacak? Bu dünyada zalim zulmüyle kalıyor.” “Demek ki” dedim! “Mahkeme-i Kübra var. Rabbimin tabiriyle yapılan en küçük bir iyiliğin mükâfatı ve en küçük bir kötülüğün mücazatı verilecek olan dar-ı ahiret var. Madem Allah var. O zaman her şey var. Biz onları idam-ı ebedi olan cehennem hapsine mahkum görmekle intikamımızı onlardan alacağız inşaallah.”
Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi, bende derim.
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
Gün ağarmaya başlamıştı. Gözlerimden akan yaşlar yüzümde kurumuştu. Köyümüze varmıştık. Mahşerî bir kalabalık karşıladı bizi. Lisanlarda tekbirler, gözlerde öfke vardı. Şehîdimizin tabutu binlerce ellerin üstündeydi. Eşim dünyadaki son durağı olan kabre götürülüyordu cesedi toprağa indirilirken ardından Mehmet Akif’in lisanından şöyle seslendim:
“Ey bu toprak için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer.
Sana dar gelecek makberi kimler kazsın.
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber.
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.”
Ey şehidim, öbür yanım, evlatlarımın babası, vatanımın koruyucusu, sen rahat ol! Dünyadaki evine ben sahip çıkarım. Çocuklarını aynı senin gibi vatana ve millete hayırlı bir evlat, Allah’ın râzı olduğu bir kul gibi yetiştireceğim. Benim de senden isteğim şudur ki! Şefaatinden bizi mahrum eyleme. Rabbim de inşaallah bizi birbirimizden ayırmaz. Canımızı, malımızı Allah yolunda sarf ettirmeyi bizlere de nasip eyler. Âmin. Âmin. Âmin.
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
:: EDEBİYAT DÜNYASI :: Makaleler
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz