Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dinimiz de Aşk...

Aşağa gitmek

Dinimiz de Aşk... Empty Dinimiz de Aşk...

Mesaj tarafından VUSLATZELİHA Paz Ağus. 10 2008, 11:32

Aşk yok, muhabbet var



Kur’an—ı Kerim’de aşk sözcüğü yer almıyor. Sevgiyle ilgili ayetlerde
daha çok hub, meveddet ve muhabbet kelimeleri kullanılıyor. Ancak
kelime olarak olmasa bile anlam olarak Kur’an—ı Kerim’de aşk pek çok
yerde geçiyor; “İman edenler Allah’ı daha şiddetle severler” (Bakara,
2/165). İslam alimleri de aşkı aşırı sevgi olarak tanımlamışlar.
Zeliha’nın Hz. Yusuf’a duyduğu sevgi de (Yusuf Suresi, 12/30) aşkın
tanımına uyuyor. Kur’an—ı Kerim’de bu sureye Ahsenül—Kasas (Hikayelerin
en güzeli) denilmiş. Hz. Yusuf ile Züleyha’nın aşk macerası daha
sonraki şairler için de esin kaynağı olmuş ve bu hikaye çerçevesinde
mesneviler kaleme alınmış.



Muhabbet ise; “Maddi veya manevi haz veren bir şeye duyulan meyil,
bir nesneye ya da şahsa ilgi göstermeye iten duygu” olarak tanımlanmış.
Ancak kimi alimler buna da karşı çıkmış ve muhabbetin insani bir duygu
olarak tanımının yapılmasının imkansız olduğunu söylemişler. İşte
tanımlanamayan muhabbetin ileri boyutuna aşk denmiş. İkisi arasında
nasıl bir sınır olduğu ise belirlenememiş. Zaten bu yüzden de İslam
tarihinde aşk yerine muhabbet, muhabbet yerine de aşk terimleri
kullanılmış.



Kur’an’daki bir çok ayette, Peygamber Efendimizin “Habibullah
(Allah’ın sevgilisi) olarak anılması da İslam’ın aşka verdiği önemi
göstermesi bakımından dikkat çekici olsa gerek. Sûfilere göre Allah’ın
sevgiyle tecelli etmesinden âlem meydana gelmiştir. Bu görüşü
benimseyenlere göre âlem aşktan yaratıldığı için her zerrede aşkın
izini görmek mümkün.



Aşkla ilgili İslam tarihinde söylenmiş o kadar çok söz var ki,
bunların hepsini yazmaya kalksak biz yazmaktan, siz de okumaktan
bıkarsınız. Zaten bizim de İslam’ın aşk terminolojisinin tarihsel
gelişimini izlemek gibi bir düşüncemiz yok. Kesin olan bir şey var:
İslam ne aşka, ne de âşıklara kapıyı kapatmış. Aksine yaratıcısının aşk
üzerine kurdum dediği tabiatta aşkın yaşatılmasını istemiş. Başlangıçta
İslam alimleri aşk sözcüğünü kullanmaktan çekinse bile, İslam’ın ikinci
yüzyılından itibaren aşk gerek kelime, gerekse anlam olarak İslamî
terminolojideki yerini almış. Aşkın çeşitleri üzerine kafa yorulmuş.
Aşkı kimileri iki alt başlıkta, kimileri ise beş alt başlıkta
incelemiş. Aşk konusunda yazılan tasavvufi eserlerin en genişi olan
Ahbarü’l Aşıkîn kitabının yazarı Ruzbihan—ı Bakli, aşkı; behimi
(hayvani), tabii, ruhani, akli ve ilahi olarak beşe ayırmış.



Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr.
Süleyman Uludağ, İslam Ansiklopedisi’nin aşk ile ilgili maddesinde
Bakli’nin beşe ayırdığı aşk ile ilgili şunları yazmış: Behimi aşk
ayyaş, günahkar ve aşağılık kimselerin tanıdıkları nefs—i emmarenin
eseri olup aslında heva ve hevesten ibaret olan aşktır; şehveti ve
nefsi arzuları tatmin etmeyi hedef alır. Makul ve meşru çerçevede
olmayan behimi aşk kötü ve günahtır. Tabii aşk, unsurlardaki letafetten
hasıl olan maddi ve cismani bir aşk olup aklın ve ilmin hakimiyetinde
olmazsa kötüdür. Ruhani aşk seçkinlerde bulunan maddi ve manevi
güzelliklere karşı duyulan aşktır. Böyle bir aşka tutulan kimse
kendisini şehvetten korursa bu aşk onu arifler derecesine
ulaştırabilir. Akli aşk ise melekût aleminde tecelli eden güzellikleri
temaşadan hasıl olur. İlahi aşka buradan geçilir. İlahi aşk aşkların en
yücesidir.



Bakli, aşkı beşe ayırmış olmasına rağmen İslami literatürde hakim
olan düşünce aşkın iki çeşidi olduğu yönünde. Bunlardan birincisi ilahi
aşk, ikincisi ise beşeri aşk. Yaygın görüşe göre aslolan ilahi aşktır.
Beşeri aşk ise daha çok bir araçtır. Tasavvufçular, beşeri aşkı ilahi
aşka götüren bir vasıta olarak görürler. Aşk üzerine yaratılan bu
dünyada amaç yaratanı sevmektir. Yaratanın âşık olduğuna âşık olmaktır.
Yine tasavvufta Peygamberimizin Allah’a âşık olduğu gibi, Allah’ın da
resulüne aşık olduğu düşüncesi yaygın olduğu için, insanların beşeri
aşklar yerine ilahi aşka yönelmeleri tavsiye edilmiş.



Mutasavvıfların aşka bu kadar önem vermelerinin nedeni akılla
Allah’a ulaşmanın mümkün olamayacağını savunmalarıydı. Onlara göre
Allah’a varmak ancak aşkla mümkün olabilirdi. Mevlânâ da aklın dünyevi
işlerdeki fonksiyonunun öbür dünya ile ilgili durumlarda yeterli
olmadığını söylemiş. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim
Görevlilerinden Prof. Dr. Mustafa Kara’ya göre insani aşk güzel ama
asli hedef değil; “Hedef, bu temeller üzerinde yükselecek abide ile
birlikte ballar balını aramaktır. Hedef, bu insani aşkın sağladığı
gönül devleti ile kalb dünyamızın imkanlarını genişletmek ve
geliştirmektir. Hedef, tam kapasite ile çalışan bir gönülle gönüller
sultanına doğru kanatlanıp uçmaktır. Esas yiğitlik, insani aşkı ilahi
aşka dönüştürebilmektir.”



İnsanlar birbirine âşık olabilir



Prof. Dr. Kara esas yiğitliğin insani aşkı ilahi âşka dönüştürmek
olduğunu söylerken, önemli bir gerçeğe daha dikkat çekiyor. Evet insani
aşk vardır ve önemlidir. Yine Kara’nın söyledikleri yıllardır devam
eden bir tartışmadan ipuçları veriyor. İslam alimleri beşeri aşk ile
ilahi aşk arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği hususunda hiç bir
zaman tam bir mutabakat içinde olmamışlar. Ağırlıklı görüş beşeri aşkın
bir araç olduğu yönünde iken, önemli sayıda din bilgini de bütün beşeri
aşkların ilahi aşka gitmesi gerekmediğini, beşeri aşkın da başlı başına
bir olgu olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemişler. Prof. Dr.
Süleyman Uludağ da beşeri aşkın sadece bir araç olmadığını
düşünenlerden; “Pek çok aşk hikayesi vardır ki, ilahi aşka ulaşmadan
noktalanmıştır. Tabii ki beşeri aşktan ilahi aşka geçişlerin yaşandığı
aşklar da olmuştur. Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’unda anlatılan aşk
böyledir. Mutasavvıflara göre aslolan ilahi aşktır. Ama ilahi aşka
yabancı olanların beşeri aşkı yaşamaları, aşkı yaşamamalarından daha
iyidir. Zira beşeri aşkı yaşayanlar ilahi aşk alanında daha kolay
mesafe kaydederler. Onun için mürit olmak maksadıyla dergaha gelen
tâlibe şeyhin ilk sorusu; ‘Hiç âşık oldun mu’ olur. Talibin cevabı
hayır olursa bu defa şeyh ona der ki; “Var, git âşık ol da öyle gel’.”
Muhiddin—i Arabi ise aşkı tabii, ruhi ve ilahi olarak üçe ayırmış ve
şöyle demiştir; “Mecazi aşk, hakiki aşka giden yolda bir deneyiş, belki
bir duraktır. Hakiki aşka erişmek için mecazi aşk şart değildir. Ama
olursa da kötü karşılanmaz.”



Âşıktır, hoşgörü ister



Kur’an—ı Kerim’de beşeri aşka tamamiyle insani ve doğal bir olay
olarak bakılmış, dini ve ahlaki kuralların ihlal edilmediği aşk
kötülenmemiş, aksine tutkun ve sevdalı oldukları halde iffet ve
namuslarını koruma başarısını gösterenler takdir edilip örnek kişiler
olarak gösterilmiş. Beşeri aşka tamamen insani ölçülerle yaklaşıldığı
için de âşık olmak, sevdalanmak, birine vurulmak insanın iradesi
dışında gelişen bir duygu olarak kabul edilmiş. Bu yüzden âşıklara
mecnun ya da divane denilmiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Ebu Davut’un
naklettiği bir hadisinde “Senin bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır
eder” diyerek, aşıkın içinde bulunduğu ruh halini anlatmış. Yine
Kur’an—ı Kerim’de yer alan bir ayette (Âl—i İmran 14); “Kadınlara,
oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere,
ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir”
denilerek kadınlara ilgi duymanın, onları sevmenin hiçbir sakıncası
olmadığı anlatılmış. Bir başka hadiste (Nesai— İşretünnisa)
“Kadınlardan sonra Allah resulüne en sevgili olan şey atlardır”
buyrulmuş. Yine Nesai İşretünnisa’da yer alan bir hadise göre Peygamber
Efendimiz, “Dünyada bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Asıl gözümün
aydınlığı ise namazdır” diyerek, karşı cinse olan duygunun, ne kadar
insani olduğunu göstermiş.



Beşeri aşka karşı çıkanların dahi reddedemedikleri şey, hiçbir yerde
bu aşkın yasak olduğuna dair bir hükmün bulunmaması. Ancak tabii ki
kastettiğimiz aşk meşru zemin içinde yaşanacak. Cinsellikten
arındırılmış, tamamen hissi duygularla yaşanan aşktan sözediyoruz.
Birincisi Bakli’nin dediği gibi hayvani aşka giriyor ki, bu kesinlikle
yasak. Cinsellikten arındırılmış bir aşka ise din şehitlik mertebesini
dahi açık bırakıyor.
VUSLATZELİHA
VUSLATZELİHA

Mesaj Sayısı : 182
Nerden : ANKARA
Rep :
Dinimiz de Aşk... Left_bar_bleue1 / 1001 / 100Dinimiz de Aşk... Right_bar_bleue

Points : 30
Kayıt tarihi : 31/07/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Dinimiz de Aşk... Empty Geri: Dinimiz de Aşk...

Mesaj tarafından VUSLATZELİHA Paz Ağus. 10 2008, 11:33

Aşkın edebiyatı



Aşkı keşfeden ve tartışan sadece İslam alimleri olmamış. Şairler ve
yazarlar da aşk üzerine şiirler, denemeler yazmışlar. İslam edebiyatına
baktığımız zaman, özellikle şiirin neredeyse tamamen aşk teması üzerine
kurulmuş olduğunu görüyoruz. İslam edebiyatında aşkın zirveye çıkışı
ise divan edebiyatı ile olmuş. Prof. Dr. İskender Pala divan
edebiyatının baştan sona aşkın beyanıyla dolu olduğunu ve aşk konusunda
söylenmemiş bir söz bırakılmadığını söylerken klasik edebiyatımızın
aşka verdiği önemi anlatıyor. Pala’ya göre divan edebiyatında her türlü
aşk vardı. Tabii aşktan ilahi aşka, mecazi aşktan ruhani aşka, platonik
aşktan bedensel aşka bütün aşklar anlatılmış. Her aşk kendi şairini
çıkarmış.



Platonik aşk Fuzuli ile zirveye çıkmış. Fuzuli’ye göre vuslata
erişmeyen aşk en güzel aşktı. O, aşkında istiğna sahibiydi ve sevgiliye
yük olmak istemezdi. Bu nedenle de sevgiliden ne iyilik, ne iltifat
beklerdi. Almadan vermek, kazanmadan kaybetmek taraftarıydı. Kaleme
aldığı Leyla ile Mecnun mesnevisinde de ilahi aşka giden yolu
göstermiş. Fuzuli’nin şu itirafı Divan şairlerinin platonik aşk
konusundaki genel düşüncesini göstermesi bakımından dikkat çekici olsa
gerek; “İlim tahsil ederek yüksek mevki elde etmek, ancak olmayan bir
hayal imiş. Âlemde her ne varsa aşk imiş; ilim, sadece kuru laftan
ibaretmiş.



Tasavvufi aşkın temsilcisi ise Şeyh Galib. Şeyh Galib, tasavvufi
aşka dair başlıbaşına bir şaheser olan eseri, Hüsn—ü Aşk’ı yazmış. İlk
bakışta beşeri bir aşkın hikayesi olarak kabul edilebilecek bir mahiyet
gösteren bu mesnevi, aslında Hüsün ve Aşk’ın sufiyane güzellik
terakkilerini anlatan tasavvufi bir aşk hikayesi olarak karşımıza
çıkıyor.



Ve beşeri aşk. Divan edebiyatında beşeri aşkı en çok Nedim konu
etmiş. Nedim Fuzuli’nin aksine beşeri aşkın üzüntü ve elemleri yerine
neşe ve sürurunu terennüm etmiş. Hicran, üzüntü ve elem, Fuzuli’nin
hislerini ulvileştirerek beşeri aşkın üzerine çıkarırken; aşkın zevkini
ve neşesini bizzat tatmak ve yaşamak isteyen Nedim, beşeri zevkler
peşinde koşan bir âşık olmuştur. Nedim’in şiirlerinde ayrılık, hasret
çekmek yoktur. O sevgiliden ayrı kalmayı asla istemez, sevgisiz kalmaya
tahammül edemezdi.



Aşkı keşfetmedik, zaten vardı



İslam aşkı yasaklamamış derken, Amerika’yı yeniden keşetmedik. Zaten
varolan bir gerçeği, yeniden hatırlatmak babında kaleme almaya
çalıştığımız ve herkesin uzman olduğu bu konuda elbetteki pek çok hata
yapmışızdır. Başta dediğim gibi hasbelkader eleştirilerin muhatabı ben
olmuştum ve yine hasbelkader, İslamdaki insani aşkı yazmak bana düştü.
İşin özü şu. Evet 14 Şubat Sevgililer Günü’nü başta söylediğim
eleştiriye muhatap olanlar kutlamadı. Tüketim toplumunun daha çok para
kazanmak adına popüler yaptığı günlere sıkıştırılan sevginin,
sevgilinin onlara göre bir anlamı yok. Aslolan gerçek sevgi. Gerçek
aşk. Zamana sığdırılan, sembolleştirilen değil, hayatın içinde olan ve
günlük yaşantımızın değil, bütün ömrümüzün besin kaynağı olan aşk. Hem
ilahi aşk, hem de beşeri aşk. İkisi de makbul. Yeter ki, aşk olsun...



NOKTA. Diyorlar ki, İslam nire, aşk nire.



İKİ NOKTA. Cevap İslam alimlerinden geliyor; “İslam’da ilahi aşk da
vardır beşeri aşk da. Amaç ilahi aşka ulaşmaktır. Ancak bütün beşeri
aşkların da ilahi aşkla neticelenmesi gerekmiyor.”



ÜÇ NOKTA... Ben de diyorum ki, “Aşk İslamın içinde.”
VUSLATZELİHA
VUSLATZELİHA

Mesaj Sayısı : 182
Nerden : ANKARA
Rep :
Dinimiz de Aşk... Left_bar_bleue1 / 1001 / 100Dinimiz de Aşk... Right_bar_bleue

Points : 30
Kayıt tarihi : 31/07/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz