İslam Fedakarlık İster
2 posters
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
İslam Fedakarlık İster
İSLÂM FEDAKARLIK İSTER:
İnsanlara çok güzel ve cazib görünen, hissiyatlarına hitab ederek kendilerini kabul ettiren sevdikleri, bağlandıkları ve gönül verdikleri; içecek, yiyecek, yatacak şeyler.. Eşler, kadınlar, kızlar.. Anneler, babalar, çocuklar.. Bağlar, bahçeler, çiçekler.. Elmaslar, altınlar, pırlantalar.. Makamlar, mansıplar, itibarlar..Hazlar, muhabbetler, dostluklar vb. pek tatlı şeyler vardır. Esas itibariyle çok den'i nefsaniyetimize uygun, dünyaya ait olan bu şeyler, Allah'ın ve Resûlü'nün rızasını ikinci plana attıran, fenaya mahkum oldukları için insanları da aynı akibete mahkum ettiren faktörlerdir.
Çok defa iş ile namaz karşı karşıya gelir de cemati bırakıp işinizle meşgul olursunuz. Resûl-ü Ekrem'in isteği doğrultusundaki bir kazanç ve muvaffakiyet ile dünyevî olanı karşı karşıya geldiğinde ikincisini tercih edersiniz. Ezan okunduğunda işinizi bırakıp camiye koşmazsınız. Çünkü bunlar nefsinize hoş gelen ve ücreti peşin alınan şeylerdir. Diğerlerinin ücreti ise şimdi verilmeyecek Ahiret âleminde verilecektir. Cenâb-ı Vacib-ül Vücud Hazretleri insanların bu türlü zaaflarını bildiği için onları sayıyor, şu hususlarda zayıfsınız diyor.
Allah'ın rızasını tahsil için sarfedilen cehdin neticesi, çok güzel bir akibettir. Bu cehd gerçek mü'minin sadakatının, feragatının ve fedakarlığının nişanesidir. Meseleyi tahlil edersek, cehd ve gayretimizin ciddiyeti nisbetinde, kazandırdığı huzuru, hissiyatımızın derinliklerinde duyarız. Ama bu huzur, sadakat, feragat ve fedakarlıkla amel eden gerçek mü'minlere müyesserdir. Îmanın muktezası vecibeleri yerine getirme cehdinin kâlben ve ruhen Cennet hayatı yaşattığını hissetmek o mü'minler için müyesserdir.
Kur'ân ve İslâm azim bir fedakarlıkla kendilerine sahip çıkmadığımız takdirde vatanı, milleti ve gelecek nesilleri başıboşluğa, sahipsizliğe ve ateşîn bir hayata atmış olacağımızı bilmemizi istiyor. Her yerde kaynaşıp, mikroplar hâlinde çoğalan îmansızların insanlığa verdikleri zarara dikkatinizi çekerim. Bunların daha da çoğalması ve hakimiyetlerini artırmaları halinde mescitleri ve mabetleri de yakıp-yıkabileceklerini hesap ederek, meselelerimizi buna göre değerlendirelim. Allah'ın ve Resûlü'nün rızasını birinci plana alıp vazifelerimizin üzerine titizlikle eğilmezsek, gelecek nesillerin başımıza açacağı badirelerin bizi nerelere götürebileceğini tahmin bile edemeyiz.
Mü'minin gerçek şuura ulaşmasından sonraki fedakarlığı, feragatı, cehd ve gayreti kolaydır. Ama bu şuuru kazandırarak, müslümanları düşünür hâle getirmek, Allah'ın ve Resûlü'nün gerçek muhibleri olduklarını görmek çok zordur. Bunlar, mü'minlerin kâlblerine,O'nlara ait muhabbeti nakşedip, gergef gibi işlemekle, nazarlarındaki perdeyi kaldırıp afakî ve enfüsî yollarla O'nlara sevdalandırmakla ve Ma'rifetullahı elde edecekleri şehraha sevketmekle mümkün olacaktır. Ancak bunun akabinde mü'minler cehd ve gayrette bulunacaklar; araştıracak,inceleyecek ve yeni yeni cevherler bulacaklar, o cevherleri buldukları Hakk'ın kapısından ayrılmayacaklar, hayatlarının sonuna kadar sadakatla, feragatla ve fedakarlıkla koşacaklardır.
Ayet-i Kerime: "Onlar vazife ile, cihad ile emrolunduğu zaman sana bakarlardı. Ama gözlerinde baygınlık alameti olarak bakarlardı. Sanki onlar, kafalarına birşey çarpmış, baygınlığa tutulmuş gibi sana yan yan bakarlardı."(5) diyerek yeni îman etmişlerin durumunu ifade ediyor. Onlar yeni iman etmişler, belki de Allah Resûlü'nün ganimetten verdiği yüz deve ile müslüman olmuşlardı da, îman henüz içlerine oturmamıştı. Kendilerinden ölmeleri ve savaşmaları isteniyordu. "Ne de ağır şeyler isteniyor!?" diye kalakalacaklar, baygınlıkla bakacaklar. Evet îmanın kâlblerine oturmadığı kimseler için, hakîkatlar ve vazifeler o kadar imkansız, aşılmaz görülecektir ki, onlara vazifeleri anlatılıp, hatırlatıldıkça ümitsizliğe, şaşkınlığa düşeceklerdir. Yüreklerindeki îmanları kemale ermiş mü'minler ise, Allah'ın ve Resûlü'nün sevdiği vecibe ve vazifeler hatırlatıldıkça, bilakis ümid, lezzet ve hazla dolup coşacaklardır.
Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'ın kızı ve Allah Resûlü'nün mübarek zevceleriydi.Ebu Süfyan îman dairesine giremediği, îmanın hazzına eremediği, îman yümnüyle emin olamadığı devrede, bir gün Resûl-ü Ekrem'i iltimasçı yapmayı düşünerek, kızının evine gitti. Kapıyı vurmadan içeri girdi. Resûl-ü Ekrem'in bulunduğu her yer mescittir. Ebu Süfyan, evine girdiği kadının babasıydı ama necisti, pisti. Resûl-ü Ekrem'in Hane-i saadeti'ne girmeye hakkı yoktu.Ümmü Habibe ise kendisi vasıtası ile bulunduğu zor durumdan kurtulmak için yanına gelen babasını dışarıya atamıyordu. Fakat, Resûl-ü Ekrem'in mübarek hücresinde bulunan ve O'nun oturduğu sedire doğru gidip, oturmaya yeltenen babasının kolundan tutup, itiyor: "Sen oraya oturamazsın!" diyordu. Ebu Süfyan: "Beni mi yataktan, yatağı mı benden kıskandın?" deyince de: "O, Peygamber'in oturduğu sedirdir. Sen necis bir insansın, o sedire sürünemezsin baba." diyordu.(52) Resûl-ü Ekrem'e bağlılık. O'na tam bir sadakat.Kâlblerin O'ndan inhiraf etmemesi, O'nda fena bulması. İnsan fena fi’r-Resûl olmalı, fena fil Kur'an olmalı, fena fillah olmalı, kendi şahsî isteklerini ve arzularını unutmalı, Allah'ın Resûlü'nün ve Kur'ân'ın emir ve isteklerinde fani olmalı öylece yaşamalı. Ortada sadece Kur'ân kalmalı: "Bana istikametli hayatı, muvaffakiyet ve zafer ufkunu gösteren Kur'ân'dır" demeli. Heveslerimiz ve behimi arzularımız adına olan şeyleri O'na tercih etmemeliyiz. Mevla neyi istemişse yapmalı, neyi istememişse yapmamalıyız. Böyle bir anlayışla sadakat, feragat ve fedakarlık içinde olmalıyız.
Resûlullah'a sadakat mevzuunda anlatılacak yüzlerce, binlerce misal vardır. Hubeyb'in kahramanlığı, Resul-ü Ekrem'i herşeye tercih etmesi.. Zeyd İbn-i Desinne'ye "Sen şu anda idam edileceksin. Yerinde Muhammed'in bulunmasını, kendinin çoluk-çocuğunla birlikte olmanı arzu eder miydin?" denildiğinde, kükreyip, "Ben bin defa ölsem bile Resûl-ü Ekrem'in zülfünün dağılmasını istemem! Yerimde olmasını arzu etmem!" diyerek, idam edilip, parçalanırken bile sadakatini göstermesi..(53) Zeyd İbni Sa'd'ın büyük bir kahramanlık nişanesi izhar ederek. Yemame'de aynı sadakatla Resûl-ü Ekrem'in açtığı yol ve çığır için canını feda etmesi.. Ve Sa'd İbn-i Rebi' gibi, Abdullah bin Cahş gibi, Sümeyye Hatun gibi, Nesibe Hatun gibi daha binlerce sadık kahraman vardır.
Bezzar anlatıyor: "Ensardan genç bir çocuk olan Talha, Resûl-ü Ekrem'in huzuruna gelip 'Ben de dehalet ediyorum. Biat ediyorum.' dedi. Nazar-ı gayb bînîsîyle O'nun kâlbini yoklayıp, müşahade edip samimi olduğunu gören Allah Resûlü oradakilere de göstermek için ferman etti: 'Eğer sen, bana hakîkaten sadık bir biat edeceksen.Git babanı öldür, gel.' Talha kılıcı eline aldığı gibi koşunca. Resûlullah 'Gel. Ben sıla-i rahimi kat' için gönderilmiş bir insan değilim. Ben, Rahmetenlilaleminim. Rahmet için gönderildim.Fakat senin sadakatini görmek istedim.' dedi. Belki maksad-ı nebevî başkalarına göstermek, bize de göstermekti."(54)
Talha kısa zaman sonra yatağa düştü, ölümcül hasta oldu. Resûl-ü Ekrem'i görmek istedi. Resûl-ü Ekrem yanına gidip Talha'yı gördüğü zaman, ölümünün yakın olduğunu anladı: "Talha gidiyor" dedi. Hergün namazdan sonra yanına uğruyor, hatırını sorup gönlünü alıyordu. Vefat edeceği gün de: "Birşey olursa çağırın, namazında bulunayım" demişti. Talha ise eli-ayağı soğuyup, canı boğazına geldiği zaman: "Bizim mahallemiz uzak bir mahalle. Ben vefat edersem Resûl-ü Ekrem'i cenazeme çağırmayın. Korkarım ki, Yahudiler bir fenalık yaparlar, yılan, akrep, çıyan gibi haşereler zarar verirler. Ona bir fenalık gelmesin. Beni gömün, gündüz haber verirsiniz." diyordu. O çocuk, böyle şeyler düşünüyor ve söylüyordu. Vefat edince de dediği gibi yaptılar. Adet olduğu üzere gece, namazını kılıp, gömdüler. Sabah namazında da: "Ya Resûlallah Talha vefat etti ve gömdük" dediler. Resûlullah müteessir oldu.Mezarının başına gitti. Ellerini kaldırıp şöyle dua etti: "Allahım sen Talha'yı, o sana gülüyor, sen de ona gülüyor, öyle karşıla. Allah'ım rıza ve rıdvanınla karşıla. Huzuruna geldiği an mütebessim ol Allahım." O tebessüm-ü mukaddes nasıldır bilemiyoruz. Ama Resûlullah Efendimiz: "Mukaddes bir tebessümle, sen onu öyle karşıla, o da seni öyle karşılasın" diyerek dua ediyorlardı.(55)
O'nlar erkeği, kadını ve çocuğuyla topyekün şuurlu bir cemaattiler. O mümtaz cemaat böyle yaşadığı için tarihin akışını müsbet bir mecraya çevirmişti. Bugün çok azına şahit olduğumuz böyle sadakat numunelerinin çoğalmasını, Kur'ân, Allah ve Resûlullah namına istiyoruz. Böylece hadiselerin akışını değiştirecek, kafire aman vermeyecek olan imdad-ı îlahiye yetişecektir. Elverir ki, mü'minler sadakatlarında sabit, kaim ve daim olsunlar.
Geri: İslam Fedakarlık İster
Allah razı olsun abi..
esratkea- Mesaj Sayısı : 153
Nerden : istanbul
Rep :
Points : 90
Kayıt tarihi : 25/09/08
:: DİNİ KONULAR :: İSLAMİ HAYAT
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz