Niçin ve Nasıl Dua Ederiz?
1 sayfadaki 1 sayfası
Niçin ve Nasıl Dua Ederiz?
İnsan kendini müstağnî görmeye, yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah’tan uzaklaşmaya başlamış demektir.
Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir.”Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî(kendine yeterli)görünce azar.”(96/Alak,6-7) “Ey İman edenler! Eğer siz Allah’ın (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar.” (47/Muhammed, 7) Biz Allah’ın dinini yaşar ve hayatımızı O’na göre tanzim edersek, İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah’ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve yaşamımızı rast gele sürdürürsek, dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı? “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (15/Hicr, 99 “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman ‘bu bana bilgimden dolayı verilmiştir’ der.Hayır o bir imtihandır.Fakat çokları bilmez.” (39/Zümer,49) “Bana dua edin, sizin için (duanızı) kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibâdet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (40/Mü’min,60)
Ana dili Arapça olmayan müslümanlar mutlaka Arapça ifadelerle dua yapmak zorunda değillerdir.
Çünkü insan Allah’a dua ederken halini ve ihtiyaçlarını arz ediyor demektir. Bu münasebetle insan ne dediğini, neye dua ettiğini, ne istediğini bilmeli.Bir yerlerden ezberlediği ve manasını da bilmediği Arapça cümleleri tekrar etmesi anlamsız ve bilinçten uzak bir hareket olacaktır. Dualarımızı yaparken anladığımız dili kullanmamız daha uygun olur. Eğer toplulukla beraber dua ediyorsak insanların anladığı dili kullanarak dualarımıza şuur katmaya çalışmış oluruz.
Duada söylediği kelimelerin anlamını bilmeden insan, gönülden duaya katılamaz. Allah’ın İsimleriyle (Esmâü’l-Hüsnâ) Duâ Etmek Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yaptıklarının cezasını görecektir.” (7/A’râf, 180) Dua eden kimse, isteklerine uygun düşecek şekilde Allah’ın isimlerini kullanarak dua etmelidir.
Mesela; rızkın genişletilmesi, açlıktan ve geçim sıkıntısından kurtulmak isteniyorsa “Rezzak” ve “Kerim” isimleriyle Allah’a dua edilir. Eğer duanın konusu günahtan bağışlanma ise “Rahmân”, “Rahîm”, “Ğafûr” ve “Afüvv” isimleriyle dua edilir.
Yine, zâlimlerin ve İslâm düşmanlarının cezalandırılması talep ediliyorsa “Kahhâr” , “Müntakim” isimleriyle dua edilir. Bu kelimeler, âdeta bir kapının anahtarı gibidir. Biz, dua edeceğimiz zaman isteğimize uygun isimlerle Allah’ın kapısını çalıp, bu anahtarlarla açmaya çalışalım.
Tabii, bu noktada Allah’ın güzel isimlerini (esmâü’l-hüsnâ) manalarıyla birlikte şuurlu bir şekilde bilme zorunluluğu ortaya çıkıyor.
Allah, mü’minlerin velîsi (dost ve yardımcısı) olduğuna göre, bir mü’min olarak bu isimleri bilmemek önemli bir eksikliktir.
Duâsız bir insan, ışıksız bir eve benzer. Duâsız insan, yalnızlığın karanlık hapishanesi içinde çırpınan bir zavallıdır. Duâ ile benlik duvarlarını aşabiliriz. Çünkü duâ, engel ve uzaklık tanımaz. Zaman ve mekânlar ona engel olamaz. Duâ ile sonsuz aczimizi yüce Allah’ın sonsuz kudretine bağlama saâdetine ereriz. Duâ ile ruh ve beden gücümüzü dengelendiririz. Duâda iç varlığımız aydınlanır. Duâda kendi gücümüzle değil; Allah’ın sonsuz gücüyle iç ve dış düşmanlarımıza meydan okuruz.
Dua, çağırmak, dâvet etmek anlamında olduğu için, iç dünyamıza Rabbimizi dâvet edeceğimiz zaman, dâvetten önce, gelecek misafirin rahatsız olacağı şeylerden iç mekânımızı temizlememiz gerekiyor. İçimizde O’na aykırı duygular olmaması gerekir. “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan fakirler sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak Allah’tır.” (35/Fâtır, 15)
Sözlü ve Fiilî Duâ Dille dua,vazifelerimizden sadece biridir. Sebeplere yapışmadan sadece dille yapılan dua ile yetinmek, Allah’ın kanununu bilmemek ve ona uymamak demektir. İslâm’ın yeryüzüne hâkim kılınması, sadece dua etmekle olacak olsaydı, insanlar içerisinde duası en çok kabul edilmesi gereken Hz.Peygamber’di.O bu kadar eziyetlere katlanmaksızın dua ederdi ve görevini tamamlardı. Yani o Mekke günlerini yaşamaya gerek yoktu. Fakat O böyle yapmadı. Önce üzerine düşen sorumluluğu fiilî olarak yerine getirdi. Arkasından da ellerini açıp dua etti. Allah da O’nu mahcup etmedi.
Mesela, hastasına Allah’tan şifa dileyen kimsenin, öncelikle tıbbın gerektirdiği şeyleri, imkânları çerçevesinde yerine getirmesi gerekir. Bunu yerine getirmedikçe, ellerini açıp Allah’tan şifa dilemesi yeterli olmayacaktır. Çünkü Allah yeryüzündeki her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. Biz o sebepleri yerine getirmekle mükellefiz.
Sözlü dua ise, kişinin elinden geleni yaptıktan sonra Allah’tan yardım istemesidir.
Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Hayatımı kudret elinde tutan zat’a (Allah’a) yemin ederim ki, iyiyi emredecek, kötülüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, size kendi katından bir azab gönderecektir. Sonra O’na dua edeceksiniz, fakat duanız kabul olunmayacaktır.” Dua mert çehrelerde güzellik kazanır. Hz. Ali gibi, gereken yerde kılıçla dua etmesini bilmeliyiz. Onun kılıcı savaş alanında zalimlere ölüm yağdırırken; dili Allah karşısında âcizliğin tercümanı oluyor, gözleri de Allah için yaş döküyordu. Fitne, fesat ve zulmün toplumu sardığı, fertleri ifsad ettiği zamanlarda; önce duaya sarılmak acziyetin, tembelliğin, korkaklığın ve sorumluluktan kaçmanın ifadesidir.
Bu ne biçim dua anlayışı? Rasulullah (a.s.) böyle mi yapıyordu? Hayır, şüphesiz O önce tebliğ ediyor, sonra arkasından “Ey Rabbim! Onlar bilmiyorlar, onlara hidâyet ver!” diyordu. Yine savaş öncesi tüm hazırlıklarını bitiriyor, sonra dua ediyordu.
Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir.”Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî(kendine yeterli)görünce azar.”(96/Alak,6-7) “Ey İman edenler! Eğer siz Allah’ın (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar.” (47/Muhammed, 7) Biz Allah’ın dinini yaşar ve hayatımızı O’na göre tanzim edersek, İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah’ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve yaşamımızı rast gele sürdürürsek, dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı? “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (15/Hicr, 99 “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman ‘bu bana bilgimden dolayı verilmiştir’ der.Hayır o bir imtihandır.Fakat çokları bilmez.” (39/Zümer,49) “Bana dua edin, sizin için (duanızı) kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibâdet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (40/Mü’min,60)
Ana dili Arapça olmayan müslümanlar mutlaka Arapça ifadelerle dua yapmak zorunda değillerdir.
Çünkü insan Allah’a dua ederken halini ve ihtiyaçlarını arz ediyor demektir. Bu münasebetle insan ne dediğini, neye dua ettiğini, ne istediğini bilmeli.Bir yerlerden ezberlediği ve manasını da bilmediği Arapça cümleleri tekrar etmesi anlamsız ve bilinçten uzak bir hareket olacaktır. Dualarımızı yaparken anladığımız dili kullanmamız daha uygun olur. Eğer toplulukla beraber dua ediyorsak insanların anladığı dili kullanarak dualarımıza şuur katmaya çalışmış oluruz.
Duada söylediği kelimelerin anlamını bilmeden insan, gönülden duaya katılamaz. Allah’ın İsimleriyle (Esmâü’l-Hüsnâ) Duâ Etmek Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yaptıklarının cezasını görecektir.” (7/A’râf, 180) Dua eden kimse, isteklerine uygun düşecek şekilde Allah’ın isimlerini kullanarak dua etmelidir.
Mesela; rızkın genişletilmesi, açlıktan ve geçim sıkıntısından kurtulmak isteniyorsa “Rezzak” ve “Kerim” isimleriyle Allah’a dua edilir. Eğer duanın konusu günahtan bağışlanma ise “Rahmân”, “Rahîm”, “Ğafûr” ve “Afüvv” isimleriyle dua edilir.
Yine, zâlimlerin ve İslâm düşmanlarının cezalandırılması talep ediliyorsa “Kahhâr” , “Müntakim” isimleriyle dua edilir. Bu kelimeler, âdeta bir kapının anahtarı gibidir. Biz, dua edeceğimiz zaman isteğimize uygun isimlerle Allah’ın kapısını çalıp, bu anahtarlarla açmaya çalışalım.
Tabii, bu noktada Allah’ın güzel isimlerini (esmâü’l-hüsnâ) manalarıyla birlikte şuurlu bir şekilde bilme zorunluluğu ortaya çıkıyor.
Allah, mü’minlerin velîsi (dost ve yardımcısı) olduğuna göre, bir mü’min olarak bu isimleri bilmemek önemli bir eksikliktir.
Duâsız bir insan, ışıksız bir eve benzer. Duâsız insan, yalnızlığın karanlık hapishanesi içinde çırpınan bir zavallıdır. Duâ ile benlik duvarlarını aşabiliriz. Çünkü duâ, engel ve uzaklık tanımaz. Zaman ve mekânlar ona engel olamaz. Duâ ile sonsuz aczimizi yüce Allah’ın sonsuz kudretine bağlama saâdetine ereriz. Duâ ile ruh ve beden gücümüzü dengelendiririz. Duâda iç varlığımız aydınlanır. Duâda kendi gücümüzle değil; Allah’ın sonsuz gücüyle iç ve dış düşmanlarımıza meydan okuruz.
Dua, çağırmak, dâvet etmek anlamında olduğu için, iç dünyamıza Rabbimizi dâvet edeceğimiz zaman, dâvetten önce, gelecek misafirin rahatsız olacağı şeylerden iç mekânımızı temizlememiz gerekiyor. İçimizde O’na aykırı duygular olmaması gerekir. “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan fakirler sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak Allah’tır.” (35/Fâtır, 15)
Sözlü ve Fiilî Duâ Dille dua,vazifelerimizden sadece biridir. Sebeplere yapışmadan sadece dille yapılan dua ile yetinmek, Allah’ın kanununu bilmemek ve ona uymamak demektir. İslâm’ın yeryüzüne hâkim kılınması, sadece dua etmekle olacak olsaydı, insanlar içerisinde duası en çok kabul edilmesi gereken Hz.Peygamber’di.O bu kadar eziyetlere katlanmaksızın dua ederdi ve görevini tamamlardı. Yani o Mekke günlerini yaşamaya gerek yoktu. Fakat O böyle yapmadı. Önce üzerine düşen sorumluluğu fiilî olarak yerine getirdi. Arkasından da ellerini açıp dua etti. Allah da O’nu mahcup etmedi.
Mesela, hastasına Allah’tan şifa dileyen kimsenin, öncelikle tıbbın gerektirdiği şeyleri, imkânları çerçevesinde yerine getirmesi gerekir. Bunu yerine getirmedikçe, ellerini açıp Allah’tan şifa dilemesi yeterli olmayacaktır. Çünkü Allah yeryüzündeki her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. Biz o sebepleri yerine getirmekle mükellefiz.
Sözlü dua ise, kişinin elinden geleni yaptıktan sonra Allah’tan yardım istemesidir.
Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Hayatımı kudret elinde tutan zat’a (Allah’a) yemin ederim ki, iyiyi emredecek, kötülüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, size kendi katından bir azab gönderecektir. Sonra O’na dua edeceksiniz, fakat duanız kabul olunmayacaktır.” Dua mert çehrelerde güzellik kazanır. Hz. Ali gibi, gereken yerde kılıçla dua etmesini bilmeliyiz. Onun kılıcı savaş alanında zalimlere ölüm yağdırırken; dili Allah karşısında âcizliğin tercümanı oluyor, gözleri de Allah için yaş döküyordu. Fitne, fesat ve zulmün toplumu sardığı, fertleri ifsad ettiği zamanlarda; önce duaya sarılmak acziyetin, tembelliğin, korkaklığın ve sorumluluktan kaçmanın ifadesidir.
Bu ne biçim dua anlayışı? Rasulullah (a.s.) böyle mi yapıyordu? Hayır, şüphesiz O önce tebliğ ediyor, sonra arkasından “Ey Rabbim! Onlar bilmiyorlar, onlara hidâyet ver!” diyordu. Yine savaş öncesi tüm hazırlıklarını bitiriyor, sonra dua ediyordu.
VUSLATZELİHA- Mesaj Sayısı : 182
Nerden : ANKARA
Rep :
Points : 30
Kayıt tarihi : 31/07/08
Geri: Niçin ve Nasıl Dua Ederiz?
İşte Hendek savaşı… Bir-iki ay önce Allah Rasûlü hendeklerin kazılmasını, ekinlerin vaktinden önce biçilmesini, meyvelerin, hurma yapraklarının toplanmasını, cadde ve sokaklarda barikatlar kurulmasını emretti. Bizzat kendisi de taş ve toprak taşıdı. Tüm hazırlıkları tamamladı. Bu şekilde fiilî duayı tamamlayınca arkasından sözlü dua yaptı, Allah’tan yardım talep etti. Allah da onlara zaferi bahşetti. Mesela, asr-ı saâdette bir Uhud dersi var. Uhud savaşında müslümanların zaferi nasıl kaçırdıklarını ve kısmî mağlûbiyetin ne şekilde geldiğini biliyoruz. Acaba o savaşta Allah Rasûlü ve müslümanlar dua etmedi mi ki, bu hale geldiler? Hayır, mutlaka dua etmişlerdi. Ama sözlü duadan önce yerine getirilmesi gereken sorumlulukları yerine getirmede problemler olmuştu. Peygamberimiz’in geçide yerleştirdiği ve her ne pahasına olursa olsun buradan ayrılmayacaksınız dediği okçular görevlerini yarıda bırakıp mevzîlerini terk etmişlerdi; Sebep buydu. Allah’ın yardımı kulun gücünün bittiği yerde gelir. Biz, Allah’ın yardımını talep ederken, bunun için dua ettiğimizde sahip olduğumuz gücümüzü sonuna kadar kullanıp kullanmadığımıza bakalım.(Bkz.Bakara 214)
İslâm’ın tamamını, bir kısmını veya bir hükmünü inkâr eden veya hafife alan, alaya alan kimseler müslüman sayılmayacaklarından böyle kimselere hayatlarında ve öldüklerinde”Allah râzı olsun”"Allah rahmet etsin” gibi dua türünden şeyler söylenmez.
“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber’e ve mü’minlere yaraşmaz.” (9/Tevbe, 113) Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla değer verme; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.9/Tevbe, 84). (Ayrıca bkz. 19/Meryem, 47
Yaşarmayan bir göz, kızarmayan bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile Allah’a yazılan dâvetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan, inlemeyen, duymayan bir yüreğin feryadı mı olur? Taş kesilmiş aşk fukarası yürekler “dua” gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler adresine?
Dua edecek olanın mazlum olması yetmez, kendi mazlumiyeti zâlimlerin zulmüne yakıt olmamış biri olmalıdır. Kendi omuzlarını zâlimlerin yükselmesi için basamak kılmamış olmalıdır. Tâif dönüşü Hz.Muhammed son tedbiri de tükenmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların varoşlarına gelip dayanmış, fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı. Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde aşkın kollarına bırakmıştı kendisini ve bir dua yapmıştı. Bu dua öyle bir aşkla yapılmıştı ki, doğrudan hedefini bulmuş ve nübüvvet sürecinin gün dönümü olmuştu. Mekke’ye bakan yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren dua şöyleydi: “Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikâyet ediyorum! Ya Erhame’r-râhimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa dâvâmı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lâkin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna… Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım,yeter ki râzı ol.Güç ve kuvvet Sendendir,yalnız Sende.”(İbn Hişam, Sîre II/29-30).
Allah dostu ve Allah’a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak: Bu şekilde birini vesile edinerek dua edileceği konusunda Kur’an’da, bir delil yoktur. Kur’an’da Rabbımız dua mâhiyetinde yüzlerce âyet vahyederek bize duanın nasıl yapılacağını da öğretmiştir. Bu âyetlerin hiçbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak dua ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah’a dua yapılacağı gösterilmiştir.
“Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar”.(2/Bakara186)
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşıp günah işlemekte aşırı gitmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametlidir”.(39/Zümer 53)
Peygamberimizin, kızına şöyle söylediği rivayet edilir: “Ya Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah’tan bir şeyi savamam.” Görüldüğü gibi, Allah’a yakın olmak için, Peygamberimiz’in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah’ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının.(Sizi, onun rızasını kazandıracak) vesile arayın, mesela O’nun yolunda cihad edin ki böylece kurtuluşa erebilesiniz.” (5/Maide, 35).
Bu âyetteki “vesile” kelimesi “Allah’ın râzı olacağı amellerdir.” “Allah, ancak muttakilerin (yaptığı şeyi) kabul eder.”(5/Mâide, 27). İnsana, Allahın rızasını(cennetini)kaybettiren,dolayısıyla cehenneme götüren Şeytani vesileye örnek: Rabıtacılık,(zümer 3.)şefaatcilik (Yunus 18) ,muskacılık.Hiçbir muska câiz değildir. Muskacılıkta Kur’an’la alay etme ve onun amacına ters faâliyet gösterme durumu da vardır. Çünkü Allah, insanları karanlıktan çıkarıp, nura kavuşturmak ve en doğru yola iletmek için Kur’an’ı indirdi. Nazar hurafesinden koruması, muska veya tılsım olarak asılması için indirmedi.
İslâm’ın tamamını, bir kısmını veya bir hükmünü inkâr eden veya hafife alan, alaya alan kimseler müslüman sayılmayacaklarından böyle kimselere hayatlarında ve öldüklerinde”Allah râzı olsun”"Allah rahmet etsin” gibi dua türünden şeyler söylenmez.
“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber’e ve mü’minlere yaraşmaz.” (9/Tevbe, 113) Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla değer verme; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.9/Tevbe, 84). (Ayrıca bkz. 19/Meryem, 47
Yaşarmayan bir göz, kızarmayan bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile Allah’a yazılan dâvetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan, inlemeyen, duymayan bir yüreğin feryadı mı olur? Taş kesilmiş aşk fukarası yürekler “dua” gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler adresine?
Dua edecek olanın mazlum olması yetmez, kendi mazlumiyeti zâlimlerin zulmüne yakıt olmamış biri olmalıdır. Kendi omuzlarını zâlimlerin yükselmesi için basamak kılmamış olmalıdır. Tâif dönüşü Hz.Muhammed son tedbiri de tükenmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların varoşlarına gelip dayanmış, fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı. Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde aşkın kollarına bırakmıştı kendisini ve bir dua yapmıştı. Bu dua öyle bir aşkla yapılmıştı ki, doğrudan hedefini bulmuş ve nübüvvet sürecinin gün dönümü olmuştu. Mekke’ye bakan yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren dua şöyleydi: “Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikâyet ediyorum! Ya Erhame’r-râhimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa dâvâmı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lâkin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna… Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım,yeter ki râzı ol.Güç ve kuvvet Sendendir,yalnız Sende.”(İbn Hişam, Sîre II/29-30).
Allah dostu ve Allah’a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak: Bu şekilde birini vesile edinerek dua edileceği konusunda Kur’an’da, bir delil yoktur. Kur’an’da Rabbımız dua mâhiyetinde yüzlerce âyet vahyederek bize duanın nasıl yapılacağını da öğretmiştir. Bu âyetlerin hiçbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak dua ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah’a dua yapılacağı gösterilmiştir.
“Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar”.(2/Bakara186)
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşıp günah işlemekte aşırı gitmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametlidir”.(39/Zümer 53)
Peygamberimizin, kızına şöyle söylediği rivayet edilir: “Ya Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah’tan bir şeyi savamam.” Görüldüğü gibi, Allah’a yakın olmak için, Peygamberimiz’in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah’ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının.(Sizi, onun rızasını kazandıracak) vesile arayın, mesela O’nun yolunda cihad edin ki böylece kurtuluşa erebilesiniz.” (5/Maide, 35).
Bu âyetteki “vesile” kelimesi “Allah’ın râzı olacağı amellerdir.” “Allah, ancak muttakilerin (yaptığı şeyi) kabul eder.”(5/Mâide, 27). İnsana, Allahın rızasını(cennetini)kaybettiren,dolayısıyla cehenneme götüren Şeytani vesileye örnek: Rabıtacılık,(zümer 3.)şefaatcilik (Yunus 18) ,muskacılık.Hiçbir muska câiz değildir. Muskacılıkta Kur’an’la alay etme ve onun amacına ters faâliyet gösterme durumu da vardır. Çünkü Allah, insanları karanlıktan çıkarıp, nura kavuşturmak ve en doğru yola iletmek için Kur’an’ı indirdi. Nazar hurafesinden koruması, muska veya tılsım olarak asılması için indirmedi.
VUSLATZELİHA- Mesaj Sayısı : 182
Nerden : ANKARA
Rep :
Points : 30
Kayıt tarihi : 31/07/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz