Hallac-ı Mansur
1 sayfadaki 1 sayfası
Hallac-ı Mansur
Hallac-ı Mansur
Bin yıl önce yaşamış olan Evliyadan Hallac-ı Mansur hazretleri, bir cezbe anında o kadar kendinden geçiyor ve Allah'ın nuru içinde öyle bir kayboluyor ki "ene'l-Hakk" diyor.Manası; "Ben Cenab-ı Hakk'ım"..
Dönemin zahiri alimleri onu hemen, uluhiyet (ilahlık) davasında bulundu diye hapse attırıyorlar..Aylarca süren işkencelerden sonra dönemin Kadısının verdiği fetva ile, Bağdat meydanında herkese ibret olması için , önce ayakları ve kolları kesiliyor, ardından gözleri oyuluyor ve son olarak da başı kesilip vücudu ateşe veriliyor..Ve külleri Fırat nehrine atılıyor..Gece Fırat nehri öyle bir kabarıyor ki, nerdeyse bütün Bağdat'ı yerle bir edecek, hemen talebelerinden bir zat, hocasının vasiyeti gereği onun cübbesini suya atıyor ve nehir durgunlaşıyor..
Halbuki o mübarek zatın demek istediği "ene ale'l-Hakk" yani "ben Hakk Teala'nın yolu üzerineyim"..
Fakat bu yol öyle bir yoldur ki; Nice kelleler gider de soran olmaz...
İşte bu mübarek zat idam edilmeye götürülürken bütün halk sokaklara çıkmış "yuh" sesleri içinde o zata taş atıyorlar. Hallac-ı Mansur ise gülümsüyor, Fakat onu tanıyanlardan , sevenlerinden bir tanesi ona gül atıyor. O mübarek oraya yıkılıyor ve bir âh sesi yükseliyor semaya doğru ve ağzından o kelimeler dökülüyor: "Hâlden anlayanın bir Gülü yeter..."
İşte Necip Fazıl Kısakürek o anı ne güzel anlatıyor :
Mercan mercan, uçuk dudağında kan,
İnci inci, soluk şakağında ter.
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan
Bu meydan aşıktan canını ister.
Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı;
Diyordun, geldikçe üstüste acı:
Bir azap isterim bundan da beter.
Sana taş attılar, sen gülümsedin,
Dervişin bir çiçek attı, inledin,
Bağrımı delmeye taş yetmez, dedin,
Halden anlayanın bir gülü yeter..
Necip Fazıl Kısakürek
Bin yıl önce yaşamış olan Evliyadan Hallac-ı Mansur hazretleri, bir cezbe anında o kadar kendinden geçiyor ve Allah'ın nuru içinde öyle bir kayboluyor ki "ene'l-Hakk" diyor.Manası; "Ben Cenab-ı Hakk'ım"..
Dönemin zahiri alimleri onu hemen, uluhiyet (ilahlık) davasında bulundu diye hapse attırıyorlar..Aylarca süren işkencelerden sonra dönemin Kadısının verdiği fetva ile, Bağdat meydanında herkese ibret olması için , önce ayakları ve kolları kesiliyor, ardından gözleri oyuluyor ve son olarak da başı kesilip vücudu ateşe veriliyor..Ve külleri Fırat nehrine atılıyor..Gece Fırat nehri öyle bir kabarıyor ki, nerdeyse bütün Bağdat'ı yerle bir edecek, hemen talebelerinden bir zat, hocasının vasiyeti gereği onun cübbesini suya atıyor ve nehir durgunlaşıyor..
Halbuki o mübarek zatın demek istediği "ene ale'l-Hakk" yani "ben Hakk Teala'nın yolu üzerineyim"..
Fakat bu yol öyle bir yoldur ki; Nice kelleler gider de soran olmaz...
İşte bu mübarek zat idam edilmeye götürülürken bütün halk sokaklara çıkmış "yuh" sesleri içinde o zata taş atıyorlar. Hallac-ı Mansur ise gülümsüyor, Fakat onu tanıyanlardan , sevenlerinden bir tanesi ona gül atıyor. O mübarek oraya yıkılıyor ve bir âh sesi yükseliyor semaya doğru ve ağzından o kelimeler dökülüyor: "Hâlden anlayanın bir Gülü yeter..."
İşte Necip Fazıl Kısakürek o anı ne güzel anlatıyor :
Mercan mercan, uçuk dudağında kan,
İnci inci, soluk şakağında ter.
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan
Bu meydan aşıktan canını ister.
Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı;
Diyordun, geldikçe üstüste acı:
Bir azap isterim bundan da beter.
Sana taş attılar, sen gülümsedin,
Dervişin bir çiçek attı, inledin,
Bağrımı delmeye taş yetmez, dedin,
Halden anlayanın bir gülü yeter..
Necip Fazıl Kısakürek
güney- Mesaj Sayısı : 581
Nerden : mardin
Rep :
Points : -12
Kayıt tarihi : 05/08/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz