İSLAMIN İLK MUALLİMİ MUS'AB BİN UMEYR r.a.
1 sayfadaki 1 sayfası
İSLAMIN İLK MUALLİMİ MUS'AB BİN UMEYR r.a.
Mus´ab bin Umeyr
Varlikli bir ailenin nazli cicegi...
Ikiyüz dirhemlik kiyafetleriyle mekkelilerin hayranlikla seyrettigi...
En iyi giyinen, en güzel kokulari süren, en yakisikli olan, annesinin gözbebegi...
mekke sokaklarini aydinlatan yüzü islamin nuruyla daha bir parlak olmustu, gönlündeki caglayani saklamaya calismissada icine sigmayan hakikatler disariya akmis ve Erkamin evinde, kainatin Sultaninin önünde Kelime´i sehadet getirdigi anlasilmisti...
biricik oglunun teline kiyamayan anne bu haber karsisina öfkesinden adeta cilgina dönmüstü... ogluna kizar, hakaret eder ve onu yeni dininden döndürmek icin elinden gelenleri yapar...
ne bilsindi annesi, Musab Muhammed´ul Emini görmüstür, onun tarafindan görülmüstür... öyle bir bakmistirki gözlerine o efendiler efendisi... öyle derin bakmistirki... yillardir bosluga dogru akan bir nehirdi... Nehirler özledikleri yere akarlar... Musab bulmustu... okyanusunu bulmustu.. sonsuz ummanini bulmustu... ummaninda kayboldugu sevgiliyi bulmustu... sevgilinin ötesinde sevgiliyi bulmustu...
annesinin hapsettigi odada neylesindi Musab aydinligi gönlünün nuru parlarken... yüregi zenginken neylesindi satafatli elbiselerini , o sonsuz hazineyi bulmustu... ne bilsindi annesi.. imanin güzelligini... vazgecilmezligini...
bir tarafta mekke müsriklerinin, bir tarafta annesinin baskisi... bunlar degildi belki Musabin kalbini sizlatanlar ama hicret ediliyordu ve müslümanlar bölük bölük ayriliyorlardi vahyin kalbinden... kalinirmiydi burada, Rasulullahin dostalari bir bir habesistana giderken... geri kalabilirmiydi Musab...
bir yolunu bulup sevgilisinin emri üzere hicret etmisti... mekkenin toptan iman ettigi haberi yayilinca hemen dönüp gelmis, ama mekkede iskencelerin arttigini ve müslümanlar icin artik hayat dayanilmaz bir hal aldigini görmüstü...
baskilar, iskenceler, sikintilar, maddi imakansizlikalar, acliklar... döndürebilirmiydi Musablari dininden...tekrar karanliga hapsedebilirmiydi onlari... ah ne bilsindi annesi ve ne bilsindi mekke müsrikleri... imanin güzelligini... vazgecilmezligini...
Eski lüx hayatini geride birakan Musab Islamin ilk ögretmeni olarak önce medine sokaklarini sonra medine haklinin gönüllerini nurlandirmisti...
Ve öldügünde Musabin üzerinde kefen olak tüm vucudunu örtmeyen bir hirka vardi... görenler yazikmi demislerdi... ikiyüz dirhemlik kiyafetler makkelilerin hayranlikla seyrettigi genc yazik, mi demislerdi... ne bilsinlerdi imanin güzelligini, essiz lezzetini, yüregine sundugu zenginligi...ne bilsinlerdi... vazgecilmezligini...
21 Yüzyilda Mus´ab olmak...
Canimiz, malimiz, annemiz, babamiz sana feda olsun ya rasulallah sözünü caglar ötesinden bu güne tasimak... anadan, yardan, serden gecmek, Mus´ab gibi... satafatli ve lüks bir hayati geride birakmak...adimlamak, yürümek, kosmak sonsuz ummana dogru, Nehir olmak, cosmak, caglamak, aramak ve bulmak... bulmak ve nihayetinde olmak, dosdogru olmak, Mus´ab gibi...
Musab olmak... depresyonlarin, sikintilarin, bosluklarin,manevi huzursuzluklarin kol gezdigi su cagimizda "islam"i kesfetmek, cogumuz icin yeniden müserreflenmek olmayacak ama, yaniden kesfetmek, yeniden aydinlanmak islamin nuruyla, yeniden kalplere huzuru, ferahi, davet etmek, aydinligin kalblerimize süzülmesine izin vermek yeniden, tüm kara lekeleri gözyasiyla yikamak, ve yeniden baslamak hayata. Bütün cilelere, sikintilara, ragmen, direnmek, vacgecmemek, taviz vermemek...
Musab gibi...
Varlikli bir ailenin nazli cicegi...
Ikiyüz dirhemlik kiyafetleriyle mekkelilerin hayranlikla seyrettigi...
En iyi giyinen, en güzel kokulari süren, en yakisikli olan, annesinin gözbebegi...
mekke sokaklarini aydinlatan yüzü islamin nuruyla daha bir parlak olmustu, gönlündeki caglayani saklamaya calismissada icine sigmayan hakikatler disariya akmis ve Erkamin evinde, kainatin Sultaninin önünde Kelime´i sehadet getirdigi anlasilmisti...
biricik oglunun teline kiyamayan anne bu haber karsisina öfkesinden adeta cilgina dönmüstü... ogluna kizar, hakaret eder ve onu yeni dininden döndürmek icin elinden gelenleri yapar...
ne bilsindi annesi, Musab Muhammed´ul Emini görmüstür, onun tarafindan görülmüstür... öyle bir bakmistirki gözlerine o efendiler efendisi... öyle derin bakmistirki... yillardir bosluga dogru akan bir nehirdi... Nehirler özledikleri yere akarlar... Musab bulmustu... okyanusunu bulmustu.. sonsuz ummanini bulmustu... ummaninda kayboldugu sevgiliyi bulmustu... sevgilinin ötesinde sevgiliyi bulmustu...
annesinin hapsettigi odada neylesindi Musab aydinligi gönlünün nuru parlarken... yüregi zenginken neylesindi satafatli elbiselerini , o sonsuz hazineyi bulmustu... ne bilsindi annesi.. imanin güzelligini... vazgecilmezligini...
bir tarafta mekke müsriklerinin, bir tarafta annesinin baskisi... bunlar degildi belki Musabin kalbini sizlatanlar ama hicret ediliyordu ve müslümanlar bölük bölük ayriliyorlardi vahyin kalbinden... kalinirmiydi burada, Rasulullahin dostalari bir bir habesistana giderken... geri kalabilirmiydi Musab...
bir yolunu bulup sevgilisinin emri üzere hicret etmisti... mekkenin toptan iman ettigi haberi yayilinca hemen dönüp gelmis, ama mekkede iskencelerin arttigini ve müslümanlar icin artik hayat dayanilmaz bir hal aldigini görmüstü...
baskilar, iskenceler, sikintilar, maddi imakansizlikalar, acliklar... döndürebilirmiydi Musablari dininden...tekrar karanliga hapsedebilirmiydi onlari... ah ne bilsindi annesi ve ne bilsindi mekke müsrikleri... imanin güzelligini... vazgecilmezligini...
Eski lüx hayatini geride birakan Musab Islamin ilk ögretmeni olarak önce medine sokaklarini sonra medine haklinin gönüllerini nurlandirmisti...
Ve öldügünde Musabin üzerinde kefen olak tüm vucudunu örtmeyen bir hirka vardi... görenler yazikmi demislerdi... ikiyüz dirhemlik kiyafetler makkelilerin hayranlikla seyrettigi genc yazik, mi demislerdi... ne bilsinlerdi imanin güzelligini, essiz lezzetini, yüregine sundugu zenginligi...ne bilsinlerdi... vazgecilmezligini...
21 Yüzyilda Mus´ab olmak...
Canimiz, malimiz, annemiz, babamiz sana feda olsun ya rasulallah sözünü caglar ötesinden bu güne tasimak... anadan, yardan, serden gecmek, Mus´ab gibi... satafatli ve lüks bir hayati geride birakmak...adimlamak, yürümek, kosmak sonsuz ummana dogru, Nehir olmak, cosmak, caglamak, aramak ve bulmak... bulmak ve nihayetinde olmak, dosdogru olmak, Mus´ab gibi...
Musab olmak... depresyonlarin, sikintilarin, bosluklarin,manevi huzursuzluklarin kol gezdigi su cagimizda "islam"i kesfetmek, cogumuz icin yeniden müserreflenmek olmayacak ama, yaniden kesfetmek, yeniden aydinlanmak islamin nuruyla, yeniden kalplere huzuru, ferahi, davet etmek, aydinligin kalblerimize süzülmesine izin vermek yeniden, tüm kara lekeleri gözyasiyla yikamak, ve yeniden baslamak hayata. Bütün cilelere, sikintilara, ragmen, direnmek, vacgecmemek, taviz vermemek...
Musab gibi...
Geri: İSLAMIN İLK MUALLİMİ MUS'AB BİN UMEYR r.a.
MUS'AB İBN UMEYR (r.a)
(v.3/625 m).
Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).
Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.
Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.
Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.
Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).
Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn Sa'd a.g.e., III, 120).
Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar.
Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).
Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.
Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Mehmet Emin AY
(v.3/625 m).
Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).
Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.
Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.
Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.
Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).
Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn Sa'd a.g.e., III, 120).
Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar.
Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).
Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.
Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Mehmet Emin AY
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz